İlk at yarışını Hz. Ebubekir’in atı kazandı

Güncelleme Tarihi:

İlk at yarışını Hz. Ebubekir’in atı kazandı
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 08, 2011 00:00

İslam öncesi Arap toplumunun en önemli eğlencelerinden biri at yarışlarıydı. Yarışların Müslümanlar arasında da bir geleneğe dönüşmesi için ise Hicret’in 6. yılına kadar beklemek gerekecekti.

Haberin Devamı

MEDİNE’nin Seniyettü’l Veda (Veda Tepesi) bölgesinden “start” alan atlar, koşularını “Benu Zurayk” camisinin önünde tamamlayacak; yaklaşık 2 kilometre. Rivayetlere göre Hicret’in 6. yılında düzenlenen ve İslam toplumunun bu ilk at yarışını izleyenler arasında Hz. Muhammed de var. O dönemin hipodromu; “Halebat” adı verilen alanda toplanan Müslümanlar, muhtemel ki 10 atın katıldığı yarışın tamamlanmasını büyük bir coşkuyla bekliyor.

Tarihe geçen “El Sabık”

Yarışın “içeriği” ile ilgili çok net bilgilere sahip değiliz ancak yarışı Hz. Muhammed’in “Hicret” dostu Hz. Ebubekir’in atının kazandığına dair kimi kaynaklarda bilgiler var. İslam tarihinin ilk at yarışını kazanan bu atın ve jokeyinin ismi ise “meçhuller” arasında. Bilinen ise o dönem at yarışlarının bir geleneği olarak birinci gelen ata “El Sabık- Geçmiş olan” lakabının takılıyor olması. “El Sabık” lakaplı atın sahibine kazandırdıklarına gelince; İslam kaynakları, Hz. Ebubekir’in ihtimal ki bizzat Hz. Muhammed’in elinden aldığı ödülün “şekli” ve “miktarı” ile ilgili bir tahminde bulunma şansı veriyor.

3 Yemen elbisesi

İslam Tarihçisi Abdülhalik en Nuveyri’ye göre Hz. Muhammed bir yarışta birinci olan atın sahibine ödül olarak 3 Yemen elbisesi vermiştir, ikinci 2, üçüncü ise 1 Yemen elbisesi alır. Dördüncü gelen atın sahibi 1 dinar, beşinci gelen atın sahibi ise 1 dirhemle ödüllendirilir. Altıncı gelen atın sahibine de “hayvan yemi” düşer. (Dr. Ramazan Altınsay- Erken Dönem İslam Toplumunda At Yarışları)

Hz. Muhammed’in atları

Hz. Muhammed’in de at sahibi olduğu; hatta arkadaşlarının zaman zaman jokeyliğini yaptığı atlarını yarışlara soktuğunu da yazar İslam tarihçileri. Hz. Muhammed’in hayatında özel yeri olan Sekb, ki ismi koşucu anlamına gelen bu atla Uhud Savaşı’na katılmıştır; güzel sesli anlamına gelen Mürteciz, uzun kuyruklu Luhayf, İskenderiye Kralı’nın hediyesi Lizaz, Hz. Ömer’e hediye edeceği Verd. Adını andığımız bu atlar “yarış” kazanmış mıdır, bilmiyoruz. Kesin olarak bilinen ise at sahiplerine verilen ödüller dışında “müşterek bahsin” söz konusu olmadığıdır.

Kasva’nın geçilişi

At yarışlarıyla ilgili yazımızı “Deve” yarışlarıyla ilgili bir rivayetle bitirelim. Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicretindeki bineği Kasva katıldığı tüm yarışları kazanmaktadır. Bir yarışta, jokeyi bedevi olan genç bir deveye geçilir. Sahabeler üzüntülerini gizleyemez. Hz. Muhammed, sahabeleri “Yükselen her dünyevi nesnenin düşmesi, ilahi hikmet gereğidir” sözleriyle teselli eder. Belki de şu demektir; “Her şampiyonun ‘jübilesi’ mutlaka vardır.”

