Güncelleme Tarihi:
Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel'in, ifadelerini DGM'deki Fethullah Gülen davasına ‘‘ek delil’’ olarak sunduğu Serhat Özkan'dan sonra, ‘‘Fethullahçı örgütlenme’’ konusunda yeni bir tanık ortaya çıktı. Zübeyir Kındıra, 1986 yılına kadar Polis Koleji ve Polis Akademisi'nde geçirdiği yıllarda tanık olduğu Fetullahçı örgütlenmeyi ‘‘Fetullah'ın Copları’’ adlı kitapta anlattı.
Ben de o evlerden birine götürülenlerdendim. Hemen uzaklaşıp, kurtuldum. Benim gibi birçok arkadaşım da bu topluluktan uzak durdu. Ama benimle birlikte o gün o eve gidenlerin birçoğu iyi birer Fethullahçı oldular.
Zübeyir Kındıra, öğrenci olarak bulunduğu yedi yıl içinde Polis Koleji ve Polis Akademisi'nde tanık olduğu cemaat örgütlenmesini ‘‘Fethullah'ın Copları’’ adlı kitabında anlattı. Kındıra, kitabının önsözünde ‘‘Polis içerisinde Fethullahçı bir örgütlenme olduğuna tanık olduğunu’’ vurgulayarak, 1986 yılına kadar Kolej ve Akademi'de geçirdiği yıllar ve kitabıyla ilgili olarak şu bilgiyi verdi:
‘‘14 yaşında Polis Koleji öğrencisi olarak Emniyet Teşkilatı'na girdim ve 1986 yılında bu örgütün elemanlarının, baskı ve dayanaksız suçlamaları ile sicilim bozulduğu için ayrılmak durumunda kaldım. Polis Koleji ve Akademisi'nde geçirdiğim 7 yıl boyunca, polis içinde bu örgütün varlığını net olarak gördüm. Ayrıldıktan sonra da, Kolej ve Akademi yıllarından bu yana arkadaşlığım süren polis dostlarımla bu konuda sürekli görüş alışverişi içinde oldum. Bu dostlarımla ilişkilerim ve onların yaşadığı ve tanık olduğu olayları aktarmaları sayesinde, polis teşkilatının içindeki Gülen cemaatinin giderek büyümesini, güçlenmesini ve polis içinde egemen bir güç olmasını yakından izleyebildim. Polis Koleji'nin uygun ikliminde, bir çoğumuz daha ilk hafta sonu izninde, bu Fethullahçı topluluğun içinde, nereye ve neden gittiğini bilmeden bir ‘Işık Evinde', ‘‘Said-i Nursi’’ risalesi dinlerken buldu kendisini. Bazılarımız okula döner dönmez, üst sınıflara ya da komiserlere durumu anlatıp, ‘‘korunmaya’’ alındı. Ama yalanlarla, gizlice götürüldüğümüz o evleri, orada yaşadıklarımızı ve o günleri hiç unutmadık.
Ben de o evlerden birine götürülenlerdendim. Hemen uzaklaşıp, kurtuldum. Benim gibi birçok arkadaşım da bu topluluktan uzak durdu. Ama benimle birlikte o gün o eve gidenlerin birçoğu iyi birer Fethullahçı oldular. O gün, o evde, benim ilk namazımda yanımda duranlar ve onların anlayışı tarafından Emniyet Teşkilatı'ndan uzaklaştırıldım. Yıllar sonra, gazeteci olarak o gün, o evde benimle birlikte olanların, Emniyet Teşkilatı'nın en kritik üst yönetimlerinde bulunduklarına tanık oluyorum.’’
Kadın dediğin çalışmaz
Polis Koleji ve Akademisi'ne 12 Eylül sonrasında atanan öğretim üyeleri arasında ilginç isimler vardı. Bunlardan biri Türk Dili ve Edebiyatı derslerine gelen Bilal Coşkun'du:
Coşkun, çoğunlukla edebiyattan ya da Türk dilinden söz etmezdi. Daha çok ‘‘hayat dersi’’ anlatırdı. Osmanlı'nın güzelliğinden, Cumhuriyet döneminin nasıl toplumda dejenerasyona yol açtığından söz ederdi. İslamın yüceliğinden çok eşliliğe, tek çeşit yemek yenmesi gerekliliğinden Atatürk'ün yanlışlarına kadar her alanda düşüncelerini anlatırdı.
Şer'i hukukun adaleti tam olarak yerine getirdiğini, ancak günümüzde uygulanan Batı hukukunun adaleti sağlayamadığını, çoğunu kendisinin uydurduğu hikayelere dayanarak, ileri sürerdi.
Coşkun bir ders sırasında, ‘‘Atatürk'ü Samsun'a Vahidettin gönderdi. Parasını da o verdi. Gidip, düşmana karşı hazırlık yapması için görevlendirmişti. Ancak Atatürk, Vahdettin'e ihanet etti’’ deyince, öğrenciler dayanamadı. Başta Ender Gündüz, T.A., O.T. ve ben olmak üzere, bir çok öğrenci karşı çıktı. Coşkun gördüğü tepki karşısında şaşkın, dersi terk etmek zorunda kaldı.
Bir başka dersinde ise kadınların çalışmasının dinimizce yasak olduğunu, çalışan kadınların erkeklerle aynı ortama girip, yoldan çıktığını ileri sürdü. Yine tartışma çıktı. Bilal Coşkun, heyecanla tezini savunuyordu:
- Çalışan kadınların hepsi orospudur.
