İki kültür arasında sanatçılar

Güncelleme Tarihi:

İki kültür arasında sanatçılar
Oluşturulma Tarihi: Kasım 04, 2011 20:14

Almanya - Türkiye arasında imzalanan İşçi Alımı Anlaşması’nın 50. yılını çeşitli kültür ve sanat etkinlikleriyle kutlayan Goethe Enstitüsü’nün, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi işbirliğiyle düzenlediği ‘Fiktion Okzident’ sergisi Tophane- i Amire’de açıldı.

Haberin Devamı

Sergide, Türkiye’de doğmuş ama bugün Almanya’da yaşayan ve çalışan, Almanya’da doğmuş ve iki ülke arasında gidip gelen ya da Türkiye’de globalleşmenin etkilerini yansıtan sanatçıların çarpıcı işleri görülüyor. İçeriği iki kültür politikası alanına dayanıyor. Birinci alan, Almanya’ya göç ve toplumsal değişimleri konu edinen ve bu değişimleri dillendiren verimli bir Türkiye - Almanya sanat gelişimi ile tanımlanıyor. İkinci alan ise, Türkiye’de Batı’nın algılanışı ile globalleşme ve göç sonucunda kültürel ve toplumsal değişimlere odaklanıyor. Küratörlüğünü Çetin Güzelhan, Johannes Odenthal ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğretim üyesi Emre Zeytinoğlu’nun üstlendiği sergideki sanatçılar şöyle: Banu Birecikligil, Altan Çelem, Neco Çelik, Timur Çelik, Nezaket Ekici, Esra Ersen, Ali Kepenek, Azade Köker, Sedat Mehder, Kınay Olcaytu, İrfan Önürmen, Denizhan Özer, Ferhat Özgür, Şener Özmen, Esat Tekand, Cengiz Tekin, Nurseren Tor, Vahit Tuna ve Hanefi Yeter.

