OluÅŸturulma Tarihi: Mart 12, 2001 00:00
Ä°MPARATORLUK VE CUMHURÄ°YET (4) Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni karşılaÅŸtırmaya çalıştığım dört bölümlük bu dosyanın son yazısında, kronolojiyi gözardı eder görünmekle birlikte gerek ülkemize direkt etkisi olmadığından gerekse de baÅŸlıbaşına bir dosya olabilecek kadar çok boyutlu olduÄŸundan Ä°kinci Dünya Savaşı'nı özellikle es geçerek 19. yüzyılın ikinci yarısını ele alacağım. Bu bölümde üzerinde durmak istediÄŸim, bir önceki yazıda bir argüman olarak ortaya koyduÄŸum ortadan kalkmış olan Osmanlı "asil" sınıfının yokluÄŸunun ve BatılılaÅŸma maceramızın günlük yaÅŸantımıza olan etki ve sonuçları olacak. Her ne kadar yaÅŸam tarzı, ahlâkî-hukukî deÄŸerler ve ekonomik sistem olarak A.B. kavramına son derece yakın durmaktaysam da, ülkemizin mevcut ÅŸartlar altında Avrupa ile entegrasyonu konusunda, bir kısmı geçmiÅŸten gelen, ciddi çekincelerim var. Bunları açıklamaya çalışayım: KiÅŸisel fikrime göre ülkemiz, çok kıymetli ender örnekleri tenzih ederim, 1960'lardan günümüze ehliyeti çok tartışmalı ve deÄŸiÅŸen dünyayı deÄŸiÅŸtirmekten aciz siyasi ve bürokratik kadroların elinde kalmıştır. Bu cümlede hiçbir ÅŸekilde saÄŸ-sol, yukarı-aÅŸağı ayrımı gözetmiyorum. Bu bir zihniyet meselesidir. Örneklemek gerekirse, verimliliÄŸi gözardı ederek, Ä°zmir TariÅŸ'e işçi dolduran zihniyetle, Ä°skenderun Demir Çelik'e işçi dolduran zihniyet aynıdır. Özetle partizandır ve öngörü yoksunudur. "Dün, hiçbir zaman sadece dün, bugün de hiçbir zaman sadece bugün deÄŸildir..." Ne yazık ki ülkemizde durum daha da vahimdir. BahsetmiÅŸ olduÄŸum Osmanlı asillerinin zorunlu tasfiyesi kanımca ülkemizde ciddi bir toplumsal komplekse yol açmış ve bu hastalık maalesef toplumun her kademesine yayılmıştır. Kendimce kurmuÅŸ olduÄŸum baÄŸlantıyı açayım, belli bir yönetsel nosyonu, uluslararası düzeyde kabul gören eÄŸitimi ve günün ÅŸartlarında-televizyonun o devirde icat olmadığını hatırınızda bulundurunuz-dünya vizyonu olan ailelerin devlet yönetme sanatındaki ağırlığı, bir dönem, fakülte tahsili için büyük ÅŸehire gelene kadar araba görmemiÅŸ bireylere tevdi edilmek durumunda kalmıştır. KiÅŸisel olarak fırsat eÅŸitliÄŸine inanan ve son derece önem veren bir insan olmama raÄŸmen bu durumun dikkate alınmamış bir Batı hayranlığı travmasına sebep olduÄŸu kanaatindeyim. Özellikle son elli yıldır, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve vatandaÅŸlarının Batılı tabiriyle anılan, ki bu bukete A.B.D'ni de dahil ediyorum, Avrupalı ve Amerikalı dostlarımıza neredeyse karşılıksız olarak, verilebilecek herÅŸeyi verdiÄŸini ve A.B. için ayrıca taviz verilmemesi gerektiÄŸini düşünüyorum. Bu cümlede yanlış anlaşılmak istemem, bahsettiÄŸim özelleÅŸtirmenin yapılmaması, yüksek gümrük duvarları konularak ithalatın sınırlandırılması, vesaire deÄŸil. Kendi hatalarımız sonucu, yöneten - yönetilen ayrımı yapmak da yersiz, bizi yönetenleri ailelerimiz, yaşımız erince de bizler seçtik, iyi niyetle uygulamaya koyduÄŸumuz her BatılılaÅŸma çabası için bir bedel ödedik. (NATO için Kore Savaşı ÅŸehitleri ve Albay Dora ve kurmaylarının insanüstü gayretleri, soÄŸuk savaÅŸ yıllarında Sovyet tehlikesine karşı Küba krizi sırasında mevcudiyeti ortaya çıkan nükleer füze rampası iÅŸlevimiz ve meÅŸhur U2 casus uçağının düşmesiyle ciddi sıkıntılara yol açan Amerikan üsleri, Kıbrıslı Türklerin batı normlarında bir güvenliÄŸe kavuÅŸması için, ki garantör devlet olarak -uluslararası tabirlede jure- hakkımız olmasına raÄŸmen, müdahale ertesinde yaÅŸadığımız üç yıllık bir ambargo, Körfez savaşının GüneydoÄŸu Anadolu'nun hemen bitiÅŸiÄŸinde yarattığı otorite boÅŸluÄŸunun politik ve ekonomik sonuçları, neredeyse tek taraflı olarak iÅŸleyen Gümrük BirliÄŸi ve ÅŸimdi de kıymeti kendinden menkul 300.000 sayfa tuttuÄŸu söylenen AB mevzuatının yasalarımıza "dikte metinler" olarak girmesi için sürdürdüğümüz uyum