Güncelleme Tarihi:
Başbuğ, ifadesine "Bugün 7 Ekim 2015. Türkiye'nin içinde bulunduğu durum nedir? PKK terör örgütünün eylemleri, Suruç saldırısından hemen sonra beklenmedik şekilde başladı. Daha önce yaşanmamış seviyede devam ediyor. Her gün şehitler veriyoruz. Yüreğimiz yanıyor. Şehit haberlerini takip bile edemiyoruz. Güneydoğudaki bazı yerleşim yerlerine ilişkin medyaya yansıyan görüntüler vahim ve endişe verici. Suriye hududunda Türk uçakları ile Rus uçakları burun buruna geliyor. Türkiye bu halde iken, bugün ben neden Yargıtay'dayım?
BAŞBUĞ'UN SAVUNMASININ TAMAMI
Türkiye ve bizler acaba enerjimizi yanlış yerlerde mi harcıyoruz? Burada ne yapacağım, ne konuşacağım?" diyerek başladı.
Başbuğ ifadesinde "2011 yılı başlarında, bir savcı hazırladığı iddianame ile bizim müebbet hapisle cezalandırılmamızı talep etti ve ÖYM de bu cezayı verdi" dedi.
"BAZI SORUMLULUKLAR TAŞIMAKTAYIM"
"Daha dört yıl geçmeden, aynı konu 25 Aralık iddianamesinde yer aldı" diyen Başbuğ, bu bölümü tekrar okudu.
"Aslında bu sözlerden sonra benim konuşmamı sonlandırmam, başka bir söz söylememem lazım" diyen Başbuğ, "Ben, Türkiye'nin 26. Genelkurmay Başkanıyım. Emekli olmuş olsam da bazı sorumlulukları hala taşımaktayım. Birinci sorumluluğum; bu süreçte hayatlarını kaybedenlere yani bu davaların şehitlerine karşıdır. İkinci sorumluluğum; bu davalar süresince özellikle Beşiktaş Adliyesinde ifade verirken, kendilerini kendi topraklarımızda, yani Türk topraklarında; "yabancı bir ordunun askeri gibi” hisseden, bu acıyı yaşayan, arkadaşlarıma karşıdır. Bu acıyı kimse unutturamaz. 11 Şubat 2011 günü Silivri'de Balyoz Davası duruşması sonunda yaşatılan acıyı da kimse hafızalarımızdan silemez. Üçüncü sorumluluğum; tarihe karşıdır. Belki bugün Türkiye'nin ve Türk Milletinin bu davalar karşısında yorulduğunu söylesek, pek yanlış olmaz. Ama, ileride mutlaka birileri bu dönemin tarihini sebep ve sonuç ilişkilerine dayanarak yazacaklardır. İşte onlara yardımcı olmayı da bir görev olarak kabul ediyorum. Dördüncü sorumluluğum ise; TSK'ne karşı yapılan bu komploların planlayıcı ve icracılarının yakalanıp, ortaya çıkarılıp, adil şekilde yargılanmalarını sağlamaktır. Bu olmadan, bu davalar, bu süreç bitmez. Bu nedenle, olayların büyük bir kısmını bire bir yaşayan birisi olarak bu komplolara ilişkin değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmak mecburiyetindeyim" dedi.
"CEMAAT İŞLENEN HUKUK CİNAYETLERİNİN ASLİ FAİLİDİR"
"TSK'ya karşı oynanan oyunun arkasında kimler vardır?" diyen İlker Başbuğ, "George W. Bush yönetimi, TSK'ne karşı oynanan oyunu desteklemiştir" dedi.
Başbuğ, "2001 yılının başında ABD'nde George W. Bush Başkan oldu. Onun dönemi, Ilımlı İslam Projesine inanan ve uygulamaya çalışan ABD'ndeki Yeni Muhafazakarlar(neo-con)ın dönemi olarak ortaya çıkacaktı. Ayrıca, daha önceki Başkan B.Clinton döneminden itibaren de ABD'nde, Irak'a askeri müdahale planları üzerinde çalışmalara başlanılmıştı. 2002 yılı Kasım ayı seçimlerinden kısa bir süre sonra, 15 Kasım 2002'de Ankara'daki ABD Büyükelçisi Washington'a şöyle bir telgraf göndermişti.
