İmam Malik kimdir?

Güncelleme Tarihi:

İmam Malik kimdir
Oluşturulma Tarihi: Mart 27, 2018 14:55

Soy bakımından Arapların iki ana kolundan biri olan Kahtanilere (diğeri Adnaniler) mensup olduğundan bu kabilenin bazı alt kollarına istinaden Asbahi, Yamuri, Himyeri ve kökenlerinin Yemen olmasından dolayı Yemeni isimleriyle anılmıştır. Peki İmam Malik kimdir? İşte hayatından çarpıcı detaylar

Haberin Devamı

“İnsanların sözü hem alınır, hem de reddedilir. Ancak şu kabrin sahibi Muhammed’in (s.a.v.)’in sözü başka… O reddedilmez.” Tam adı Ebu Abdullah Malik b. Enes b. Malik b. Ebi Amir el-Asbahi el- Yemeni’dir. Doğum tarihiyle ilgili olarak farklı tarihler verilse de 712 yılı akla daha yakındır. Dedesi Malik veya onun babası Ebu Amir Yemen’den gelerek Medine’ye yerleşmiş, burada Beni Teym b. Mürre kabilesinin halifi olmuştur. İmam Malik’in babası Enes, kendi babası ve kardeşleri kadar ilimde tanınmış bir kişi olmamakla birlikte ondan da bazı rivayetler aktarılmıştır.

İmam Malik devrin önemli fikir merkezlerinin başında gelen Medine’de yetişti. Önceleri öğrenimle ilgilenmeyip güvercinlerle vakit geçirirken bir gün babasının sorduğu bir soruya kardeşi Nadr’ın doğru, kendisinin yanlış cevap vermesi üzerine öğrenime karar verdiğini ve hadis dersi almaya başladığını söyler. Kur’an’ı bu sırada ezberlemiş olmalıdır. Yedi yıllık öğrenim hayatından sonra tanınmış fakih (fıkıhçı) Rebiatürrey’in derslerine katıldı. Fıkıh anlayışının gelişmesinde ve yönteminin şekillenmesinde re’y (Kur’an ve hadiste açıkça bildirilmeyen bir sorun hakkında dini delillerden çıkarılan hüküm) taraftarı bu hocasının etkisi altında kaldı. Çok sayıda hocadan hadis dersleri aldı.

Haberin Devamı

Zekâsı ve gayreti sayesinde kısa sürede ilerleyen ve hocalarının takdirini kazanan Malik yirmi yaşlarında ders ve fetva vermeye başladı. Mescidi Nebevi’deki dersleriyle kısa zamanda üne kavuştu. İslam dünyasının farklı bölgelerinden öğrenciler ondan hadis dinlemek ve fıkıh öğrenmek için gelirlerdi. Özellikle hac mevsimleri sırasında derslerine yoğun ilgi olurdu. Önceleri Mescidi Nebevi’de ders verirken ileriki yıllarda derslerini evinde sürdürdü. Bir taraftan düzenli şekilde ders verip öğrenci yetiştirirken diğer taraftan da hac için Haremeyn’e gelen din adamları ile görüşmelerde bulunarak İslam bilgisini ilerletti. Özellikle Şeybani onun meclisine üç yıl kadar devam etmiş, Malik de bu vesileyle Irak’taki fıkhı öğrenme imkânı bulmuştur. İmam Malik’ten ders alan öğrencilerin sayısı binleri bulmakla birlikte kendi görüş ve mezhebinin yayılmasına ancak bir kısmı öncülük etmiştir.