Haberin Devamı

PEYGAMBER DUALARI

Haberin Devamı

HZ. MUHAMMED, bir kimsenin tereddütlü olduğu bir konuda doğru karar vermeye muvaffak kılması için iki rekat namaz kılıp Allah’a şöyle dua etmesini tavsiye etmiştir: “Ey Allahım, ilmine güvenerek senden hakkımda hayırlısını istiyorum, gücüme güç katmanı istiyorum. Sınırsız lutfundan bana ihsan etmeni istiyorum. Ben bilmiyorum, ama sen biliyorsun, ben güç yetiremem ama sen güç yetirirsin. Ey Allahım! Yapmayı düşündüğüm bu iş, benim dinim, dünyam ve geleceğim açısından hayırlı olacaksa, bu işi benim hakkımda takdir buyur, onu bana kolaylaştır, uğurlu ve bereketli eyle. Yok eğer benim dinim, dünyam ve geleceğim için kötü ise, onu benden, beni ondan uzaklaştır. Ve hayırlı olan her ne ise sen onu takdir et ve beni hoşnut ve mutlu eyle! “(Buhârî, “Teheccüd”, 25; Tirmizî, “Vitr”, 15).

Haberin Devamı

KONULU HADİS PROJESİ

Hayırda öncü olmak ne büyük bir bahtiyarlık!..

MEDİNE’de bir öğlen vakti. Sahabiler Mescid-i Nebî’de toplanmış, namaz vaktini bekliyorlardı. Derken yalın ayaklı bazı insanlar geldi. Muhtaç insanlar oldukları her hallerinden belliydi. Onların bu durumunu gören Efendimizin yüzü değişiverdi. Namazdan sonra bir konuşma yaptı. Konuşmasına, “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan…Rabb’inizden sakının... Şüphesiz Allah sizleri gözetmektedir” (en-Nisâ, 4/1) ayetiyle başladı. Ardından Haşr sûresinin 18. ayetini okudu: “Ey İnananlar! Allah’tan sakının; herkes yarın(ahiret) için neler hazırladığına bir baksın!” ve (sözüne devamla) “Dileyen kişi dinarından, dirheminden, elbisesinden, bir sâ’ buğdayından, bir sâ’ kuru hurmasından sadaka versin. Hatta yarım hurmayla da olsa (kimse umarsız olmasın)” buyurdu. Kısa bir süre sonra Ensar’lı bir zat bir bohçayla Mescid’e giriverdi. Sonra diğerleri onu takip etti, herkes imkânı nispetinde ne bulduysa getirmişti. Neticede Mescid’in ortasında yiyecek ve giyeceklerden oluşan iki kocaman yığın meydana geliverdi. Bu manzara karşısında sevinçten yüzü parlayan Sevgili Peygamberimiz, hayırlı bir işe öncülük etmenin değerini şu sözleriyle tüm çağlara ulaştırdı: “Her kim İslâm’da güzel bir iş başlatırsa, hem (kendisi yaptığı için) o işin sevabını alır. Hem de kendisinden sonra onunla amel edenlerin sevaplarını alır. Bu durumda onların sevaplarından da bir şey eksilmez. Aynı şekilde her kim İslâm’da kötü bir davranış başlatırsa hem onun günahı kendisine ait olduğu gibi kendisinden sonra onunla amel edenlerin günahını da kazanmış olur. Onların günahından da bir şey eksilmez.” (Müslim, Zekât, 69, no: 2351) Hazırlayan: Dr. Mahmut Demir/ Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

