Güncelleme Tarihi:
İSLAM düşünce tarihinde, İslam’ı anlama, açıklama ve yaşamaya yönelik birbirinden farklı yorum gelenekleri ortaya çıkmıştır. Kimisi, dini anlama ve anlamlandırmada olgunun tahliline büyük önem vererek aklın ve akıl yürütmenin nüfuz alanını genişletmekte; kimisi aklı ayet, hadis ve dini metinlerin lafzi anlamına hapsederek metnin hâkimiyetini kurmaya çalışmaktadır. Kimisi de, sorunların çözümünü belli şahıslara, yani siyasi- karizmatik lidere veya gizemli güçlerle donatılmış sufi önderlere (şeyh ve kutub) havale etmektedir. Kimisi ise geçmişten günümüze kadar gelen dini tecrübeye (sünnet ve asar), yani ilk nesillerin dini anlama ve yaşama biçimlerini ideal bir dönem (asr-ı saadet) olarak sunmaktadır.
KUFE VE AKIL TARAFTARLIĞI
III/IX. asrın ikinci yarısı ile IV./X. asrın başlarında yaşamış olan Mâturîdî, temelleri Kufe’de atılmış Akıl Taraftarlığının Orta Asya’daki en önemli temsilcilerinden birisidir. İmam Mâturîdî, hem bilginin konusu olan varlık, siyaset, din, şeriat, toplum ve sosyal hayata ait olguları çözümleyebilmek ve hem de hangi dinden ve mezhepten olursa olsun herkesle tartışabilecek ortak bir zemin ve tutarlı bir bilgi kuramı oluşturmakla işe başlamıştır. İmam Mâturîdî’nin dini bilgi üretme ve dini-toplumsal sorunları çözümlemedeki akılcı yöntem ve yaklaşımının oluşmasında birinci derecede akla, delilli konuşmaya, akıl yürütmeye, tefekküre, tedebbüre, teakkule önem veren Kur’an ayetleri, Hz. Muhammed’in uygulamaları ve Türk kültürü etkili olmuştur. Özellikle şeri hükümleri illetten ziyade maslaha dayandıran ve dini sorunların çözümlenmesinde akla büyük bir nüfuz alanı tanıyan Ebû Hanife’nin akılcı yöntemi onun akılcı din anlayışının genel çerçevesini belirlemiştir.İmam Mâturîdî, diğer bilgi kaynaklarını kontrol etme niteliği dolayısıyla, aklı bilgi nazariyesinin merkezine yerleştirir. Ona göre akıl, Allah’ın insanoğluna verdiği en yüce bir emanetidir. Ayrıca Allah, aklı, yararlı ile zararlıyı belirlemede, iyi ile kötüyü ayırt etmede kullanılması gerekli bir vasıta olarak yaratmıştır. Dinî bilgi ve diğer bilgi alanları arasında her hangi bir ayrıma gitmeksizin güvenilir bilgiye ulaştıran yollarını, duyular, haber ve akıl olarak sınırlandırır. İmam Mâturîdî’nin eserlerinde nesnelerin bilgisini elde etmeye yarayan görme, duyulara; işitme, habere; kalp de akla karşılık kullanılmıştır. Her birisi kendine ait bilgi nesnelerini bilmede daha yetkili ve güvenilir olmakla beraber, onların verilerinin doğruluğunu belirlemede ölçüt akıldır.