Haberin Devamı

Küratör Emre Zeytinoğlu
BU SERGİ BİR KARŞILAŞMA ALANI

Sergi, Türkiye - Almanya arasındaki ilişkiler düzeyinde ortaya çıkan birtakım kültürel sorunların, açıkça ortaya konulmasını amaçlıyor. Eğer bir ‘toplumsal uzlaşma’ hedefleniyorsa ya da ‘bir arada yaşamanın’ yolları bulunacaksa, öncelikle ‘karşılaşma alanları’nın tesis edilmesi şart. Bu sergi, söz konusu alanlardan bir tanesi.
Sanatçılar, özellikle hâlâ Almanya’da yaşayan ya da uzun bir süre orada yaşamış kişiler. Kriterler çok belirgindi: İki kültürü de deneyimlemiş, büyük engelleri göğüsleyerek o iki kültürel yapıda da var olmayı başarmış sanatçılar. Daha da açık bir söyleyişle, iki kültür arasında bir ‘sızma’yı gerçekleştirmiş olanlar. İşte bu noktada benden, üçüncü küratör olarak, beş sanatçı daha seçmem istendi. Seçimlerim bir yandan, daha önce belirlenmiş kriterler çerçevesinde kaldığı gibi, diğer yandan bu kriterleri biraz ihlal etti. Çünkü bunlar arasında, Türkiye - Almanya ilişkilerine dışarıdan bakan ve o görüntüye anlam vermeye çalışan sanatçılar da vardı.
GÖÇMENLİK VE KÜLTÜREL SÜREÇLİLİK ÜZERİNE
Eserlerde küreselleşme sürecinde çok fazla gündeme gelen ‘göçmenlik’ ve ‘kültürel geçişlilik’ gibi genel problematikler, ilk bakışta Türkiye’de yaşamakta olan sanatçılar tarafından daha fazla ele alınan konular oldu.
Almanya’da hâlâ yaşayan ve bir dönem yaşamış sanatçılar; Ali Kepenek, Altan Çelem, Azade Köker, Banu Birecikligil, Denizhan Özer, Esra Ersen, Hanefi Yeter, Kınay Olcaytu, Neco Çelik, Nezaket Ekinci, Nurseren Tor, Sedat Mehder ve Timur Çelik, Türkiye - Almanya arasındaki kültürel alışverişte ve sanatsal ilişkilerde büyük rol oynadı. Bu anlamda Almanya’ya göçün ve toplumsal değişim işaretlerinin isimleri olarak gösterilebilirler. Diğer yandan Esat Tekand, İrfan Önürmen, Vahit Tuna, Şener Özmen, Cengiz Tekin ve Ferhat Özgür, Türkiye’den Batı’nın algılanışı, küreselleşme ve göç problematikleri üzerine yapıtlar üretti.
BUNLAR ŞİKAYET DEĞİL
İşlerde eğer ortak bir tavır ararsak, yalnızca muallâklıklarla ve kararsızlıklarla geçmiş bir yaşam üzerine yorumlardan söz edebilirim. Benim görüşüme göre, bu sergideki sanatçılar bazen ‘öteki’ olmanın, bazen ‘dışlanmanın’ ya da buna benzer duyguların sahibidir. Ne var ki, buradaki yapıtlar bir şikâyetin, bir sızlanmanın ya da radikal bir saldırının yapıtları değil. Bunlar, tüm mevcut durumlardan (onları yadsımadan) yeni bir toplumsal yapı inşa edebileceklerinin ipuçlarını veriyor. Söylediklerim romantizm sayılmamalı; sanatçılar yeni bir ‘kültürler-arası’ yapı inşa etmeye talip olmasalardı, zaten bu proje hiç gerçekleşmezdi.
Genel olarak Almanya’da yaşamakta olan ya da bir dönem yaşamış olan sanatçılardaki ağırlıklı tavır, ‘yabancı’ oluşlarının vurgulanması oluyor. Bir anlamda, yaşamlarını zorlaştıran bu ‘yabancılığın’ sembolü olarak, kültürel materyalleri öne çıkartıyorlar. Bu semboller, onların aidiyet duygularını mı yüceltiyor, yoksa içinde bulundukları sorunların değişmez bir faktörü olarak mı sunuluyor, buna karar verebilmek zor. Belki buna kendileri de tam olarak karar veremiyorlar. Demek ki, peşlerini bırakmayan birtakım kültürel göstergeler var ve isteyerek de olsa, istemeyerek de olsa, onlardan uzaklaşabilmeleri mümkün değil.
GERÇEKLİKTEN UZAKLAŞAN BAKIŞ AÇILARI
‘Fiktion Okzident’, Batılıların kendi tasavvurları çerçevesinde Doğu’yu tanımlamalarının, yani ‘oryantalizm’in tam tersi bir anlam içerir. Bir anlamda Doğuluların Batı’yı tasavvurudur. Ama burada şunu da belirtmek gerek, bu kavram bir anlamda da Doğulunun, kendisini Batı gözüyle görmesi ve öyle tanımlamaya başlaması anlamına da gelir. Bu konu başlığının tercih edilmesi, elbette hem Türklerin Almanya’ya bakış açısını belirler hem de kendilerini Almanların gözünden değerlendirmesini gündeme getirir. Karmaşık bir durumdur bu. Fakat şurası kesindir ki, iki ülke arasındaki ilişkiler, giderek bu karmaşık bakış açılarını iyice yüklenmeye başladı ve gerçekçi düşünceler ve yorumlar, yerini giderek tasavvurlara bıraktı. İşte bu projenin amaçlarından en önde geleni, muallâklaşan ve gerçeklikten hayli uzaklaşan bakış açıları üzerinde, yeniden düşünmek. Fakat şu da var ki; böyle bir proje, tüm bakış açılarının ‘doğru’ ve tartışmasız bir düzeye eriştirilmesini hedefleyemez. Bugüne kadar ortaya çıkmış tüm görüşler ve yorumlar, artık sürece dahil olmuşlardır. Onlar silinemez ya da unutturulamaz. Oysa tüm bu muallâklıklardan da bir uzlaşma noktası keşfedilebilir ve ara - durumların siyaseti tesis edilebilir. Belki de asıl hedef bu olmalı; daha gerçekçi bir tavır olur bu.