ESMA-İ HÜSNA

Haberin Devamı

EL-CEBBÂR: Sözlükte; zalim, kibirli, gaddar, azgın, zorba, kahredici, insanları hükmü altına alan, istediği şeyi yaptırmaya zorlayan, merhametsiz ve baskıcı anlamına gelen “cebbâr” kelimesi Allah’ın sıfatı olarak; isyankâr ve azgınları kahredici, emir ve yasaklardan istediğini kullarına yaptırmaya gücü yeten, galip, yaratıklarını istediği istikamette zorlayan, kendisi herhangi bir şeye zorlanamayan veya dertlere derman veren, kırılanları onaran, yoksullara rızık veren, perişanlıkları yoluna koyup düzelten, yaratıklarının işlerini düzelten ve iyiye götüren anlamındadır. el-Cebbâr ismi, Allah’ın hem O’nun gücünü, kuvvetini, dilediğini kullarına yaptırabileceğini, isyankârları cezalandırabileceğini hem de insanların dertlerine derman olan, yaraları saran, kırılanları onaran, perişanlıkları yoluna koyan, yaratıklarının işlerini düzelten ve iyiye götüren, yoksulları zengin edebilen demektir. Allah’ın bu ismi Haşr suresinin 23. ayetinde geçmektedir. Yüce Allah, bu isminin tecellisi olarak hem dilediğini kullarına yaptırabilir, isyankârları istediği zaman cezalandırabilir, hem de
insanların dertlerine derman olur,  kırılan gönüllerini onarır, yaraları sarar ve yoksulu zengin eder. Bu itibarla O’na karşı gelmekten sakınmamız, buyruklarına sarılmamız, kulluk bilinciyle hareket etmemiz, sıkıntılarımızı O’na arz etmemiz,
O’nun kullarına şefkatle davranmamız ve kırılan gönüllerini onarmamız gerekir.
Hazırlayan
Doç. Dr. İsmail Karagöz

Haberin Devamı

DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU KARARLARINDAN

Vefat etmiş kişi için Kuran’ı Kerim okumak: Bir kimsenin, vefat etmiş yakınlarını kabristanda ziyaret edip onların kabirlerinin başında ezberden veya mushaftan Kur’an-ı Kerim okumasında dinî yönden bir sakınca bulunmamaktadır. Ölüye yapılan duaların ve onun adına yapılan her türlü hayır ve ibadetin sevabının onlara ulaştığına bazı âyet-i kerimelerde işaret edilmiş (İbrahim suresi. 14/41; Muhammed suresi 47/19; Haşr suresi 59/10) ve hadis-i şeriflerlerle de bildirilmiştir.
Bu itibarla, sevabı ölen kimsenin ruhuna bağışlanmak üzere Kur’an-ı Kerim okuma, hatim indirme, fakirlere sadaka verme, hayır kurumlarına yardımda bulunma gibi her türlü ibadet yapılabilir. Bunlar dinimizce tavsiye edilen güzel bir davranıştır. İster sağ, ister ölmüş olsun, kendisine sevap bağışlanan kimsenin de, bundan yararlanacağı umulur. Bunlar dinimizce tavsiye edilen güzel uygulamalardır.

İlahi buyruklara bağlılıkta süreklilik

ALLAH kul ilişkisinde kulun konumu, ilahi buyruklara mutlak bağlılıktır. Kulun iki dünya mutluluğunun temel şartı budur. Kur’an-ı Kerimde “Allah’a ve Resul’e itaat edin ki size merhamet edilsin” (Al-i İmran, 3/132) buyruluyor. Kul ilahi buyruklara bağlı kalacak ve bu halini sürekli kılacak, Allah da ona sonsuz mükafatlar bahşedecektir.

Sürekliliğin önemi

Allah’a itaat iman ile başlar. Amellerimizin temeli iman esasına dayalıdır. İmanın süreklilik taşımaması, kesintiye uğraması bütün amellerin, ibadetlerin, iyiliklerin boşa çıkması demektir. “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse derin bir sapıklığa düşmüş olur.” ( Nisa,4/136) ayetindeki “Allah’a, Peygamberine, ona indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin” şeklinde yöneltilen emir, tefsir bilginleri tarafından “imanınızda sebat edin, devamlılık gösterin” şeklinde açıklanmıştır. Bir sonraki ayette de imanda süreklilik ilkesine vurgu yapılmaktadır: Şöyle buruluyor:“İman edip sonra inkâr eden, sonra inanıp tekrar inkâr eden, sonra da inkârlarında ileri gidenler var ya; Allah onları bağışlayacak da değildir, doğru yola iletecek de değildir.” (Nisa,4/ 137)