Haberin Devamı

Hayatının yarısını Emeviler, yarısını Abbasiler devrinde geçiren Malik’in kendi dönemindeki siyasi olaylardan uzak durduğu, mevcut yöneticilere de karşıtlarına da açık bir destek vermediği ifade edilmiştir. Gayri meşru veya adaletsiz görülen bir yönetime karşı çıkılırken daha büyük zararlara yol açmanın doğurduğu tedirginlik yanında karşı çıkanların diğerlerinden farklı olup olmayacağına dair tereddütler, dönemindeki birçok büyük bilgin gibi Malik’in de isyanı hoş karşılamayıp devlet adamlarına adaleti tavsiye etme yoluna gitmesinin başlıca sebebi olduğu ileri sürülmüştür. Bu tavır nedeniyle hilafet konusunda açıkça fikir açıklamadığı görülmektedir. Yöneticilerle iyi ilişkiler içinde bulunmasına rağmen zaman zaman İmam Malik de haksız muamelelere maruz kaldı. Halife Ebu Cafer el-Mansur’a yapılan biatın geçersiz olduğunu ima ettiği iddiasıyla 763 yılında Medine valisinin emriyle tutuklanıp kırbaçlandı. Halife Mansur hac için geldiğinde kendisini çağırarak özür diledi ve gönlünü aldı. Ayrıca ondan derlediği hadisleri kitap haline getirmesini, bunu çoğaltarak bütün şehirlere göndermeyi ve onunla birlikte davranılmasını emretmeyi düşündüğünü belirttiyse de Malik bunun doğru olmadığını söyleyerek karşı çıktı. Halifelerin yönetim ve yargıda birliği sağlamaya yönelik bu tekliflerine, her bilginin kendisine ulaşan sünnet mirası ve yaşadığı çevrenin şartlarına bağlı olarak farklı görüşler taşımasının doğal olduğunu, aksi bir görüş ve uygulamaya zorlamanın doğru sayılmadığını belirterek karşı çıkmıştır. Hac veya umre için Mekke’ye gidişleri dışında Medine’den ayrılmamış, Medine’nin manevi değeri yanında buradaki zengin düşünsel ortam da gerek öğrenciliği gerek hocalığı zamanında başka yere gitmekten onu alıkoymuştur.

İmam Malik, geçirdiği kısa süreli bir rahatsızlıktan sonra 7 Haziran 795 tarihinde Medine’de öldü, cenaze namazını Medine valisi kıldırdı ve Baki Mezarlığı’nda defnedildi. Rivayete göre Malik güzel ve pahalı elbiseler giyer, bunu gerekli görürdü. Evinin döşenmesine ve görünüşüne dikkat eder, güzel eşyalar alırdı. Yeme içme konusunda da titiz olduğu, beslenmesine özen gösterdiği kaydedilir. Vakarlı ve heybetli bir görünüme sahipti; meclisinde yüksek sesle konuşulmaz ve tartışma yapılmazdı. Bir konuda olumlu veya olumsuz bir görüş belirttiğinde kimse sebebini sormaya cesaret edemezdi. Takva sahibi ve abid (itaat ve ibadet eden) bir kişi olduğu söylenir.

Haberin Devamı

Fikirsel Yönü
Sağlam hafızası yanında sabrı ve disiplini sayesinde hadis ve fıkıh alanlarında ilerleyen İmam Malik kendi zamanında ve daha sonra gelen bilginler tarafından övülmüştür. Gerek Emeviler, gerekse Abbasiler zamanında halifeler ve valilerle iyi ilişkiler kuran Malik bunu onlara hakkı ve doğruyu tavsiye etmenin bir vesilesi olarak gördüğünü ifade etmiştir. Devlet adamlarıyla sıkça görüşmesi eleştirildiğinde bunu bilerek yaptığını, böylece yöneticilerin layık olmayan kişilerle fikir alış verişinde bulunmasını önlemeye çalıştığını söylemiştir. Hac için Medine’ye gelen halifeler ona saygı gösterir ve kendilerine öğüt vermesini isterlerdi. Halifeler kendisinden hadis dinledikleri gibi ders almaları için çocuklarını da ona göndermek istemişlerdir. Fetva konusunda olduğu gibi hadis rivayeti konusunda da çekingen davranır, çok hadis rivayet edenleri, her bildiğini söyleyenleri kınar, böyle yapanların insanların sapmasına sebep olabileceğini söylerdi. Öldüğünde evinde sandıklar dolusu hadis yazılı sayfalar bulunduğu halde sağlığında bunları rivayet etmediği anlaşılmıştır. Hadislerin güvenilirliğini saptama konusunda otoriteydi. Kendisi güvenilir olduğu gibi rivayette bulunduğu kimseler hakkında da aynı titizliği göstermiştir. İmam Malik dört kişiden ilim alınmayacağını söylerdi: Eğlence düşkünü olanlar, bidatla (İslam dininde Hz. Muhammed zamanından sonra ortaya çıkan değişik yargılar ve ilkeler) uğraşanlar, insanların sözlerine yalan katan kimseler, fazilet sahibi olmakla birlikte yaşlılığından dolayı ne dediğini bilemez, lafı karıştırır durumda olan kişiler.