çalışmaları ve "Ulusal Program" denen bir kaç sayfanın belirsiz "belirleyici" etkileri...) Tabiatıyla bu örnekleri verirken A.B.'nin iÅŸimize gelen tarafını bize hediye etsiner, taÅŸ atmayalım kolumuz yorulmasın demek istemiyorum. Söylemek istediÄŸim Avrupa'nın bir parçası olma çabamızın bizden neler götüreceÄŸi, üniter yapının bozulması paranoyası gibi hezeyanlar olarak deÄŸil, kültürümüzden ve kimliÄŸimizden, alışkanlıklarımızdan, hatta sakatatın yasaklandığı komÅŸumuz Yunanistan'dan bildiÄŸimiz kadarıyla damak zevkimizden. Bu aÅŸamada ciddi korkum, bir takım akil adamların da dile getirdiÄŸi gibi, sonucu kesin olmayan bir heves uÄŸruna iyi-kötü iÅŸleyen sistemimizin mutant bir ucubeye dönmesi. Bu yazıda genel anlamda çok sert eleÅŸtiriler yapmakta olduÄŸumun ve fevkalade subjektif bir yaklaşımla baktığımın farkındayım, ancak onbeÅŸ yıl önce, bir Ä°ngiliz kolejinin, bir sınıfında, Ä°ngiliz uyruklu coÄŸrafya hocamızın bizzat ÅŸahit olduÄŸum, aslında soruyu soran ve cevabı alan olarak maruz kaldığım demek daha yerinde olur, bir tahlilinin hala geçerli olduÄŸunu görmekten hiç haz etmiyorum. Anekdotu nakledeyim, "Sizce Türkiye Avrupa BirliÄŸi'ne girebilecek mi?" "Elbette, siz Avrupa'nın "manav"ı olacaksınız..." Yukarıdaki satırlarda izah etmeye çalıştığım maddeleri toparlamak ve konuyu baÄŸlamak gerekirse, dosyanın en başında da belirttiÄŸim üç tetiÄŸi tekrar dikkatinize sunmak isterim. Bunlardan biri olan laik-Ä°slami kesim sentezi, daha da önemlisi diyaloÄŸu, Serdar Turgut'un tüm aklıbaşında önermelerine raÄŸmen kanımca yakın gelecekte mümkün görünmemektedir. Bunun temel sebeplerinden biri, belki de en önemlisi ülkemizde siyasetin ve medyanın, dolayısıyla da tartışma zeminlerinin son derece kısıtlı bir çerçevede kalmasıdır. Bir baÅŸka deyiÅŸle her görüşün kendi tartışma zemini vardır ve her görüş, taraftarlarının neredeyse ezbere bildiÄŸi fikirlerini, Big Brother'ın propaganda metinleri ÅŸeklinde kendi arenalarında tekrarlamaktadır. Söylemeden geçemeyeceÄŸim, "Agora" olmasa ve bir yıl kadar önce bir çoÄŸumuz "tesadüfen" varlığını keÅŸfetmese bu dosyada ortaya koymuÅŸ olduÄŸum fikirler, genel temayül gereÄŸi ahbap arası rakı sofralarında meze olmaktan öteye gidemeyecekti. Ä°kincisi, ülkemizde, daha önce de dikkat çekmeye çalıştığım "konuÅŸurlar" bir tür klan ya da klik olarak, koloniler halinde hareket etmektedirler. Fatih Altaylı'nın AB konulu programında olduÄŸu gibi "önderler" arkalarında siyahbeyaz destekçileriyle ekranları iÅŸgal etmekte ve bireysel fikirlere imkan tanınmamaktadır. KastettiÄŸim ÅŸudur, bir yabancı dil bilen, Türkçe konuÅŸması düzgün, üniversite öğrencisi bir hanımkız, ÅŸahsen hiç katılmadığım halde, dahil olduÄŸum burjuva sınıfın görüşlerini temsil ediyor olarak farz edilmektedir. Öte yandan, toplam ikibin kelimeden ibaret kelime hazinesiyle, bir baÅŸka kiÅŸi, salt, "egemen, özgürlükçü, emekçi, ulusçu tavır" gibi kelime ve kavramları kullandığı için emeÄŸin sesi olabilmektedir. Üçüncüsü, Murat Bardakçı'nın yayınlamış olduÄŸu NesliÅŸah Sultan mektubundan ve davranış ÅŸeklinden de anlaşılacağı üzere, bilmeyenler için kısaca özetleyeyim, Prof. Dr. Esad ÇoÅŸan'ın defin yeri krizinde Osmanlı Hanedanı'nın hayattaki en yaÅŸlı üyesi CumhurbaÅŸkanı'na hitaben bir mektup hazırlıyor ve fakat geliÅŸmeleri bekleyerek göndermiyor. CumhurbaÅŸkanı'nın vetosunun ardından bir baÅŸka teÅŸekkür mektubu yazılıp gönderiliyor, siyasetçilerin ve bireyler olarak bizlerin, kriz yönetimi ve terbiye açısından olduÄŸu kadar lisanımızı bilmek ve kullanmak açısından da alacağı ciddi dersler vardır. Ezcümle söylemek istediÄŸim, geçmiÅŸte yapılan hatalardan ders almanın önemli olduÄŸu kadar, geçmiÅŸimizle barışık olmamızın, sırf siyah - beyaz gözlüklerle deÄŸil belki de "gözlüksüz" olarak bakmamızın gerek kendimiz gerekse de ülkemiz için çok daha akılcı olacağıdır. Kaan VOLKAN- 12 Mart 2001, ÇarÅŸamba Â
button