İkrah bir zulümdür

Güncelleme Tarihi:

İkrah bir zulümdür
Oluşturulma Tarihi: Aralık 26, 1998 00:00

İnsanı tüm varlıkların üstünde bir onur borcuna çıkaran en önemli değer, insanın hür iradesi, bir başka deyimle serbest seçme hakkı ve niyetidir. Hür irade ve serbest karar verme imkânı, yaradılışın yalnız insana lütfettiği bir aktivitedir.
Haberin Devamı

Dinin temelini de hür irade ve serbest karar verme oluşturur. Bu Kuran'sal perspektif, İslam bilginlerini hür irade ve serbest seçim gerçeğini dinin bizzat tanımı içine koymaya götürmüştür. Bütün İslam bilginleri, dinin ‘‘insanı hür iradeyle mutlak hayra götüren bir ilahi konum’’ olduğunda söz birliği etmişlerdir.

İman, hür iradesiyle bir realiteye gönül vermiş ruhun sergilediği bir oluş ve eriştir. Bunun insan hayatında olması gereken görünümü, Kuran tarafından şöyle verilmiştir: Dinde ikrah, yani baskı ve zorlama yoktur.

Cennete gidiş, hür iradelerin vereceği karara bağlı bir gidiş olmalıdır. Bir başka deyimle, insanın cehenneme gitme özgürlüğü de vardır. Bu özgürlük kendisine verilmemiş insanın gideceği yer Kuran'ın cenneti olamaz. İradesi felce uğratılmış varlıklar robottur. Oysa ki Kuran'ın insanı, kötüye gitme gücü olduğu halde iyiyi seçen hür ve yaratıcı benliktir. Hür, yaratıcı benliği ortadan kaldıran bir anlayışın şuursuz varlıklara icra ettirdiği ruhsuz kurallar din değildir. Çünkü din insan onurunun üstüne yükselir. Hür benliği çürütülmüş bir varlığın onurundan söz edilemediği için onun din gibi aziz bir emaneti taşıması da beklenemez.

O halde, Kuran'ın insanı, hür iradesinin ürünü olan günahları, robot bir benliğin, sevap devşirme adına kurallar icra etmesine tercih eder. Çünkü bu ikinci durumda, günahkâr da olsa ortada insan vardır. Ve insanın günahı, robotların sevabından üstündür.

O halde din meselesinde, hür iradesiyle iş gören benliklerin inşası en hayati konudur. Bunu unutarak, sevapçılık teranesiyle zor ve baskı altında birtakım fiilleri istemeden icra eden nesiller yetiştirmek, kısa vadede imrendirici sonuçlar getirirse de uzun vadede insanı yozlaştırır ve dine düşman kılar. Allah adamı bu gerçeği gören ve robotların dolduracağı bir şuursuzlar cenneti inşa etmek yerine, hür benliklerin dolduracağı bir insanlık cenneti kurmayı esas alan sonsuzluk eridir.

Soru: Kuran, Allah'ın tasarruflarından söz ederken ‘‘biz, bizler’’ gibi ifadeler kullanıyor. Allah'ın birliğiyle bu nasıl bağdaşıyor?

Cevap: Gayet güzel bağdaşır. Her kudret sahibi, tasarruflarını birtakım planlar ve alt planlar aracılığıyla yürütür. Bu onun hür iradesiyle bazı unsurları görevlendirmesidir. Yüce Kudret, bu unsur ve planları onurlandırmak için onları kendisiyle ve kendisini onlarla birlikte anar. Cenab-ı Hakk'ın ‘‘biz ve bizler’’ derken yaptığı da budur. Kuran, bu ilahi planlardan bahseder. Bunların en yükseği el-Meleul-A'la (En yüksek topluluk, en yüksek konsey) olarak geçmektedir (Bk. Saffat 8; Sad 69).

Bu ilahi planlar, tek ve mutlak kudretin irade ve tasarruflarını onun emri dahilinde çeşitli boyutlardan bir hiyerarşi dahilinde alt âlemlere, o arada bizim üç boyutlu alemimize kadar ulaştırırlar. Bu düzene Kuran, Sünnetullah (Allah'ın tavrı ve tarzı) demektedir. Sünnetullah'ta aksaklık, bozukluk, sürçme ve değişme olmaz (Bk. Fatır 43).

Allah'ın adını anın!

‘‘Rabbinin adını an...’’ (Müzzemmil 8; A'raf 205; Kehf 24; Ra'd 28; İnsan 25; Enfal 26; Ali İmran 41; Cumua 10; Ahzab 41; Nisa 103)

Allah insana şah damarından daha yakındır (Kaf, 16). İnsan nerede, kaç kişi olursa olsun, Allah onunla beraberdir (Mücadile, 7). İnsandan, bu beraberliğin farkında ve bilincinde olması istenmektedir. Bunun yolu, Allah'ı zikretmek yani unutmamak, hatırda tutmak, her an O'nunla beraber olduğunu zihinsel bir canlılık halinde yaşatmaktır. Dinin de, ahlakın da temeli budur. Bu şuur hali olmadıktan sonra insanın, kalıbıyla birtakım hareketleri yapması sadece görüntüden ibaret kalır.

