Güncelleme Tarihi:
ALY Mazaheri’nin “Ortaçağda Mescitler, Ramazan ve Hac” adlı makalesinde, üç prensesin katıldığı Hac yolculuğu üzerinden yaklaşık bin yıl önceki Hac yolculuklarını betimleyen bölümü dün alıntılamıştık. Bugün ise aynı makalenin, Mekke’de buluşan Müslümanların kültürel farklılıkları üzerinden Hac’da yaşananlara ışık tuttuğu bölümü sizlerle paylaşacağız:
İslam’dan önceki şekilde edilen dua
“... Orada bütün İslam memleketlerinden gelmiş hacılar görülürdü: Habeşlere benzeyen ve iptidai tavır ve hareketleri ile tecessüs (merak) konusu olan Yemenliler. Onlar İranlılar gibi zengin elbiseler giymiyorlardı; oldukça kirli peştamallar ve üzerlerinden hiç ayırmadıkları geniş kemerler taşıyorlardı. Gene onlar hiçbir ibadet hareketine ve hiçbir disipline riayet etmeden ‘İslam’dan önceki şekilde’ dua ediyorlardı.
Koyu imanlı Oğuzlar
Haçlılara karşı yaptıkları iki savaş arasındaki zamandan faydalanarak Suriye’den gelmiş olan Oğuz Türkmenleri, bunlar o kadar koyu bir imana sahiptiler ki kutsal şeylerin önünde sevinç gözyaşlarından seller akıtırlardı; bu ise Araplara hayli iptidai gelirdi.
Sakin ve ağır başlı burjuvalar
Hacıların büyük kütlesini İran, Afganistan ve Türkistan’dan gelen acemler teşkil ederdi. Bunların büyük bir kısmı sakin ve ağır başlı burjuvalardı. Her mezhepten gelen hacılar, bizzat kendi imamlarının arkasında namaz kılarlardı. Bu dört imamdan en önemlisi daima doğulu, doğu İranlı olan Hanefi imamıdır; sonra İran, Suriye, Mezopotamya ve Mısır Şafilerinin imamı, bundan sonra da Bağdat ve Şam gibi büyük şehirlerde bulunan Hanbelilerin ve nihayet en az ehemmiyetli olan İspanya, Fas ve diğer Kuzey Afrika ülkelerindeki Malikilerin imamı gelirdi.
Şehre girerken söylenen
Asıl hac 12. ayın birinci günü başlar ve 10 gün devam ederdi. Birinci gün Kâbe, etekleri yukarıya doğru dürülmüş siyah veya beyaz bir ehramla örtülü olurdu. Bu 10 gün içinde geceleri binlerce ışıkla aydınlatılmış kutsal çevrikte törenler birbirini takip ederdi. Hacılar, tıpkı Kâbe gibi ehram giyerlerdi. Dikişsiz ve pamuklu bir kumaş olan ehrama tıpkı kefen gibi baştan aşağıya sarınırlardı. Dini ayetlere göre hacılar temizlenip ehramı giydikten sonra iki rekat namaz kılmaya ve şehre “Lebbeyke allahümme...” diye bağırarak girmeye mecburdurlar.
Hac delilliğinin geliri
Herkes haccın uzun merasimi sırasında kendine yol göstermek ve bu 10 gün içinde yapması gereken bütün dini jestleri ve söylemesi gereken bütün heceleri öğrenmek üzere bir delil tutmaya mecburdu. Zira dini adetlere sıkı sıkıya uymayanlar, mabedin inzibatları tarafından ciddi bir şekilde cezalandırılırdı. Hac delilliğinde bulunmak Mekkelilerin seve seve yaptıkları karlı bir işti. Nihayet 12. ayın 13. günü Kâbe süslenirdi. Kâbe üstünden kurban örtüsü kaldırılır ve İran’da hazırlanmış olan yeni örtü örtülürdü. O zaman yepyeni, pırıl pırıl görünen Kâbe, genç bir geline benzerdi.
Konak’ta eski ramazanlar yaşatılıyor
İZMİR Konak Belediyesi, ramazan boyunca ilçe sakinlerini geleneksel Türk tiyatrosu örnekleriyle buluşturuyor. Dar gelirli yurttaşlara her gün iftar yemeği servisi yapan belediye, meddah, ortaoyunu, Hacivat- Karagöz gibi geleneksel oyunlarının yanı sıra ünlü kantocu Nurhan Damcıoğlu’nun sahne performansıyla ramazan nostaljisi yaşatıyor. Konak Belediye Başkanı Dr.Hakan Tartan, belediyenin etkinlikleriyle ilgili olarak “Eski ramazanlar tadında olmasa da aynı geleneği günümüze taşımak ve yaşatmak da vatandaşlara keyif ve mutluluk veriyor” dedi.
