Güncelleme Tarihi:
Yayınlanan bir kamuoyu yoklaması gösteriyor ki, Türk gençliğinin (bu demektir ki Türkiye’deki nüfusun %80’inin) Türkiye’den ümidi kalmamış. Büyük kısmı bir dış ülkeye gitmek istiyor, geleceğinden ümitsiz, Türkiye’nin içine itildiği çıkmazı aşamayacağı kanısında...
Kurtuluş Savaşı’nı mihver alarak, meseleyi iman noktasından değerlendirirsek, Türkiye, Kurtuluş Savaşı’nı kaybetmiş gibi görünüyor.
Bu ürkütücü tablonun arkasında ne var?
Temel bela, bilinçsizlik ve nemelazımcılıktır. Nemelazımcılık, imansızlığın en yıkıcısıdır.
İkinci sırayı içten ve dıştan ortaklaşa yürütülen vicdansız talan almaktadır.
Ülkenin gücünü, güvenini ve kişiliğini ifade eden ne varsa talana açık haldedir.Yabancı süper marketler Türkiye’ye dolarak kendi mallarımızı bize pazarlayıp bizi sömürmekteler. İçeride bizi biz yapan, Türkiye’nin adını, kişiliğini simgeleyen tüm markalarımız yok ediliyor.
Bir yandan bilinçaltımız, öte yandan kesemiz ve kasamız boşaltılıyor.
Ve birileri, bu alçak çökertme operasyonuna liberalizm ve küreselleşme adı altında sürekli destek veriyor.
Dışarıdan gelen talancıların bir tanesi olsun, bir tek şey üreterek veya bir kuruş getirerek girmiyorlar Türkiye’ye. Geliyorlar, kendi malımızı allayıp pullayıp, âdeta hokus-pokus yaparak bize satıyorlar; ceplerini doldurup çekip gidiyorlar.
Erdemir, Telekom, Tekel, Petkim, Tüpraş, Seydişehir Alüminyum‘özelleştirme’ adı altında talancılara verildi.
Türkiye’de ‘özelleştirme’ sözcüğü artık, ‘hıyanet’ anlamına gelmelidir. Bunu böyle bilmedikçe iflah olmayız.
Özelleştirme adı altında talana açılan dev kuruluşlarımız, stratejik anlamları bakımından ülkemizin olmazsa olmaz kuruluşları niteliğini taşımanın yanında ekonomik ölçütler açısından da âdeta para basan makineler gibidirler. Hepsi, her şeye rağmen (onları talana açmak için yıllardan beri çökertmeye çalışan hıyanete rağmen), ülke ekonomisine en büyük katkıyı sağlayan kuruluşlardı.
Bütün bunlar bilinirken “Satılacaklar!” diye bu ısrar neden?
Halk bize sürekli şunu soruyor:
“Cumhuriyet ve kurumlarından intikam mı alınıyor?”
Hangi hıyanetin ve hangi Türkiye nefretinin uğursuz parmağı basmıştır düğmeye ki, uğursuz gidiş bir türlü durdurulamıyor? Nasıl oluyor da aklın, insanlığın, ekonominin tüm verileri ayaklar altına alınarak Türkiye’nin geleceği peşkeş çekiliyor.
Gelibolu ranta açılarak Çanakkale’nin ruh ve mânâsından intikam alınıyor. Şehit dedelerimizin kefensiz bedenleri üstüne talancılara ‘turistik otel’ yapma imkânı veriliyor. Bunun nihaî anlamı, şehitlerimizin üstünde fuhuş çığırının açılmasıdır. Otel ve işletme yapmak için Çanakkale’nin öteki yerleri ne güne duruyor? Mesele yer meselesi değil, Haçlı kurmayların talimatına uyma meselesi. Oyları, aldatılmış Müslümanlardan toplayan teslimiyetçi ekip, iplerini ellerine verdikleri ağalarının buyruklarını yerine getirip gönüllerini hoş etmenin peşindeler. Yarın bir gün Selimiye Camii’nde Hıristiyan ayini düzenlemek isterlerse şaşmayın.
Bunların şu yaptıklarının onda birini bir başka iktidar yapmaya kalksaydı değil sadece kendisinin, yedi sülalesinin ne dini kalırdı ne imanı, ne İslam’ı. Ama eğer dinci iseniz,dine ve Müslümana her türlü zararı vermekte serbest oluyorsunuz.
Dindar denen zümre, Allah ile aldatılmayı Allah’a kulluk zannedecek bir cehalete teslim edilmiş. Bu aldatılmış zümrenin uyanışı, anlaşılan o ki, ancak âhirette mümkün olacak.
Dinci sömürü ekipleri bunu biliyorlar ve bu yüzden rahatlarırn hiç bozmuyorlar. İslam’ın ve Müslümanın bütün izzet ve haysiyetini Haçlılara teslim ediyorlar, sonra iki rekât namaz kılıp bir besmele çekerek Müslümanların ağzını-dilini bağlıyorlar. Yani Müslüman, namaz ve besmelenin kendi kaderini karatma aracı yapılmasına seyirci kalıyor.
Bu halk, bu ölümcül aldanıştan kurtulmadıkça ne Allah’a kul olabilir ne de insanlık kervanında onurlu bir yerin sahibi...
Bu noktada, hayatî soru şu:
İslam’ın ve Müslümanın mahvına yol açan bu oyunun maskesini nasıl düşüreceksiniz?
Müslüman halk anlamak istemiyor, aldanmak istiyor. Aldanmak istemeyenlerin bile aldatıldıkları bir dünyada aldanmak isteyenleri nasıl kurtaracaksınız?
Evet, Türkiye’nin durumu 1919’dakinin aynı. Şartlar aynı. İmkânlar o günden daha iyi ama iman ise o günkünden çok gerilerde.
Şartları aynı, yani Haçlı emeller aynı ve imkânlarımız daha iyi ise nasıl oluyor da ümit ve iman daha geride oluyor?
Mümtaz Soysal bu durumu, ‘Türkiye’nin üstüne ölü toprağı atılmış’ diye ifadeye koyuyor. Ve ekliyor: “Başkaldırmak ve bu işgale ‘dur’ demek için ne beklenmekte? Yunan’ın tekrar İzmir’e çıkması mı?” (Cumhuriyet, 23 Mayıs 2005)
Bizim bu millete, Tanrı’nın ve tarihin huzurunda söyleyeceğimiz şudur:
Eğer Türkiye toparlanamaz, siyaset, ekonomi ve kültür alanlarında belirginleşen yeni Kurtuluş Savaşı’nı kazanamaz, Haçlı kurtların hırs ve kinlerine yenik düşerse tarih ve bu millet bilmelidir ki bunun sebebi imkânsızlık değil, imansızlık olacaktır.