İlk Laila tartışmasında İstanbul’u yıkmıştık

Güncelleme Tarihi:

İlk Laila tartışmasında İstanbul’u yıkmıştık
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 29, 2001 01:24

Bilim dünyası, Lale Devri'nin İstanbul'undaki dillere destan eğlencelerini devrin tarihçisi Raşid Efendi'nin "Vekayiname" isimli eserinden öğrendi.

Günlerdir devam eden Laila tartışmasının bir benzerini biz 18. yüzyılın ilk çeyreğinde de yaşamış, bugünlerde şeamet tellállarının kulaklara fısıldadıkları ‘‘sosyal patlama’’ya o zamanlar şahit olmuş ama çok acı bir fatura ödemiştik. İşte tarihlere ‘‘Lále devri’’ diye geçen 18 senelik bir tatlı hayatın ve hemen arkasından gelen Patrona Halil isyanının İstanbul'u harabeye çevirişinin, daha da fakirleşmemizin ve servet düşmanlığının matbaayı tahrip etmeye kadar varmasının öyküsü...

Günlerdir bir Laila tartışmasıdır gidiyor ve krizin Laila benzeri mekánlar yüzünden tırmandığı gibisinden abuk sabuk iddialar gündemi meşgul edip duruyor.

Benim Laila gibi mekánlara muhalefetim onların varlıklarına değil, sadece isimlerinin bugünkü yazılış biçimlerine, yani ‘‘Paşa’’nın ‘‘Pacha’’, ‘‘Leyla’’nın ‘‘Laila’’ olmasına; hatta ‘‘Eskici’’nin ‘‘Eskidji’’, ‘‘Köfteci’’nin ‘‘Köftedji’’ yapılmasına... Seneler öncesinde zaten kurutulup birkaç yüz kelimeyle konuşulur hale getirilen Türkçe, şimdi birilerinin özentisi yüzünden imlásından da oluyor, garip ve zavallı bir sömürge lisanına dönüyor.

DEPREM DURDU, YANGIN ÇIKTI

Ama işin bu tarafına bakılmıyor, servetini meşru yoldan edinip vergisini verenlerin canlarının çektiği gibi eğlenmeye hakları olduğu ve Laila'ların kapanması halinde müdavimlerinin çoğunun o parayı Avrupa'daki eğlence mekánlarında harcayacakları unutuluyor. Üstelik, zerafetin ve gerçek zenginliğin süzülmüşlüğüyle sonradan edinilen paranın verdiği yapmacık şıklığın üstten-baştan dökülüşünü görmek için Laila'dan uygun bir mekánın varolmadığı da hatırlara gelmiyor. Dolayısıyla, İstanbul gibi Türkiye'deki vergi gelirinin yüzde 45'ini ödeyen bir şehirdeki eğlence hayatının tartışmaya açılmasıyla gayet lüzumsuz bir iş ediliyor.

Aslında, biz bu tartışmaların bir benzerini İstanbul'da bundan 230 sene önce de yaşamış, şimdilerde şeamet tellállatının fısıldadıkları 'sosyal patlama'nın ne demek olduğunu o zamanlar tatmış ve çok acı bir fatura ödemiştik.

İşte, o zamanlardaki Laila'ların öyküsü ve ákıbeti:

Türkiye, 1689'da yaşanan Viyana bozgunundan sonra nefesi kesilmiş haldeydi. Bozgunun üzerinden epey zaman geçmiş ama ekonomi düzeltilememiş, sınır boylarında devam eden çarpışmalar hálá bitmemişti.

1703 Ağustos'unda Sultan İkinci Mustafa tahttan indirilip yerine Üçüncü Ahmed getirildi.

Devleti ve ekonomiyi düzene sokacak tedbirlerin alınmasına çalışılmakta, sadrazamın yani o zamanın başbakanının biri gidip öteki gelmekte ama netice bir türlü elde edilememekteydi.