Dinde aşırılık sünnete aykırıdır...
PEYGAMBERİMİZİN sütkardeşi olan Osman b. Maz’ûn dünyadan el etek çekmeye karar vermişti. Kendisini ibadete öylesine adamıştı ki, eşi Havle’yle ilgilenmez olmuştu. Pek tabiî olarak Havle de bu durumdan etkilenmiş ve üzüntüsü dışına yansımıştı. Havle’nin bu hali Resûlullah’ın dikkatini çekince eşi Hz. Âişe’ye bunun sebebini sormuştu. Osman’ın bütün gecesini namazla gündüzünü de oruçla geçirmesinden dolayı Havle’nin bu duruma düştüğünü öğrenen Efendimiz derhal Osman’ı yanına çağırarak, “Yoksa benim hayat tarzımdan yüz mü çevirdin?” dedikten sonra şu uyarıda bulunmuştu: Ben hem uyurum, hem namaz kılarım. Bazen (nafile) oruç tutarım, bazen de tutmam. Ayrıca evlenirim de. Allah’tan kork ey Osman! Bilesin ki, ailenin senin üzerinde hakkı var, misafirinin senin üzerinde hakkı var, bedeninin senin üzerinde hakkı var. Bazen oruç tut bazen tutma, biraz namaz kıl biraz da uyu!” (İbn Hanbel, VI, 267, no:26839) Hazırlayan: Dr. Mahmut Demir/ Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
ESMA-İ HÜSNA
el-KAHHÂR: “De ki; Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, tektir, kahhârdır.” (Ra’d, 13/16)
“el-Kahhâr” ismi; galip gelen, zelil eden, istediğini yapan, üstün gelen, gücü her şeyi kuşatan, kuvvet ve kudretine güç yetirilmeyen, yaratıkları dilediği gibi yöneten, dilediğini yapmaktan hiçbir şey kendisini aciz bırakamayan, hükmeden anlamlarına gelen “el-Kâhir” isminin mübalağalı şeklidir. Yüce Allah, her şeyi zıddı ile kahreder. Hayatı ölümle, varlığı yoklukla, zenginliği fakirlikle, aydınlığı karanlıkla, sevinci üzüntü ile yok eder. Zorbaları ve azgınları cezalandırır ve helâk eder. Yüce Yaratıcının kahhar sıfatının bizde tecelli etmemesi için O’nu iyi tanıyıp kullukta kusur etmemeli, O’nun kullarına zulmetmemeliyiz. Hz. Aişe validemiz Peygamberimizin gece kalktığında şöyle dua ettiğini bildirmiştir; “Çok bağışlayan, hükmünde galip olan, yerin göklerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi olan, yenilmeyen ve daima galip olan bir tek Allah’tan başka ilâh yoktur.” (Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, Nuut, 17, IV, 400) Biz de O’nu, aynı şekilde övmeli ve yüceltmeliyiz. Hazırlayan Doç. Dr. İsmail Karagöz
DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU KARARLARINDAN
AYNI kabre iki cenaze defnedilmesi: Dinî hükümlere göre, normal hallerde bir kabre, yalnız bir cenaze defnedilir. Önce defnedilmiş olan cenaze, tamamen çürüyüp toprak haline gelmedikçe, bir zaruret olmaksızın kabrin açılması ve bu kabre ikinci bir cenazenin defni caiz değildir. Cenaze çürüyüp toprak haline geldikten sonra, aynı kabre başka bir cenazenin defni ise caizdir. Daha önce defnedilen cenazenin çürüdüğü kanaatiyle mezar açıldığında çürümeyen bazı kemikler bulunursa, söz konusu kemikler bir tarafa çekilip araya topraktan bir set yapmak suretiyle ikinci cenaze defnedilebilir.
Kuran aklımız ve vicdanımızla buluşmalıdır
TOPLUM olarak Kuran’a çok büyük bir değer verdiğimizde kuşku yoktur. Ancak bu daha ziyade duygu boyutunda kalmakta; onu yüceltmek ve kutsallaştırmanın ötesine geçmemektedir.
Çoğunlukla çocukluğumuzda camilerde öğrendiğimiz Kuran’ı yüzünden okumayla ve birkaç sureyi ezberlemekle yetinmekteyiz. Hayatımızın sonraki dönemlerinde Kuran’la olan alâkamız, namazlarda bu birkaç sureyi tekrarlamakla sınırlı kalmaktadır.
