'Ilımlı İslam' hangi dinin adı

Güncelleme Tarihi:

Ilımlı İslam hangi dinin adı
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 14, 2008 06:50

Bugün, İslam kelimesini, siyasal, ideolojik dürtülerle öne çıkarılmış bir sürü ifadede kullanmak, bu isimlerle öne çıkarılan ‘tüp bebek din’den istenildiği kadar üretmek mümkün hale gelmiştir. Özellikle ABD’de zamana, şartlara göre sürekli yeni isimler üretilmektedir.

Haberin Devamı

 

Bugün, İslam kelimesini, siyasal, ideolojik dürtülerle öne çıkarılmış bir sürü ifadede kullanmak, bu isimlerle öne çıkarılan ‘tüp bebek din’den istenildiği kadar üretmek mümkün hale gelmiştir. Özellikle ABD’de zamana, şartlara göre sürekli yeni isimler üretilmektedir.

 

ABD’nin Ortadoğu'daki hesapları nasıl bir ‘tüp bebek İslam’ üretmeyi gerektiriyorsa, Ortadoğu’daki ‘BOP Eşbaşkanları’ tarafından ona göre bir ‘İslam’ üretilmektedir.

 

Soğuk Savaş döneminde türetilen ‘Yeşil Kuşak İslamı’ terimi, (Sovyetler Birliği ile sınırdaş diğer Müslüman toplumların insanları ile birlikte) Türk insanını Demir Perde'ye karşı kullanmak üzere geliştirilen siyasetler dolayısıyla öne çıkarılan bir nitelemedir. Benzer şekilde, günümüzde de, ‘ılımlı İslam’ terimi türetilmiştir.

 

Haberin Devamı

Soğuk Savaş'ın son bulmasıyla yeni stratejiler, bu stratejilere göre de yeni ‘İslamlar’ üretmek gerekmektedir.

 

Şimdi ABD için ‘ılımlı İslam’ vaktidir.

 

‘Ilımlı İslam’ isimlendirmesi altında ortaya çıkan son gelişmeler, sadece şaşırtıcı değil, aynı zamanda ürperticidir: Örneğin, ‘ılımlı İslam’ hâlen İsa’nın gelip, insanlığı kurtarmasını beklemektedir. Bir başka deyişle, ‘ılımlı İslam’ bugün, ABD'deki Evanjelistlerin okyanusun ötesinden terennüm edip durduklarını tekrarlıyor: “İsa gelecek ve insanlığı kurtaracak.”

 

Böyle bir iddiada bulunmak, Hz. Muhammed’in devrinin bittiğini varsaymak, onun kabullerini saf dışı etmek anlamına gelmektedir. Bu önermenin, Kur'an'ın olmazsa olmazlarıyla bağdaşması mümkün değildir.

 

ABD'nin Mart 2003'te Irak'ı işgalinden sonra, Müslüman dünya içinde, insanlığın barış dönemine geçişinin İslam’la mümkün olmadığı tezini yerleştirmek için, İslam inançları içine (zaman içinde sonradan) sokulmuş bazı buyrukların öne çıkarılması gerekiyordu. Hz. İsa'nın geri gelerek insanlığı kurtarması hurafesi de bunlardan biridir.

 

Haberin Devamı

Kur'an, hiçbir şekilde, hiçbir peygamberin geri geleceğini belirtmemekte, böyle bir olasılığa onay vermemektedir; Kur'an'da böyle bir sav, böyle bir kavram yoktur.

 

İslam akidesinin oluşum devrinden ve manifestosunun tespit edildiği dönemden 100-150 yıl sonra, Kilise tarafından İslam'a transfer edilmiş olan bu savın, hadislerde yani Hz. Muhammed'in sözlerinde yer aldığı iddia edilmektedir. Asıl sorun, asıl facia da zaten buradadır.

 

 

HADİSLER MESELESİ

 

Kur'an dininin başına ne getirilmişse, hadis olarak uydurulanlar ile tekkeler tarafından oluşturanlar yoluyla getirilmiştir. Klasik devrin Kur’ancı İslam bilginleri şu ilkeyikoymuştur:

 

“Âhad hadisler, inançta kanıt olmaz; bu hadisler ukûbatta yani ceza alanında da kanıt olmaz.”

 

Haberin Devamı

Âhad diye anılan hadisler, sözü Peygamberimizden rivayet eden ilk kişinin tek kişi olduğu hadislerdir. Ve böyle olmayan hadis sayısı parmakla sayılacak kadar azdır.

 

Âhad olmayan hadisler ‘mütevâtır’ adını alırlar. Mütevâtır hadislerin sayısını en ileri götürenler üç yüz rakamını geçememişlerdir. Oysaki bugün ‘hadis’ diye elde dolaşan rivayetlerin sayısı altı bini aşmaktadır.