Cennete götürecek Allah’ın rahmeti

Gerçekte bizi cennete götürecek olan amellerimiz değil, Allah’ın sonsuz rahmetidir. Ancak rahmeti hak etmek için bize yüklenen kulluk görevini içtenlikle yerine getirmemiz gerekiyor. Allah’ın emirlerine itaatte içtenliği temel göstergesi sürekliliktir. Kur’an-ı Kerimde “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine İbadet et.” (Hicr, 15/99)buyruluyor. Kulluğumuz, sahip olduğumuz sonsuz nimetlere şükür anlamı taşır. Bu sebeple sonsuz ve kesintisiz nimetlerden yararlanırken ilahi buyruklara itaati kesintiye uğratmak, kulluk bilincinin de kesintiye uğradığı anlamına gelir. Oya hem zihin dünyamızda sürekli bir kulluk bilinci taşımalı, hem bunu eylemlerimizle/ amellerimizle ortaya koymalıyız. “Unuttuğun zaman Rabbini an”(Kehf, 18/24) ayetinde bu konuya işarete edilmektedir. Ayette sözü edilen “Allah’ı anma”, zihinsel planda başlayıp Allah’ın buyruklarına itaat niteliğindeki eylemlerle sonuçlanan bir hatırlamadır. Allah’a verdiğimiz kulluk ve itaat sözüne bağlı kalmak iyi işlerde devamlılığın bir örneğidir. Aksi davranışta bulunmak ortaya konulan bir işin yok hükmüne indirgenmesi anlamına gelecektir. Allah teala bu yanlış davranışı “ipliğini iyice eğirip büktükten sonra (tekrar) çözüp bozan kadın gibi olmayın” benzetmesi ile yasaklamaktadır. (Nahl,16/92)

Devamlı olanın sevimliliği

İlahi buyruklara bağlılıkta devamlılık ilkesi bütün peygamberlerin temel öğretilerinden biridir. Mucizevi bir şekilde babasız olarak dünyaya gelen Hz. İsa’ya da daha beşikteki bir bebek iken ilahi irade ile şu sözler söyletiliyordu: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. Bana kitabı (İncil’i) verdi ve beni bir peygamber yaptı. Nerede olursam olayım beni kutlu ve erdemli kıldı ve bana yaşadığım sürece namazı ve zekâtı emretti.” (Meryem,19/30)katı emretti.” ( Meryem, 19/30)
Allah’ın emirlerine bağlılıkta süreklilik, kulluk bilincini de sürekli hale getirecektir. Çünkü bir buyruğu isteyerek ve severek yerine getiren kimse ortaya koyduğu iş aslında o buyruğun sahibine duyulan sevgi ve bağlılığın göstergesidir. İbadet ve kullukta süreklilik bilinci bu bakımdan büyük önem taşır. Bu sebeple, Hz. Aişe’nin bildirdiğine göre, Allah’ın Resülü (s.a.v.) “(Nafile) amellerin hangisi Allah katında daha sevimlidir?” sorusuna “Az da olsa devamlı olandır?” (Nesaî, Kıble, 13) diye cevap vermiştir.
“Namazlara ve orta namaza devam edin..(Bakara, 2/238) ayeti bu konuda ilk zikredilmesi gereken ayetlerden  biridir. Şu ayetlerde de aynı vurgu yapılmaktadır: “Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir. Onlar, namazlarında huşu içindedirler Yine onlar, namazlarına devam ederler. (Mü’minûn, 23/9) Allah’ın buyruklarına uymakta kusur etmeyen müminlere Kur’an’da “Rahman’ın kulları” nitelemesi ile iltifat edildikten sonra onların namazlarına da devamlı oldukları (Meâric, 70/23) vurgulanır. Müslümanlar olarak, varsa kötü niteliklerden kurtulmak, Allah’a itaatte daha duyarlı olma çabasında bulunmak asli görevimizdir. Özellikle içinde bulunduğumuz rahmet ve bağışlanma ayında ilahi buyruklara bağlılık noktasında kazandığımız duyarlılığın Ramazandan sonra da devam ettirilmesi manevi hayatımız açısından önem arz etmektedir.

Doç. Dr. Halil ALTUNTAŞ
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!