Allah'ı hatırda tutmanın, yani zikrin en ideal şekli Kuran okumaktır. Kuran, bu noktaya şu ayetiyle dikkat çekmektedir: ‘‘Andolsun, size öyle bir kitap gönderdik ki, öğüt ve uyarınız/zikriniz yalnız ondadır. Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız?’’ (Enbiya, 10). Kuran okumak, Allah'la konuşmanın bir şeklidir. Esasen Kuran'ın adlarından biri de Zikir olduğu için (bk. 3/58; 12/104; 13/28; 15/6,9; 21/50; 31/69; 41/41) Allah'ı zikretmenin en ideal şekli, en ideal zikir olan Kuran'ı okumaktır. Kuran okumanın en ideal şekli ise onun getirdiği mesajı kavramak üzere ilim ve düşünceyle meşgul olmaktır. Allah'ın adını bir Hint mantrası gibi tekrar edip durmak Kuran'ın önerdiği zikrin, olsa olsa başlangıç basamağı olabilir.

CAMİLERİMİZ 7

Mahmutpaşa Camii

Geçmişte İstanbul'un en canlı alışveriş merkezlerinden biri olan Mahmutpaşa'ya bu adı, Fatih Devri sadrazamlarından aynı adı taşıyan kişi vermiştir. Mahmut Paşa'nın, burada yaptırdığı cami çevresinde gelişen semt yüzyıllar sonra onun adıyla anılır.

Yazımızın daha önceki bölümlerinde de belirttiğimiz gibi Fatih, İstanbul'u Türk topraklarına kattıktan sonra devletin ileri gelen kişilerine kentte Osmanlı-Türk mimarisinin izlerini taşıyan cami, medrese gibi eserler yaptırması için çağrıda bulunmuş, Mahmut Paşa, padişahın bu emrine ilk uyan kişi olmuştu.

Bir cami ve külliye yaptırmak isteyen Mahmut Paşa, önce elverişli bir yer aramaya başladı ve sonunda ‘‘Tusteren’’ adında bir kilise kalıntılarının bulunduğu yerde karar kıldı.

Padişahtan aldığı izinle kilise kalıntılarını yıktıran Mahmut Paşa'nın yaptıracağı caminin temeli için toprak kazılırken içi silme altın dolu iki küp altın bulundu. Mahmut Paşa, hemen durumu padişaha bildirdi.

Ancak Fatih, ‘‘Lala, altınların cümlesi senin olsun’’ diyerek büyük serveti ona bağışladı. Bunun üzerine Mahmut Paşa, ‘‘Caminin inşası için gerekli para yerinden çıktı’’ diyerek, mimar ve işçilere istedikleri zaman ve istedikleri süre çalışmalarına izin verdi ve kimsenin çalışmaya zorlanmamasını istedi. Cami de bu yüzden ancak yedi yılda tamamlanabildi ve 1463 yılında ibadete açıldı.

Mahmut Paşa, yalnız cami yapımı ile kalmamış, o devirde adet olduğu üzere, cami etrafına bir medrese, bir çarşı ve çifte hamam yaptırarak eserinin bütünüyle bir külliye olmasını sağlamıştı. Caminin boş olan çevresi, yapımını izleyen yıllarla dolmaya başladı. Özellikle 18. yüzyıldan itibaren de semt ticari bir nitelik kazandı.

17. Dini Yayınlar Fuarı açıldı

DİYANET İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, dini konularda bilgisi olan-olmayan herkesin kitap yazdığını belirterek, ‘‘Ehliyetli, ehliyetsiz kişilerin eline kalem alıp kitap yazması doğru değil. Vitrinler dini kitaplardan geçilmez oldu’’ dedi. Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) tarafından düzenlenen 17. Dini Yayınlar ve Kültür Fuarı, Kocatepe Camii avlusunda törenle açıldı. Yılmaz, burada yaptığı konuşmada, amaçlarının topluma okuma alışkanlığı kazandırılması olduğunu söyledi. Türkler'in kitaba, ilme, öğrenmeye önem veren bir toplum olduğunu bildiren Yılmaz, 30 yıldan bu yana basılı eser sayısında artış kaydedilememesinin, kültür hayatı açısından üzücü olduğunu belirtti. Bilim ve teknolojideki gelişmeler sayesinde bilgisayarın günlük hayatta büyük yer aldığını kaydeden Yılmaz, bunun da kitabın toplumdaki eski saygınlığını yitirmesine neden olduğunu savundu.



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!