Ender, birden ayağa fırladı ve başladı bağırmaya:
- Benim annem ebe. Sen bunu nasıl dersin?
Coşkun'un rengi attı. Bu olay okul yönetimine ve bayan öğretmenlere yansıdı.
Bilal Coşkun, Polis Koleji'nde ders verdiği öğrencileri mezun olup Akademi'ye gidince, Polis Akademisi'nde de aynı şeriat propagandası yapmayı devam etti. Ta ki, hakkında soruşturma açılıp, sözleşmesi iptal edilene kadar. Bilal Coşkun, bu tarihten sonra, Refahyol hükümeti döneminde Başbakanlık müşavirliği kadrosuna geçirildi. Coşkun, hala TBMM'de.
21 kuru üzüm yemek sünnettir
Nursal ve yandaşlarının öncülük ettiği, sabah kahvaltısından önce 21 adet kuru üzüm yemek, moda olmuştu. Neredeyse her öğrencinin dolabında kuru üzüm bulunur, sabah yataktan çıkınca ilk iş olarak üzüm yenilirdi. Hafta sonları yüzlece öğrenci kuru üzüm paketleri ile okula dönüyordu. Çekirdeksiz kuru üzüm bulanlar şanslıydı. Sabahları, üzümcü öğrenciler yatağından kalkar kalkmaz, dolabını açıyor ve üzüm saymaya başlıyordu. En kötüsü, birbirine yapışan üzümlerin, uykulu gözlerle fark edilmemesiydi.
21 adet kuru üzüm yemek sünnetti. 20 ya da 22 olması sünneti bozardı. Bu nedenle sayım işlemi inanılmaz bir dikkatle yapılırdı. Yatakhane katında her sabah kuru üzüm sayan öğrenciler komik bir görüntü oluşturuyordu.
Hoca efendinin duasını okuyana 5 puan
‘‘Eğer Hoca efendinin duasını okursan, sınavda 5 puanın garanti. Geri kalan 5 puanı da kendin alırsın artık’’ dedi, son sınıf öğrencisi Nursal Mutlu, ‘‘Bak, İsmail'in, Ayhan'ın dersleri kötüydü. Duayı ezberlediler, şimdi her sınavda yüksek not alıyorlar’’ diye de duanın gücünü ve inandırıcılığını vurgulamaya çalıştı.
‘‘Peki. Ver o zaman ben de okuyayım’’ dedim. Nursal, ‘‘o kadar kolay değil’’ der gibi, yüzüme baktı:
‘‘Olmaz, öyle şey! Sen, hem çok ham, hem de kapkarasın. Önce aklanman gerek. Süt gibi aklanınca, duayı veririm. Bizden uzak durmamalısın, mescide gidip namazını kılmalısın, risale ezberlemelisin. Ayrıca, hafta onları kız peşinde koşacağına, tiyatro sinema gibi yerlere gidip, günah işleyeceğine bizimle birlikte eve gelip, ders dinlemen gerek. Ondan sonra bu duayı sana da veririm.’’
Çiçeğe besmele çektiren polis adayı
Polis Koleji öğrencisi İsmail, kendisini izleyenler olduğunu hissetmedi bile. Sanki çiçekle arasında görünmeyen bir akım vardı. Güçlü bir konsantrasyon içinde, çiçekle sohbetini sürdürdü:
-Ey güzel çiçek! Sana bu canı kim verdi? Bu renkleri, bu kökü, bu yaprakları sana veren yüce Allah’tır. Allah, kadir-i mutlaktır. Düşün ki, iki elementten oluşan Aspirin gibi bir ilacın yarattığı mucizeleri... O bile rastlantı değil. Senin gibi güzel bir çiçeğin rastlantı sonucu oluşamayacağını nasıl olur da bu kafirler bilemezler? Sana bakıp da yaratanı görmeyen gözler kör değil de nedir? Seni yaratan Allah'a ibadet mi ediyorsun ki, başını böyle eğdin, secdeye geldin? İbadete Allah'ın adıyla başla... Bismillahirrahmanirrahim.
Mescitçiler topluluğu
R.C.D. ‘‘Yalvaç’’ lakabıyla bilinirdi. Kolejde, ‘‘Mescitçiler Topluluğu'nun’’ önderlerindendi. Çok okuyan ve araştıran biriydi. Bu nedenle kendisini Emniyet Teşkilatı içinde üstün biri olarak görürdü. Kendi kendisine yakıştırdığı üstün yeteneklerin, üstleri tarafından görülmemesine içerleyen Yalvaç, Tokat'a atanmasına sürekli olarak tepki gösterdi. Hemşehrisi Turizm Bakanı Erkan Mumcu'ya Ankara'ya önemli bir göreve atanması için çok baskı yaptı. Ancak başaramadı. Fethullah örgütünce, ‘yeteri kadar sağlam’ bulunmadı. Daha çok ülkücülere yakın olduğu gerekçesiyle dışlandı. Yalvaç, 80 sonrası, Polis Akademisi'nde en cesur tavırlarla, ‘‘komünist’’ öğrencilerin belalısı oldu. Ancak, ülkücü yanı nedeniyle ‘Gülen Örgütü’ tarafından dışlananların başında gelir.