Kuran’ı evimizde bulundurmakta, arabamızda taşımakta hatta belâ ve musibetlerden korunmak için muska yapıp yanımızda taşımaktayız. Günümüzde onu adeta çözülmeyi bekleyen bir şifreler kitabı olarak görenler de vardır. Buna göre Kuran sözde bir takım bilimsel keşifleri ve tarihi olayları bizlere haber vermektedir. Belirtmek gerekir ki bütün bunlar, onun rahmet ve şifa dolu dünyasından istifade etmemiz için doğru yaklaşımlar değildir. Kuran, ona reva gördüğümüz bu yanlış yaklaşımları ve ilgisizliği hiç de hak etmemektedir. Çünkü o, sadece kutsallaştırılsın ve inanç nesnesi olarak kabul edilsin diye gönderilmemiştir. Onun temel amaçlarından biri, insanın aklı ve kalbiyle buluşmaktır. Nitekim konu, Hz. Peygamber’e hitaben şu şekilde dile getirilir: “Biz sana insanlar ayetlerini iyice düşünsünler ve akıl sahipleri ondan ibret alsınlar diye feyizli ve bereketli bir kitap indirdik” (Sâd, 38/29).
Tahsil hayatında ilerlemek ve kariyer sahibi olmak için, onlarca hatta yüzlerce kitabı okumakta hatta bazılarını noktasına virgülüne kadar ezberlemekteyiz. Yine siyaset, spor, aktüalite vb. çok değişik konularda her türlü bilgiye ulaşmakta ve fikir yürütebilmekteyiz. Elbette ki bunlarda yadırganacak bir durum yoktur. Burada garip olan, bütün bunlara rağmen Yaratanımızın bizlere mesajı olarak geldiğine inandığımız Kuran’ın anlam dünyasına ilgisiz ve yabancı kalmamızdır. Oysa o bizim aklımıza, vicdanımıza seslenmek, hayatımıza girmek istiyor.
Yapmamız gereken, onun anlam dünyasıyla tanışmamızdır. Buna, manevi hayatımızın bekası için hava ve su kadar ihtiyacımız vardır. Kuraklıktan çatlayan topraklara can veren yağmurdur. Kuran da akıl ve gönül dünyamıza sağnak sağnak yağmayı ve bizlere hayat vermeyi beklemektedir. Onu anlamak ve yaşamak öncelikli olarak biz Müslümanların görevidir. Müslümanların alâkasız kaldıkları bir Kuran’ın dünyada işlevsel hale gelmesi elbette ki mümkün değildir. Tarih boyunca Kuran’ı açıklamak üzere yüzlerce tefsir yazılmıştır. Günümüzde de bu süreç devam etmektedir; sadece Türkçemizde çok sayıda tefsir yayınlanmış bulunmaktadır. Ancak bunlardan bir kısmı, daha ziyade bu sahanın uzmanlarına hitap etmekte; sıradan okuyucunun ihtiyaç duymayacağı detaylı bilgilere yer vermektedir.
Kuran’ın temel hedefi, insanın, hayatın gerçek anlamını keşfetmesi, tam bir sorumluluk içerisinde bu hayatı yaşaması ve ilâhi değerler istikametinde ölüm sonrası ebedi hayata ve sonsuz güzelliklere hazırlanmasıdır. Bu bakımdan okuyucu, bu değerleri veren, Kuran’ın aydınlık dünyasına taşıyan, özlü, anlaşılır tefsirlerden istifade etmelidir. Günümüz insanının Kuran’ın aydınlık dünyası ile tanışmasında katkı sağlayacak imkânlardan biri de mealler/tercümelerdir. Meal sayesinde okuyucu, Kuran’ın ilk anlamını, İslamın temel ilkelerini ve Yüce Yaratıcı’nın bizden ne istediğini öğrenme imkanını elde eder. Ancak okuyucu, meallerin Kuran’ın kendisi olmadığını bilmesi gerekir.
Bilinmesi gereken diğer bir husus da salt tercümeler, Kuran’ın muhtevasını öğrenmek için yeterli değildir. Çünkü Kuran’ın ifadeleri oldukça özlüdür. Metne bağlı bir tercümede cümleler anlam kaybına uğramaktadır. Bu bakımdan, piyasada bulunan bu tür bir çok tercüme, ilâhî kelâmın anlaşılması şöyle dursun, zihinlerin daha da karışmasına sebep olmaktadır. Dolayısıyla Kuran, ya tatmin edici düzeyde açıklamalı meallerden yahut da daha önce açıkladığımız özelliklere sahip tefsirlerden öğrenilmelidir. Okuyucu gerek istifade edeceği tefsir gerekse mealleri belirlemede bu işin ehlinden istifade etmelidir. Aksi takdirde satın alacağı her hangi bir meal veya tefsir, işine yaramayabilir; dolayısıyla Kuran’ı öğrenme konusundaki bu teşebbüsü boşa çıkabilir.
Anlaşılmayan bir Kuran’ın hayata taşınması, hayata taşınmayan bir Kuran’ın da insan için rahmet ve şifa kaynağı olması mümkün değildir.
* Doç. Dr. İbrahim Hilmi Karslı
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi