Güncelleme Tarihi:
Kuzey Kore’nin son zamanlarda başlattığı ikinci provokatif savaş benzeri durumla karşı karşıyayız. Bunlardan ilki, yani Güney Kore’ye ait bir savaş gemisine torpido saldırısı düzenlenmesi, gizli bir durumdu. Saldırının amaçları özellikle gizlenmişti. Ancak sonuçları açık ve acılı oldu.
Öte yandan son saldırı bir hayli açık seçikti. Saldırının kökeni belirlendi. Bu saldırı bir savaş hali olarak bile görülebilecek bir durumdu.
Bu durum bazı önemli sorulara yol açıyor. Eğer bu hareketler kasıtlıysa, bu Kuzey Kore rejiminin bir çılgınlık noktasına ulaştığı anlamına gelir. Pyongyang’ın hesapları ve hareketlerinin rasyonel bir çerçeveye oturtulması mümkün değil. Dahası bu durum rejimin kontrolden çıktığı anlamına geliyor. Belki de ordunun birimleri dahil bazı kurumlar, merkezi koordinasyondan yoksun, kendi kendilerine hareket ediyor. Bu daha da yüksek bir olasılık.
Dünya uzun zamandır büyük güçlerin canını sıkan ve nasıl çözüleceğine dair bir ipucu bulunmayan bu soruna karşı ne yapabilir? Burada karşımıza bir başka belirsizlik çıkıyor, çünkü günden güne iki büyük gücün yani ABD ve Çin’in temsil ettiği iki tarihsel perspektifin çatışma alanına giriyoruz.
Çin tarafına bakıldığında, karşımıza tarihsel olarak kendine güvenli bir rejim çıkıyor. Ülke küresel güç dengelerindeki değişimleri kendi geleceği için faydalı bir gelişme olarak görüyor. Gücünün arttığının farkında, bu da kendini kontrol ve hatta pasifliği beraberinde getiriyor.
Diğer büyük güç ABD’nin daha farklı bir tarihi dönemden geçiyor. Kamuoyundaki tartışmalar da büyük oranda bu tarihsel perspektiflerden etkileniyor. Dolayısıyla Washington ortak bir yanıt geliştirme ihtiyacıyla meşgul, diğerlerinin sorumluluk üstlenmekten kaçınmasından dolayı öfkeli.
Dahası ABD’nin Ortadoğu’dan Güneybatı Asya’ya uzanan alanda geçirdiği 10 yıllık talihsiz dönem, işleri daha da kötü bir hale getiriyor. Bu koşullar altında kendimizi Çinlilerin tepkisizliği tercih ettiği ve dolaylı olarak daha fazla provokasyona yol açtığı, ABD’nin ise Çin’in aşırı tepki olarak görmeye eğilimli olacağı bir tepki vermeye niyetli olduğu bir ortamda bulabiliriz.
Başkan Barack Obama’nın Çin’le ve altılı görüşmelerin diğer taraflarıyla işbirliğinde soğukkanlı, kendine güvenli ve küresel olarak görülebilir bir tavır sergilemesi çok önemli. Eğer ben hala Beyaz Saray’da görevli olsaydım, Başkan’a şu tavsiyede bulunurdum:
Başkan’ın inisiyatif alması gerekiyor. Bu tür provokasyonlar bir kenara atılmayacak ya da diplomatların ellerine bırakılmayacak kadar önemli. Obama’nın Güney Kore Devlet Başkanı Lee Myung Bak’ı arayarak hem şahsi olarak hem de ABD’nin desteği konusunda temin etmesi gerekiyor. Obama daha sonra Çin Devlet Başkanı Hu Jintao’yu arayarak kaygılarını dile getirmeli. Ardından ABD’nin Pasifik’teki en önemli müttefiki Japonya’nın başbakanı Naoto Kan’ı aramalı. Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev de aranmalı. Daha sonra Dışişleri Bakanı Hillary Clinton bu aramalara devam edip BM Güvenlik Konseyi’ni toplantıya çağırabilir.
Kuzey Kore, bir süredir uluslararası kamuoyuna Saddam Hüseyin’in ya da İranlıların bile açık açık yapmadığı şekilde meydan okuyor. İranlılar nükleer silah geliştirmediklerini kesin bir dille ortaya koyuyor. Bu bizim, kanıt isteyerek yanıt vermemiz gereken bir meydan okuma. Ancak Kuzey Koreliler başkaldırıp, nükleer güçleriyle övünerek açık provokasyon yapıyor.
Bu görüşmelerde değerlendirmemiz gereken konulardan biri, Kuzey Kore’ye ileri teknoloji ve enerji alanında uygulanacak ceza ambargosu olasılığı. Eğer Pyongyang’ın nükleer silahları ve rejimin çılgınca tavrı olmasa, bu bir kaşık suda fırtına koparmak anlamına gelirdi.
Ancak, Çin’e yönelik tavrımız düşmanlıktan izler taşımamalı. Halklar arasında üyük bir kavga çıkarmak ne ABD’nin ne de Çin’in yararına olur. Hükümetler arasındaki anlaşmazlıklar çözülebilir, bu uluslararası ilişkilerin temelidir. Ancak halkın duygularını ayağa kaldırırsanız, böyle krizler hem daha tehlikeli hem de kontrol edilmesi daha zor bir hal alır.
Obama’nın Hu’yla yapacağı görüşme ortak bir kaygı taşıyan iki liderin görüşmesi olmalı. Ne ABD’nin talepleri dile getirilmeli ne de nasihat verilmeli. Görüşmede, her iki ülkenin çıkarlarının tehlikede olduğu ve etkili bir çözüm bulunmasının iki ülke için de önemli olduğu mesajı iletilmeli.
Planet'i Twitter'da takip etmek için:
http://twitter.com/HurriyetPlanet