Haberin Devamı

İstanbul Goethe Enstitüsü Müdürü Claudia Hahn Raabe
ÖZLEM VE ARZULARIN YANSIMASI

Türkiye’den Almanya’ya göçün 50. yılı vesilesiyle etkinlikler düzenliyoruz. “Sadece Doğu’ya değil Batı’ya doğru da bir bakış var” diyoruz. Şimdi de Tophane-i Amire’de Mimar Sinan Üniversitesi işbirliğiyle Fiktion Okzident sergisini açtık. Bu hayaller, özlemler, sevinçler, önyargılar ve arzuların bir yansıması. Her iki kültürde de var olan bu kurgulanmış dünyalar, kültürel, toplumsal ve düşünsel ortak yaşamın temelini belirlemede önemli bir rol oynuyor. Sanatçılar, eserlerinde kurgulanmış dünyaları ve bunların gerçek hayatla çarpışmasını konu ediniyorlar.

Sanatçı Sedat Mehder
ALMAN İÇİŞLERİ BAKANLIĞI BİRİNCİ SEÇTİ

Haberin Devamı

‘Olağan Şüpheliler’i, 2002 yılında çektim ama 1999’da tasarlamaya başlamıştım. Fotoğraflarını çektiğim kişiler sadece Almanlar tarafından seçilebilen Türk asıllı Alman milletvekilleri ve siyasetçilerdi. Seri, her biri iki fotoğraflık beş fotoğraf grubundan oluşuyor. Türk kökenli Alman politikacıları kimlik araştırması işlemleri sırasında görüyoruz: Cem Özdemir (Yeşiller Partisi), Dilek Kolat (Alman Sosyal Partisi), Özcan Mutlu (Yeşiller Partisi), Evrim Baba (Sol Parti) ve Mahmut Özdemir (Alman Sosyal Partisi). Bu insanlar, tipik Alman görünümüne sahip olmayan bir halk grubunun temsilcileri. Kamu hayatına dahiller fakat bulundukları pozisyonun dışında Almanya’daki Türk toplumunun birer temsilcisinden başka bir şey değiller. Yani farklı görünüm kusurunu taşıdıklarından onlar kuşkulular. Cem Özdemir’le başlayıp başka bir Özdemir’le biten resimler kronolojisi, meselenin birinci veya ikinci kuşak sorunu olmadığını, aksine Mahmut Özdemir gibi 14 yaşındaki bir insan takım elbise ve kravatla boy gösterse bile sonraki kuşaklara da uzandığını gösteriyor. Proje, 2002’de Alman İçişleri Bakanlığı’nın ‘Avrupa ve Demokrasi’ isimli yarışmasında birinci oldu.

Haberin Devamı

Sanatçı İrfan Önürmen
İŞÇİ KAVRAMI YENİDEN ELE ALINIYOR

Serginin konusu Almanya’ya giden işçilerdi. Sergi mekânı da bu ilk işçi gruplarının toplandığı park ile İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun hemen yanındaki Tophane-i Amire binası. O parkta bir işçi heykeli vardır. Muzaffer Ertoran’ın yaptığı heykel, işimin ana motifi oldu. Heykelin ilk hali gerçek boyutlarında çikolatadan yapıldı ve 300 adet minyatür kopyası üretildi. Heykelin şimdiki haliyle gerek o parktan Almanya’ya giden yoldaki işçilerin, gerekse ülkemizin işçi sınıfının içinde bulunduğu durumun ironisi gibi duruyor. Heykelin yüklendiği kavramı - ait olduğu yerin anlamıyla beraber - vurgulamak ve imgesini çoğaltmayı amaçladım. Bu imgenin yaygınlaşması, işçi kavramını yeniden ele almaktan tutun da, heykel sevmeyen bir toplum olduğumuzun eleştirisine, Almanya’daki Türk işçisinin kimlik sorunsallarına kadar vurgu yapabilir. Yüzlerce küçük işçi heykelciklerinin yönlendiği, yüzünü döndüğü merkezde duran büyük işçi heykeli ise zaten ideolojik göndermelerle yüklü ve çikolatadan imal edildi. Çikolata, Almanya - Türk işçisi ilişkisindeki onlarca yıllık süreci yaşayan buradaki bizlerin yabancısı olmadığı hediyeydi ve kışkırtıcı kokusu başka bir dünyaya aitti. Bu proje; tüketim toplumunun bir eleştirisi olmasının yanı sıra kapitalizmin bolluk, refah, uygarlık vurgularına gönderme yapar.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!