'Türkiye'de ordu, bürokrasi ve yargıdan bir derin devlet vardır. Derin devletin merkezinde de Ordu bulunmaktadır. Derin devlet, ABD'nin de desteklediği reformların önündeki en büyük engeldir'
Bush yönetimi; Türk Ordusunu, derin devlet olarak görmekteydi. Bu derin devlet; Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesine, Ilımlı İslam konseptinin uygulanmasına, Türkiye'deki terör sorununun "siyasi çözüm ile çözülmesine engeldi. 1 Mart 2003'de tezkerenin geçmemesinin sorumluluğu da TSK'ne yıkılınca, bu yönetimin TSK'ne karşı yapılanlara sıcak baktığı, devlete ait bazı kurumların ve kurumlardaki bazı kişilerin bu oyunda rol aldıkları veya destek verdikleri ifade edilebilir.
Obama yönetimine ise farklı bakılmalıdır. Obama Yönetimi ise, başlangıçta bu soruna taraf olmaktan kaçınmış, ancak TSK'nin aşırı boyutlarda yıpratıldığını görünce, bu konuya ilişkin rahatsızlıkları açıkça seslendirmeye başlamıştır" ifadelerini kullandı.
"İSTANBUL VALİSİNE BU YAPILANDAN ÇOK RAHATSIZ OLDUĞUMUZU SÖYLEDİM"
Başbuğ, ifadesinde "Amirallere Suikast" soruşturmasıyla ilgili şunları söyledi:
"Kamuoyunda “Amirallere Suikast" soruşturması olarak bilinen Gölcük operasyonu 15 Temmuz 2009’da İstanbul Emniyet Müdürlüğüne ulaşan isimsiz ve imzasız bir e-posta ihbarıyla başladı. Donanma Komutanlığında görevli bazı teğmenler ile askeri okul öğrencilerinin uyuşturucu ve fuhuş temelli örgütsel faaliyetler içerisinde oldukları iddia ediliyordu. İstanbul Emniyet Narkotik Şübe Müdürlüğünün hazırladığı “sanık karar takip formu" incelendiğinde çarpıcı bir gerçek ortaya çıkıyordu. Belgenin üzerindeki tarih 28 Haziran 2009 idi. Demek ki, soruşturma e-posta ihbarı ile başlatılmamıştı. Komplo planlanmıştı. İstanbul Harp Akademileri Komutanlığı diploma töreninde karşılaştığım; İstanbul Valisine bu yapılandan çok rahatsız olduğumuzu söyledim. Vali, Başbakan’a bilgi verip müsaade istedikten sonra, Ankara’ya Genelkurmay Başkanlığı’na geldi. Vali’nin elinde iddia edilen “Kafes Eylem Planı" vardı.
“Kafes Eylem Planı", 21 Nisan 2009 günü ilginç bir şekilde Levent Bektaş’ın işyerinde bulunduğu ileri sürüldü. Anlaşılan geçen sürede polis bu komplo planı üzerinde çalışmıştı. İddia edilen planı karargah inceledi. Gecikmesiz olarak, incelenmek üzere Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na “Kafes Eylem Planı" gönderildi. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, ortada bir delil veya bilgi bulunmadığı için askeri savcılık tarafından soruşturma açılmasına gerek duymadı. Ancak, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 5 Kasım 2009’da “Kafes Eylem Planı" soruşturmasını açtı. Poyrazköy ve Amirallere Suikast soruşturmaları sonunda hazırlanan iddianameleri incelemeyi müteakip; 10 Şubat 2010 günü bir gazeteye röportaj verdim. Amacım, kamuoyunu bilgilendirmekti"
"İSTANBUL'DA BULUNAN CUMHURBAŞKANI İLE GÖRÜŞTÜM"
Başbuğ, "Balyoz" soruşturmasıyla ilgili Cumhurbaşkanıyla da görüştüğünü kaydederek şunları söyledi:
"Mart 2010’da “Balyoz soruşturmasından tahliyeler olmaya başladı. 3 Nisan 2010 günü, 12. Ağır Ceza Mahkemesi 97 “Balyoz" davası şüphelisi için yakalama kararı verdi. Olaya yine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı müdahale etti. Yapılan açıklamada ise şunlar söylenmişti: “Gözaltına alınması istenen subayların 78’i muvazzaf, 25’i general ve amiral. Böyle bir yakalama ve gözaltı kararının yol açacağı sonuçlar iyi değerlendirilmeli." Başsavcılık, aynı anda davaya bakan 2 savcıyı da görevden aldı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yazmış olduğu yazı ve yapmış olduğu açıklama, oynanan oyunu aslında, o gün ortaya koymuştu. Ancak, aynı noktaya gelmek için 5 sene geçecekti. Haziran 2010 ayı içerisinde “Balyoz" davasına ilişkin tahliyeler devam etti. “Balyoz davasından tutuklu olan kalmamıştı. 23 Temmuz 2010 tarihinde, savcılar bu seferde “Balyoz" davasındaki 102 kişi hakkında yakalama kararı çıkardılar. Karar, yasal olarak yanlış idi. O anda İstanbul’da idim. O sırada İstanbul’da bulunan Cumhurbaşkanı ile görüşüp, bu kararın uygulanmasının mümkün olmayacağını ifade ettim. Bu karar uygulanamadı. İtiraz üzerine, İlgili Mahkeme de bu kararı 6 Ağustos 2010’da yani Askeri Şura Toplantısı bittikten sonra iptal etti. “Balyoz" davası da sıkışmıştı. Yine, bir çözüm aradılar ve 6 Aralık 2010’da Gölcük, Donanma Komutanlığı’nda savcılar arama yaptılar. Bu aramada, yalnız “Balyoz" davası için değil, “Ergenekon" gibi davalar içinde önem taşıyan meşhur 5 No’lu Harddisk gibi. Poyrazköy davasına bakan mahkemenin görevlendirdiği bilirkişiler 5 No’lu Harddiskin manipüle edildiğini açıkça ortaya koydular. Elbette, “Balyoz" davası TSK’ne vurulan en büyük darbedir. Bu darbe ile, pek çok değerli Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin, TSK’nden ilişiği kesilmiştir. Tarih, bu davayı bir ülkenin, kendi ordusuna yapabileceği en büyük ihanet olarak yazacaktır. Bundan, hiç şüphem yok. Yeniden yargılanma neticesinde, 7 arkadaşım dışında herkes bu davadan beraat etti. O arkadaşlarımın da beraat edeceğine yürekten inanıyorum" diye konuştu.
"ÜZERLERİNE CÜPPE GİYDİRİLMİŞ ZAVALLILARDIR"
Ergenekon Savcıları ve hakimleri için de konuşan Başbuğ, "Onlar, bu andıç vasıtasıyla, kara propaganda ve dezenformasyon faaliyetlerinin icra ve organize edildiğini ileri sürerken, o anda ve ilerde Genelkurmay Başkanlığı’nda bu amaçla kullanılabilecek hiçbir internet sitesi olmadığını görmeyecek kadar vicdansız ve üzerlerine cüppe giydirilmiş zavallılardır" ifadesini kullandı.
"CEMAAT, BAŞI BELLİDİR AMA SONU BELLİ DEĞİLDİR"
"Cemaat işlenen hukuk cinayetlerinin asli failidir" diyen İlker Başbuğ, "Siyasi iktidar 'Ne istediler de vermedik' ve 'aldatıldık' ifadeleri ile cemaate gerekli desteği verdiklerini, zaten kendi sözleriyle açıkça belirtmiştir. Cemaat ise işlenen hukuk cinayetlerinin asli failidir. Bu cinayeti yargı ve emniyet içine yerleştirdikleri kadroları vasıtasıyla işlemiştir. Siyasi iktidarlar, siyasi partilerdir. Başı bellidir, sonu bellidir. Ne olursa olsun partiler ile hukuk çerçevesinde kalarak mücadele edilebilir. Sonuçta, seçimler ile millet siyasi partilerden hesap sorar. Ama cemaat, başı bellidir ama sonu belli değildir. Görülmezdir. Hele bu yapı Devleti ele geçirmeyi hedeflemiş ise, bu tehdidi görmezlikten gelemezsiniz" dedi.
"ONLARI GERİYE GETİREBİLECEK BİR GÜÇ VAR MIDIR"
"Ya bu süreçte hayatını kaybedenler? Onları geriye getirebilecek bir güç var mıdır?" diyen Emekli Orgeneral Başbuğ,
"Ortada yapılacak iki şey kalmıştır: Birincisi, bu süreçte zarar görenlerin 'itibarlarının' geri verilmesi, böylelikle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kırılan onur ve gururunun tamir edilmesidir. İkincisi ise, bu komploları planlayan, icra eden ve açıkça destekleyenlerin yargı önüne çıkartılarak, adil şekilde yargılanmasıdır. Hala önümüzde zaman ve şans olduğunu düşünmekteyim.
Heyetinizin bu tarihi fırsatı en iyi şekilde kullanacağına ilişkin inancımı koruyorum' diye konuştu.