İNKÂR VE İNANCIN KAYNAĞI
Mâturîdî, akıl, duyular ve haber yoluyla elde edilen verileri, dinî bir değer atfederek Allah’ın ayetleri ve kanıtları (mucizeleri) kapsamında değerlendirir. Ancak mucizeler, insanları imana mecbur eden delil ve hüccetler değildir, sadece insanların kendi ihtiyarlarıyla inanmaları için onları iknaya yönelik delillerdir. Buna rağmen, iradesini kullanarak inkara kalkışanlar da olacaktır. İmana mecbur eden delillerle iman etmek, kişinin irade ve ihtiyarını ortadan kaldırdığı için geçersizdir. O, inanma ve inkâr eylemini, akılla elde edilen kesin bir bilginin tasdiki şeklinde anlar. Bu bakımdan her inananın, inancını akıl yoluyla elde ettiği sağlam bilgi ve delillerle desteklemesi şarttır. Bunu başaramayan kimsenin taklit yoluyla inanması, mazur görülmez. Çünkü taklit dinlerin ve mezheplerin doğruluğunun ölçüsü olamaz. Mâturîdî, aklı, haber ve duyuların sağladığı bilgilerin doğruluğu ve güvenilirliğini belirlemede yanılmaz ölçüt olarak görür. Çünkü gerek duyu yoluyla, gerekse haber yoluyla bilgi edinirken akıl yürütmek gereklidir. Allah, Kuran’ın kendi katından olduğunu akıl yürütme yöntemiyle ortaya koymuş ve pek çok ayette gerçeğe ulaştıran ve doğru yolu gösteren aklı kullanmayı ve aklî temellendirmeye başvurmayı emretmiştir.
YARIN: MATURİDİ VE İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ
SURELERE iSiM VEREN AYETLER
TUR SURESİ: Mushaftaki sıralamada 52’nci, iniş sırasına göre 72’inci sure adını İlk ayetinde geçen ve genellikle Sina Dağı olarak anlaşılmış olan “Tur” isminden almıştır. Yemin ifadeleriyle hesap gününün kaçınılmaz bir gerçek olduğuna vurgu yapılarak başlayan sure, Hz. Muhammed’in peygamber olduğuna dair kanıtlara yer verir: “Tura, açık sahifeler üzerine yazılı Kitaba, Beyt-i Ma’mûr’a, yükseltilmiş tavana, kaynayan denize andolsun ki, rabbinin azabı mutlaka gerçekleşecektir; ona engel olabilecek yoktur!”
KURAN’DAN ÖĞÜTLER
ÖLÇÜYÜ TARTIYI TAM YAPIN: “Medyen halkına da kardeşleri Şu’ayb’ı peygamber gönderdik. O, şöyle dedi: ‘Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin ondan başka hiçbir ilahınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Ben sizi bolluk içinde görüyorum. Ben sizin adınıza kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum. Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. İnsanların eşyalarını (mallarını ve haklarını) eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Eğer inanan kimselerseniz Allah’ın bıraktığı helâl kazanç sizin için daha hayırlıdır. Ben sizin başınızda bir bekçi değilim.” (Hûd, 11/84-86)
KAYNAK: KUR’AN’DAN ÖĞÜTLER- Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Prof. Dr. Hasan ONAT
Din ve bilim işbirliği yapmalı
İLGİNÇ zamanlarda yaşıyoruz; din ve bilim kavramlarının birlikte zikredilmesi bile bazı insanları rahatsız etmeye yetiyor. Oysa din, öncelikle insanın başlı başına bir değer olduğunu insana öğretebilmeli; bilim de varlığını bilgiye, öğrenmeye, anlamaya borçlu olduğunu bilimle ilgilenenlere anlatabilmeli… Din de, bilim de, insanların birbirlerini anlamalarına engel olmamalı. Eğer insanlar bilim ve dinin birlikte zikredilmesine bile tahammül edemiyorlar ise, onların din anlayışları da, bilim anlayışları ciddi olarak sorunlu demektir... Din de, bilim de insan için vardır. Bunların çatışması, geçmişte mutluluk getirmemiştir; bundan sonra da getirmeyecektir. Üstelik böyle bir çatışmanın asla galibi de olmaz. Din ve bilim birbirinin alternatifi değildir.