 

Gerçek mütevâtır diyebileceğimiz sadece bir tek hadisin olduğunu söyleyen İslam din bilginleri vardır. İlginçtir, bu tek hadis şudur:

 

“Bana hadis diye yalan bir söz isnat eden, cehennemdeki yerine hazır olsun!”

 

Bizim de mensup olduğumuz Hanefî mezhebinin kurucusu sayılan İmamı Âzam Ebu Hanife (ölm. 150/767), mütevâtır hadis sayısının parmakla sayılacak kadar az olduğu kanaatindedir.

 

Haberin Devamı

İmamı Âzam, işte bu tutumundan dolayı, ‘kâfir’ olmakla itham edilmiş, kendisinden yüz küsur yıl sonra yaşamış ünlü hadisçi Buharî (ölm. 256/869) ve kendisinden yüz elli küsur yıl sonra yaşamış olan hadisçi olan Nesaî (ölm.303/915) tarafından da ‘güvenilmez adam’ damgası yemiştir.

 

Bu konuda Buharî’nin ‘Kitabu’z-Zuafa’ adlı eseriyle İbn Abdil Berr’in ‘el-İntika’ adlı eserinde gerçekten ürpertici bilgiler vardır. Ne yazık ki bu bilgiler halk kitlelerinden asırlardır saklanmaktadır.

 

Şimdi biz din konusunda kime güveneceğiz?

 

Mezhebimizin imamı bilip dokunulmaz kıldığımız İmamı Âzam’a mı yoksa hazırladıklarıhadis kitaplarını ‘Kur’an’dan sonra en kutsal kaynak’ saydığımız Buharî ve Neseî gibi zatlara mı? Bunlar birbirine güvenmiyor.

 

Haberin Devamı

Bu durumda akla uygun tek yol kalmaktadır: Zaman, mekân ve tartışma üstü olan kitaba, Kur’an’a güveneceğiz. Onun söylediklerine uyan hadislerden de yararlanacağız ama din konusunda son ve güvenilir sözü Kur’an’a söyleteceğiz.

 

Başka bir çıkış yolu, başka bir kurtuluş reçetesi yoktur.

 

Hz. İsa'nın ‘geri geleceği’ne ilişkin olan ve hadislere dayandırılan iddia inanca ilişkindir. O halde, o konuda hadislerin söylediğini delil sayamayız.

 

Ayrıca, hadis bilginleri, İsa’nın geri geleceğine ilişkin hadis patentli sözlerin hiçbirisinin, hadis kritiği açısından güvene layık olmadığını belirtmektedir. Bunlardan bir tanesinin bile içeriğinin, Kur'an’a uygun olduğunu söylemek mümkün değildir. İnançta ise asla kanıt olarak kullanılamazlar. Ne yazık ki, bu gerçek de halktan saklanmaktadır.

 

İslam, İsa'nın geleceğine onay verirse, Aziz Pavlus kristolojisinin (çarmıh biliminin) yüzyıllardır öne sürdüğü, (Hz.) Muhammed’in bir geçiş dönemi tebliğcisi olduğu, Mesih'in gelişine hazırlık döneminde kendisine kısmî bir hizmet imkânı verildiği, bu nedenle onu son peygamber olarak nitelemenin yanlış olduğu, hatta bu nitelemenin İslam akidesine bile ters düştüğü iddiası geçerlilik kazanır.

 

Son peygamber olan Hz. Muhammed’den sonra İsa’nın geri gelmesi, akla da aykırıdır. Ancak, iddia sahipleri, buna çare olarak, “Minareyi çalan, kılıfını hazırlar” atasözünü doğrularcasına, “İsa’nın, Hz. Muhammed'in ümmeti olma şerefini elde etmek için geleceğini” savunuyorlar.

 

Şu kilise avukatı savunmasına, şu ‘Haçlı ile işbirliği hezeyanı’na bakar mısınız!

 

Bu teze karşı sorulması gereken soru şudur:

 

“Hz. Muhammed'in ümmeti olma şerefi yüzünden mi, Irak'ta her gün 100-150 sivil masum ABD askerlerince öldürülüyor? Muhammed’in ümmeti olma şerefine nail olmak için mi Hz. Muhammed'in ümmetini, İslam'ın mâbedinde katlediyorlar? Ve Ebu Gureyb’de 10-12 yaşlarında kız ve erkek Müslüman çocukların ırzına geçiyorlar. Müslüman yaşlıların çıplak vücutlarına kurt köpeklerini saldırtıyorlar.”

 

Özetleyelim:

 

İslam, dinin adında değişiklik yapılmasına izin vermez. Böyle bir yetki peygamberlere bile verilmemiştir. Dinde, ne bir eksik vardır ne de bir isim sorunu. İslam’ın kendi getirdiği isme bir başka kelime eklendiği zaman, İslam, Kur’an’ın getirdiği ve Hz. Muhammed'in gösterdiği din olmaktan çıkar.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!