Haberin Devamı

Hadis rivayet edeceği kimseleri seçme, onlarda belli özellikleri arama konusundaki hassas davranmıştır. İmam Malik büyük bir muhaddis (hadisçi) olması yanında fıkıh alanındaki bilgisi, fetva ve içtihatlarıyla da devrinin önde gelenlerindendi. Onun yaşadığı dönemde bu iki alanla ilgili uzmanlaşma birbirinden tamamen ayrılmış durumda değildi. Hicaz merkezli hadis ve Irak merkezli re’y ayırımı da mesleki ayrılıktan çok iki ayrı bölgenin fıkıh anlayış ve yaklaşımını yansıtmaktaydı. Hadis rivayeti ve yaşayan sünnet bakımından büyük mirasa sahip olan Medine’de karşılaşılan meselelere çözüm bulmaya çalışılırken hadis ve sünnete ağırlık verilmesi doğaldı ve ihtiyaca cevap verebiliyordu. Ayrıca Ömer b. Abdülaziz gibi bazı halifelerin çabaları hadisle uğraşan bir bilginler zümresinin oluşmasına zemin hazırlamıştı. Buna karşılık farklı din ve kültürlerin bir arada bulunduğu, siyasi ve düşünsel hareket ve karışıklıkların hüküm sürdüğü Irak bölgesinde hadislerin kabulünde daha ihtiyatlı davranılmış, hakkında dogma bulunmayan konularda re’ye başvurarak karşılaşılan sorunların çözümüne gidilmiştir. İmam Malik’i, Şafii ve Ahmed b. Hanbel gibi hadis uzmanı, Ebu Hanife ve öğrencilerini ise re’y uzmanı saymak daha uygundur. İbni Haldun da Irak’taki düşünce adamlarının re’yci, Hicaz’dakilerinse hadisçi olduğunu, ilkinin imamının Ebu Hanife, diğerinin imamının Malik olduğunu belirtmiştir.

Haberin Devamı

İmam Mâlik fıkhi (fıkıhla ilgili) bir konuda kendisine danışıldığında hemen görüş belirtmez, konu üzerinde uzun süre düşünür, araştırma yapar, sonra cevabını verirdi. Öğrencisi İbnü’l-Kasım onun, “Bir mesele hakkında on küsur yıldan beri düşünmekteyim, henüz kesin bir görüşe varamadım” dediğini aktarır. Kur’an ve sünnete aykırı davranmaktan, Allah ve peygamber adına yanlış bir hüküm vermekten çekindiği için fetva konusunda hassas davranır ve acele etmediği söylenirdi. Bu sebeple henüz meydana gelmemiş soyut meselelerle ilgili olarak görüş belirtmez, bir şeyin helal veya haram olduğunu söylemek yerine, “Şu güzeldir, bir beis yoktur veya şundan hoşlanmam” gibi ifadeler kullanırdı. Kur’an ve sünnette açık hüküm bulunmayan konularda görüş bildirirken, “Zannımızca böyledir, böyle sanıyoruz, kesin olarak bilmeyiz” gibi ifadeler kullanır, belli bir görüşe ulaşamamışsa çekinmeden bunu da söylerdi. Bazı konularda tartışsa bile münazara ve tartışmadan hoşlanmaz, meclislerinde buna izin vermezdi. Ona göre tartışma kalbe kasvet verir ve kin doğururdu. Mahkemelerin verdiği hükümleri de hiçbir şekilde tartışmaz, bunun devletin işi olduğunu söylerdi. Medine valisinin adli konularda kendisine sıkça başvurduğu ve onun görüşleri doğrultusunda suçluları cezalandırdığı kaydedilir.