NE DİNDEN NE BİLİMDEN
Tarihi tecrübemiz açıkça göstermektedir ki, ne dinden, ne de bilimden vazgeçmek mümkündür. Din kültürün şekillenmesindeki başat etkenlerden birisidir. Bu bakımdan bırakın dindar olup olmamayı, insanı ve onun yarattığı kültürü doğru anlayabilmenin anahtarı dindir. Bireysel tercihler ne olursa olsun, din konusunda bilgi sahibi olmak, toplumda birlikte yaşamanın insana yüklediği bir sorumluluktur. Daha da ötesi, din insanlık tarihi boyunca insanla birlikte var olmuştur ve öyle anlaşılıyor ki, var olmaya da devam edecektir. Bugün gelinen noktada, dinin yeniden ön plana çıkmış olması, din olgusunu dışlayarak, ya da görmezlikten gelerek herhangi bir şey yapmanın pek mümkün olmayacağını göstermektedir. Sorunun dindarlıkla, din konusunda bilgi sahibi olmanın birbirine karıştırılmasından kaynaklandığını düşünmekteyiz.
DİN KİMSENİN TEKELİNDE DEĞİLDİR
Din kimsenin tekelinde değildir. Dini hassasiyetleri yüksek olmak, her zaman din konusunda bilgi sahibi olmak anlamına gelmez. Bazı insanların dinle ilgili birtakım olumsuz düşünce, tutum ve tavırları dinle özdeşleştirilmemelidir. Dindarlık bireysel bir tercihtir; din konusunda bilgi sahibi olmak ise, insan olmanın beraberinde gelen önemli ve anlamlı bir sorumluluktur. Dini birazcık bilen insanlar birbirlerini daha iyi anlayabilirler. Türkiye’deki sağırlar diyalogunun din konusundaki derin cehaletle ilgili olduğunu hatırlatmak isteriz. Aynı şekilde bilimi devre dışı bırakarak bir yere gitmek de imkansızdır. Bilim, her şeyden önce tüm insanlığın ortak tecrübesini içinde barındırır. Varlığını sürdürebilmek için ilgi alanına giren her şeyi anlamaya ve açıklamaya çalışan insanoğlunun, bu doğrultudaki emeği, bilimi yaratmıştır. Bilim bütünüyle insan ürünüdür. Beşeri yaratıcılığın zirvesinde bilim ve sanat vardır. Bu bakımdan özgürlüğün olmadığı yerde, bilim de olmaz. Bilimin en büyük düşmanı, bilimin insan ürünü olduğunu unutarak onu dogma haline getirenlerdir. Bilim öncelikle insana haddini bildirir. İnsanın bilimsel bilgisi arttıkça, bilinmeyen alanın büyüklüğü ortaya çıkar.
DİNİN VE BİLİMİN İŞBİRLİĞİ
Din-bilim çatışmasını besleyenler, bilimin ve dinin üstüne basarak var kalmaya ve itibar kazanmaya çalışanlardır. İnsanlığın geleceği açısından dinin ve bilimin işbirliği yapması bir tür zorunluluktur. Dinin bilgi boyutunun bilime, elde edilen gücün kontrolü için de bilimin dine her zaman ihtiyacı olacaktır. Toynbee’nin şu tespitleri dikkat çekicidir: “Uygarlık, diye adlandırdığımız gelişme teknolojide, bilimde ve gücün kişisel olmayan bir biçimde kullanılışındaki gelişmedir; dürüstlükte yani ahlâkta bir gelişme değildir. Her teknolojik gelişme beraberinde bir güç artışı getirir ve güç de iyiye veya kötüye kullanılabilir. Günümüz toplumunun en ürkütücü yanı teknolojinin sağladığı gücün son zamanlarda şimdiye kadar görülmemiş bir ölçüde ve oranda artmasına karşın, çok büyümüş olan bu gücü kullananların ortalama ahlâk -veya ahlaksızlık- düzeylerinin ya sabit kalmış ya da daha aşağılara düşmüş olmasıdır.” Dinden de, bilimden de vazgeçmek mümkün olmayacağına göre, insanca yaşayabilmek için bunlardan en iyi şekilde yararlanmayı düşünmek akıllıca bir davranış olmalıdır. Dinin bilime, bilimin dine; insanın ise her ikisine de ihtiyacı vardır.