Güncelleme Tarihi:
Yönetmen Ezel Akay, memur bir ailenin çocuğu olarak 1961’de Kastamonu’da bir evde doğdu. Banka memuru olan babasının görevi sebebiyle 10 sene içinde beş şehir değiştirdiler. Bir yaşındayken Kastamonu’dan ayrıldılar. Diğer iki kardeşinin biri Tarsus’ta, diğeri Konya’da doğdu. Akay ilk çocukluk anılarının altı yaşındayken geldikleri Konya’da olduğunu söyleyerek başlıyor anlatmaya: “Anaokulunda bir kukla gösterisi hazırlamıştım; ilk yönetmenlik denemem odur! Dört yıl Konya’da kaldıktan sonra ben dördüncü sınıftayken İstanbul’a geldik. Bir yıl Moda’da yaşadık. İlk işim de buradaydı; karpuzcunun yanında çıraklık yapmıştım. Sonra Bursa’ya geldik. İlkokulu orada bitirdim ve Bursa Erkek Lisesi’ne girdim. Babamla Zeki Müren sınıf arkadaşıydılar. Ben de onlarla aynı sınıfta okudum. Lise yıllarında hiperaktif bir ergendim! Okumaya da meraklıydım. O zamanın ‘statik interneti’ resimli bilgi ansiklopedilerinin bütün ciltlerini okumuştum. ‘Malumatfuruşluk’ bende oradan kaldı; her konuda yarım yamalak bir şeyler bilen insanlara ‘malumatfuruş’ denir... Okulda başarılı bir öğrenciydim. Ayrıca hentbol takımındaydım, Milli Takım’a kadar giden spor kariyerim oldu.”
‘TİTRE, YERİN BURA DEĞİL!’
Peki kültür-sanat hayatının neresindeymiş? “Ne etrafımda ne de kendi içimde bununla ilgili en ufak bir fikir veya deneyim yoktu” diye yanıtlayarak devam ediyor: “Gündelik eğlencelerim arasında bir şeyler icat etmek vardı. Bunun üzerine kendime makine mühendisliğini uygun gördüm. Gerçekten bihaberdim dünyada neler yapılır konusunda… En yüksek puanla Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nü kazandım. Oradan da makine mühendisliğine geçtim ama okula girdiğim ilk yıl ‘Titre, yerin bu yer değildir!’ dedim. Not ortalamam 2.00’a kadar düştü çünkü derslerden ziyade vaktimi sosyal kulüplerde geçiriyordum. 12 kulübe üye oldum. Taşradan gelen bir genç olarak bu kulüplerde hem yeni insanlarla tanışma hem de ilgimi çeken farklı faaliyetlere katılmak mümkün oldu; tiyatro, müzik, seramik kulüpleri… O dönem 18 yaşındaydım, sosyalleşme de benim için önemliydi. Yeni bir ülkeye gelmiş gibiydim.”
‘KULÜPLERDEN MEZUN OLDUM’
Üniversiteyi bitirdi ama Akay asıl mezuniyetinin Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları Kulübü’nden olduğunu söylüyor: “Halen de çok sağlam bir tiyatro geleneği ve arşivine sahiptir. İlk oyunumu 1979’da oynadım, yönetmenlik yaptım. Bana verdikleri rol Nazım Hikmet’in aynı isimli şiirinden bir uyarlamaydı; ‘Kartal kanatlı kanarya.’ Siyah Amerikalı aktivist Paul Robeson’u oynadım. Çok bas sesi vardır, benim de bas sesim vardı… Bir yandan makine mühendisliği de tıkır takır tukur diye gidiyordu. Okul bitmeye yakın son sene Dostlar Tiyatrosu’nda ‘Galileo Galilei’ oyununda oynadım. Artık tiyatro oyunculuğu yapacağıma kesin olarak karar vermiştim. Ailem olumsuz tepki göstermedi çünkü ‘Zaten mühendis oldu’ diye baktılar. Mezuniyetten sonra aşık olduğum kızın peşinden, cebimde 400 dolarla Amerika’ya gittim. Philadelphia’da üniversiteye yazıldım. Kayıta yetecek param yoktu ama beni idare ettiler. Bir yandan halıcıda, marangozda, aynı anda 3-4 işte çalışıyordum. Akşamları da Philadelphia’da küçük bir tiyatroda rol buldum. Türkiye’ye sinemayla ilgilenmeye karar vererek döndüm.”
MALKOÇOĞLU VE TARKAN’LA BÜYÜDÜM
“Çocukluğumda çizgi roman uyarlamalarını ve süper kahraman filmleri severdim; Tarkan, Malkoçoğlu, Süperman, Demiradam... Hepsini takip ettim. Onun dışında gençliğimde Fellini, Wes Anderson gibi yönetmenleri sevdim. Garip, mükemmel olmayan bir tarzım var. Ne yaptığını anlamış ve bulmuş bir yönetmen değilim, hâlâ merak ve deneme arzusuyla film çekiyorum.”