Mum ışığında ayı güreşi

Üstüne üstlük, 1716 ilkbaharında Avusturya'ya karşı ilán edilen savaş yine feláket getirmişti. Belgrad elimizden gitti, 1718 Temmuz'unda imzalanan Pasarofça andlaşmasıyla başta Belgrad olmak üzere bazı topraklar Avusturya ile Venedik'e terkedildi, 1719'un 25 Mayıs'ında yaşanan deprem İstanbul'un bir kısmını yerle bir etti, arkasından gelen yangınla da Gedikpaşa'dan Kumkapı'ya uzanan sahil kül oldu.

Üçüncü Ahmed ve aynı zamanda hükümdarın kızı Fatma Sultan'ın kocası olan Sadrazam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa, sakin ve huzur içinde olabilmenin yolunu aradılar ve çözümü zevke, safaya dalmakta buldular.

İstanbul'da geniş bir imar ve inşaat faaliyeti başlatıldı. Şehrin dört bir yanında yeni saraylar yükseliyor, o zamanlar ismi Sádábád olan bugünün Káğıthane'sinde sıra sıra köşkler inşa ettiriliyor, bahçelerde hemen her gece binbirgece masalları yaşanıyordu.

Çengiler ve köçekler en en iç gıcıklayıcı rakslarını ederlerken İstanbul'un sosyetesi görülmedik eğlenceler buluyor, meselá yavru ayılarla güreş tutuluyor, üzerlerine mum dikilmiş kaplumbağalar bahçelere salınıyor, günlerce süren helva sohbetlerine dalınıyordu. Şair Nedim o günleri ‘‘Gidelim serv-i revánım yürü Sádábád'e’’ gibisinden mısralarla anlatırken Ebubekir Ağa ‘‘Güzel ammá ki ne áfet ne güzel’’ diyen nağmeler terennüm ediyordu. Sosyeteyi bir lále merakıdır sarmıştı, Hollanda'dan getirtilen lále soğanlarına keselerle altın ödeniyor, bahçeler bu lálelerle bezeniyordu. Tarihçi Ahmed Refik, 20. asrın başlarında bu lále merakından yola çıkarak o yılları ‘‘Lále Devri’’ diye adlandıracak ve bu söz tarihlere geçecekti.

İstanbul'da 1718'de başlayan bu tatlı hayat 12 yıl devam etti ve iş sadece eğlencede kalmadı, kültür hayatında ve sanayide hamlelere gidildi.

Cesedler öküz arabasında

1727 Temmuz'unda saraydan izin alan İbrahim Mütefferika Türkiye'de Türkçe kitap basan ilk matbaayı kurdu, ardarda dokuma ve çini fabrikaları açıldı ama ekonomi bozuldukça bozuluyordu. Halkta vergi verecek güç kalmamış, işsizlik başta İstanbul ve Anadolu olmak üzere imparatorluğun dört bir yanını sarmıştı. Eğlenceler devam ederken homurdanmalar da giderek arttı ve ve şimdilerde sözü edilen ‘‘toplumsal patlama’’ işte o zaman, 1730 Eylül'ünün son haftasında yaşandı.

Tarihe ‘‘Patrona’’ diye geçecek olan Halil adında bir hamam tellákı etrafında topladığı çok sayıda işsizle beraber İstanbul'da isyan çıkarttı. Derken yeniçeriler de isyancılara katıldılar, zindanlardaki mahkumlar salıverildi ve şehirde bir yağmadır başladı. Konaklar yağmalanıp yakılıyordu.

Matbaayı bile yıktılar

İsyanın saray kapılarına kadar dayanması üzerine Üçüncü Ahmed başta damadı İbrahim Paşa olmak üzere önde gelen bazı devlet adamlarını idam ettirdi, cenazelerini öküz arabalarına koydurup ásilere verdi. Paşa'nın cesedi sokaklarda sürüklendi, hatta ‘‘Meğer sünnetsizmiş’’ diye söylentiler bile çıktı ve isyanın daha da büyümesi padişahın tahtından indirilmesiyle sağlanabildi.