Çeşitli mezhep ve grupların ileri sürdüğü kelam sorunları üzerine tartışmaya girmekten hoşlanmayan İmam Malik, bununla birlikte zaman zaman bu hususlarda görüşlerini kısaca belirtmiş, ancak muhalif görüş sahipleriyle tartışmaya girmemiştir. Onun batıl mezhep üyeleriyle tartışmaya girmemesinde, yaşadığı çevrenin yabancı unsurlara ve fikir akımlarına diğer İslam ülkelerine oranla daha kapalı olmasının etkisi vardır. Malik’e göre gerçek iman kalpten gelen inanç, söz ve işten oluşur. İşler de imandan sayılır. Günah işlemenin imana zarar vermeyeceğini, kişinin bundan vazgeçip tövbe etmesi halinde bağışlanma ümidinin bulunduğunu kabul ederdi. Yine Kur’an’daki ilgili ayetlerden hareketle müminlerin ahirette Allah’ı göreceklerini ifade etmiştir. Sahabe arasında bir üstünlük söz konusu olmamakla birlikte Hz. Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ı diğerlerinden farklı kabul ederdi. Hilafet hakkında açık bir beyanı yoksa da bu konudaki yaklaşımından hilafeti Hz. Ali veya Haşimi soyuna özel görmediği anlaşılmaktadır. Malik’e göre, meşru halifelik biat yoluyla olmakla birlikte zorla yönetimi ele geçiren kimse adil olursa yönetimi meşruiyet kazanır, ona karşı isyan câiz olmaz. Eğer adil değilse sabrederek onu doğru yola getirmeye çalışmalı, kan dökülmesine ve daha fazla zulme yol açacağı için isyana girişmemelidir.

Yöntemi: İmam Malik, bazı fetvalarında dayandığı delilleri açıklamış ve bunları niçin esas aldığını belirtmişse de içtihatlarında benimsediği yönteme ve gözettiği ilkelere dair bir açıklamada bulunmamıştır. Kur’an üzerine teolojik tartışmalardan uzak duran İmam Malik, bu tür tartışmaların insanları ilahi vahyin asıl amacından uzaklaştıracağını düşünüyor, Kuran’ı dini hükümlerin ilk ve en önemli kaynağı kabul ediyordu. Onun düşüncesine göre, Kur’an Arapça olup söz ve anlamdan ibarettir; tercümesi onun yerine geçemez. Arap dilini ve çeşitli lehçelerini bilmeyen, Arap üslubuna vakıf olmayan kimselerin Kur’an’ı tefsir etmesi caiz değildir. Bir konuda Kur’an’da delil bulunduğu takdirde o esas alınır. Dinin ikinci kaynağı olan sünnet Kur’an’ın hükümlerini teyit ettiği veya açıkladığı gibi yeni hükümler de koyar. Kur’an ile sünnetin çelişmesi halinde Malik’in öncelikle Kur’an’ın yargısına göre davrandığı söylenir.

İmam Malik’in metodunda sahabe görüşlerinin önemli bir yeri vardır. Malik fıkıh konularında Hz. Ömer’in fetva ve uygulamalarına ayrı bir önem verirdi. Rivayet edilen bir hadisle sahabe görüşü çeliştiğinde sahabenin görüşünü de bir rivayet gibi değerlendirerek güçlü bulduğunu alırdı. Dinin önemsediği veya ortadan kaldırdığına dair delil bulunmayan maslahatlardan (işler) hareketle hüküm verme (istislah) yönteminin ilk olarak onun tarafından kullanıldığı kabul edilir. Bu metodun kavramsal çerçevesini belirleyecek açıklamalar kendisinden aktarılmasa de bazı konularda verdiği fetvaların bu ilkeye dayandığı görülür. Ancak maslahatın delil olarak göz önüne alınabilmesi için dinin genel kurallarına, kesin delillere aykırı düşmemesi, genel ve makul olması ve kullanımıyla bir güçlüğün kaldırılması gerekir. İmam Malik’in bilinen en önemli eseri el-Muvatta olmakla birlikte biyografi kitaplarında ona ithaf edilen bazı çalışmalar daha vardır.

Eserleri

El-Muvatta. Tefsirü Garibi’l-Kur’an.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!