‘TÜRK FİLMLERİ YENİDEN DOĞDU’
“İlk filmimiz 1993’te senaryosunu Derviş Zaim’in yazdığı ‘Tabutta Rövaşata’ oldu. Güzel de bir iş oldu. Gişe diye bir şey yoktu, sadece 14 bin kişi seyretti… O zamanlar kimse Türk filmlerine gitmiyordu. Amerikan filmlerine gidiliyordu; “Ay Türk filmine gitmem” denen bir dönemdi… Ancak sonraki sene ‘Amerikalı’ diye bir filmle ilk defa 500 binlik gişe yapmış film gördük. Sonra Mustafa Altıoklar’ın ‘İstanbul Kanatlarımın Altında’ filmi de 700 binlik gişe elde etti ve 1998’den itibaren Türk filmleri yeniden doğdu… ‘Neredesin Firuze’yi yaptık. Özcan Deniz geldi bir gün; ‘Benim başımdan çok ilginç bir olay geçti, bunun film yapılmasını arzu ediyorum’ dedi. Biz de Levent Kazak ile çok heyecanlandık. O çok başarılı bir film oldu.”
‘GERÇEK MUTLULUĞU BATINCA BULDUM’
“2008’de ‘Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü’ filmini yaparak şirketi batırdım. Yüksek bütçeli bir filmdi ama gişeden aynı geliri alamayınca büyük borca battık ve şirketi kapattık. Ondan sonra da gerçek mutluluğu buldum… Meğer 10-15 yıl şirket ortaklığı yapmışım salak gibi, oysa sadece yönetmenlik yapsam çok daha mutlu olurmuşum. Benim için ondan sonrası kariyerimin en iyi dönemi oldu. O tek filmin borçlarını halen ödüyorum ama filmi yaptığım için pişman değilim. 12 milyon insan seyretti, keşke sinemaya gelip seyretselerdi…”
‘TÜRK İZLEYİCİSİ PEMBE DİZİLERE MAHKÛM DEĞİL’
Ezel Akay’ın Haluk Bilginer ve Demet Akbağ’ın oynadığı son filmi ‘Dokuz Kere Leyla’ da önümüzdeki günlerde online platformlarda vizyona girmeye hazırlanıyor. Akay, “Pandeminin sektöre faydası da oldu; herkes canlanıp platform dizileri yapıyor. Tek sorun, izleyiciler dijital platformdaki tüm dizileri seyretti ve bir bıkkınlık geldi. Artık Türk izleyicisi de pembe dizilere mahkûm değil; yaşları 13-30 yaş arası izleyiciler hiç pembe dizi izlemeden, sırf Avrupa dramalarını izleyerek geldiler ve daha ciddiye alınacak hikâyeler, beğendiklerinin yerli versiyonlarını istiyorlar” diyor.
‘YÜRÜYEREK KENDİME İŞ ARADIM’
Akay, devamını önce finali söyleyerek anlatıyor: “Sinema filmi yapmaya karar vermiştim ama salak gibi reklam yazarı oldum! Bir türlü iş bulamıyordum. Sonunda sokaklarda yürüyerek iş aramaya başladım. Taksim’den yola çıktım... Uluslararası bankacılık yapan bir kurumun müfettiş ilanına rastladım. İngilizcem iyi olduğundan imtihanı geçtim ama mülakatta ‘tiyatro’ deyince ‘Ezel Bey bu mesleğe uygun olduğunu düşünmüyoruz’ diye beni işe almadılar. Yürümeye devam ettim. Makine parçaları satan bir şirkete resumemi (özgeçmiş) vermiştim ki bir arkadaşım arayıp halen iş arayıp aramadığımı sordu. Aynı gün oluyor bunlar… Yürüyüşte Mecidiyeköy’ü geçmiş Zincirlikuyu’ya gelmiştim. Son durak Levent’ti, reklam yazarı arıyorlarmış. Boğaziçi Üniversitesi ve Amerika tecrübesi yetiyordu. Metin yazarı olarak işe girdim. Sinemaya yaklaştım diye düşündüm; hem metin yazarlığı hem de film çekilirken asistanlık yapıyordum.”
REKLAMCILIĞIN ALTIN YILLARI
“Bir buçuk sene orada çalıştıktan sonra sonra artık reklam değil film yapımcılığı yapmak üzere ayrıldım. Bir süre TRT’de ‘Hanımlar Sizin İçin…’ programında ve Yavuz Özkan’ın ‘Yağmuru Beklerken’ filminde yapım asistanlığı yaptım. Ondan sonra birkaç arkadaş reklam filmleri çekelim dedik. Emlak Bankası için bir film yaptık ve beğenildi ama projeden vazgeçildi! Arkasından Bukalemun isimli şirketimizi kurduk. Sene 1988’di; özel kanallar yeni açılmaya başlıyordu ve reklamcılık sektörü çok iyi durumdaydı. Haluk Bilginer ve Uğur Yücel’in oynadığı üç dakikalık reklam filmleri serisi çekmiştik… On milyon baloncuklu Fruko gazoz reklamı, İbrahim Tatlısesli ‘Bence BMC’ reklamı… Ondan sonra yılda 60 reklam filmi çektiğimiz birkaç dönemlerimiz oldu…”