Sarayda bir odaya hapsedilen Üçüncü Ahmed'in yerini Birinci Mahmud aldı. Yeni padişah isyancıların Káğıthane'de inşa edilen ve ‘‘Sádábád Köşkleri’’ diye bilinen 120 kadar binayı yakmalarına güçlükle engel olabildi ve ‘‘Yakmamalarını, sadece yıkmalarını’’ rica etti. Káğıthane'deki yağma tam üç gün sürdü, hızlarını alamayan ásiler küçük fabrikaları ve imaláthaneleri bile yağmalayıp yıktılar, hatta matbaanın bir kısmı bile tahrip edildi. Şehirde iki ay boyunca tam bir terör hüküm sürdü ama devlet isyancılardan intikamını almakta gecikmedi: Bir tören bahanesiyle saraya çağırılan Patrona Halil ve adamları saray muhafızları tarafından parça parça edildiler.

Sosyal patlama bu şekilde bastırılmış gibi görünmüş ama neticede fakirlik ve işsizlik daha da artmış, İstanbul üç gün içinde harabeye dönmüş ve o günlerdeki zerafetine bir daha asla kavuşamamıştı.

Biz hálá ‘‘Laila gibi yerler krizi daha da arttırıyor’’ demeye devam edelim...

Lále Devri’ni Raşid yazdı, Laila Devri’ni İlber yazacak

İlim dünyası, Lále Devri'nin İstanbul'unda olup bitenleri, o günlerin dillere destan eğlencelerini devrin tarihçisi Mehmed Ráşid Efendi'nin ‘‘Vekayináme’’ isimli eserinden öğrendi. Ráşid, devletin resm; tarihçisiydi. 1714 ile 1723 arasındaki hadiseleri, tabii bu arada yaşanan çılgın eğlenceleri ve Sádábád álemlerini de kaleme aldı. Sonra Halep kadılığına tayin edildi ve eserinin 1723'ten sonrasını Küçük Çelebizáde İsmail Ásım Efendi tamamladı. Bugün 1730'daki Patrona Halil isyanının ve çapulcuların İstanbul'u yağmalamalarının ayrıntılarını İsmail Ásım Efendi'nin yazdıklarından öğreniyoruz.

Lále Devri'nden sonra zamanımızın çok önemli bir tarihçisi, Prof. Dr. İlber Ortaylı da, bugünleri geleceğe aktarmak için geçen hafta Laila'da bilimsel incelemeler yaptı. Açık söylemem gerekirse, İlber'in Laila'yı mutlaka görmesini istiyordum ama gitmeye ikna etmek için çok uğraştım. ‘‘Benim orada ne işim var? Milletin diline mi düşeyim?’’ gibisinden epey sözler ettiyse de neticede ‘‘ilim merakı’’ ağır bastı, ısrarıma karşı koyamadı ve beraberce Laila'nın yolunu tuttuk.

Kapıda ‘‘Hocam, hoşgeldiniz’’ diyen smokinli zatın kulübün koruma müdürü ve işin daha da garibi tarih mezunu olduğunu öğrenince hayli şaşırıp ‘‘Meğer ne öğrenciler yetiştiyormuşız’’ dedi. İçeride bizi masasına davet eden sabık nazırlardan Güneş Taner'le sıkı bir ‘‘Derviş dedikodusu’’na girdi, eğlenenlerin ‘‘sosyal analizini’’ yaptı, ‘‘Keşki Betüş (Betül Mardin) de burada olup zerafet hakemliği etseydi’’ diye iç geçirdi ve neticede bugünün Sádábád eğlencelerini gözleriyle görüp geleceğe nakletme fırsatını elde etti.

Fotoğrafta, Prof. Dr. İlber Ortaylı' Güneş Taner'in refikaları Beyza Taner'le beraber Laila'da görüyorsunuz. Lale Devri'nde Ráşid'inin yaptığını yapıyor, yani zamanımızın Sádábád eğlenceleri hakkındaki bilgi ve belge topluyorlar.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!