Güncelleme Tarihi:
Daha sonra geçtiğimiz yılın sonlarına doğru başlarda çok da etkin olmayan politika yapıcılar en sonunda cephanelikteki silahlarını kullanmaya karar verdiler.
Bu çaba işe yaradı ve ekonominin serbest düşüşünün önüne geçilebildi. Şimdi önümüzde üç adet cevabı belirsiz soru var: Küresel durgunluk ne zaman sona erecek? Ekonomik iyileşme ne şekilde gerçekleşecek? Bu durumun tekrar etmesi riski söz konusu mu?
İlk soruya verilebilecek cevap 2009’un ikinci yarısı gibi görünüyor. ABD, İngiltere, İspanya, İtalya ve diğer Euro Bölgesi üyelerinin pek çoğu da dahil olmak üzere gelişmiş ekonomilerde ve çoğunluğu Avrupa’daki gelişmekte olan ekonomilerin bir kısmında toparlanma işaretleri ile düşüş işaretleri hala birbirine karışmış durumda olduğu için durgunluğun bu yılın sonundan önce sona ermeyeceği öngörülüyor. Avustralya, Almanya, Fransa ve Japonya gibi bir kısım gelişmiş ekonomi ve Çin, Hindistan, Brezilya ile Asya ve Latin Amerika ülkeleri gibi gelişmekte olan ekonomi ise şimdiden toparlanma dönemine girmiş durumdalar.
İkinci meseleyle ilgili tartışma ağırlıklı olarak sürecin V - şeklinde bir gelişim izleyeceğini düşünenlerle benim gibi bunun U - şeklinde olmasını bekleyenler arasında yaşanıyor. V-şeklinde bir toparlanma bekleyenler, büyüme sürecine hızlı bir geri dönüş olacağını belirtiyorlar. Toparlanmanın U-şeklinde olacağı öngörüsünde bulunanlar ise bunun Buhran dönemi düzeyine inmiş üretimi kendine getirecek ve ilk birkaç çeyrekte stokları doldurmak adına yapılacak hızlı bir üretimin ardından önümüzdeki yıllarda sağlıklı olmayan ve genel eğilimin altında kalacağını tahmin ediyorlar.
Zayıf bir U biçimli iyileşme konusunda farklı iddialar söz konusu. Amerika’da ve Dünya’nın geri kalanında istihdam hızla düşmeye devam ediyor. Gelişmiş ekonomilerde 2010 yılında işsizliğin yüzde 10 düzeylerinde olacağı tahmin ediliyor. Bu, sadece piyasalardaki talep ve banka kayıpları açısından değil aynı zamanda uzun vadeli iş gücü üretkenliği büyümesini etkileyen anahtar faktör olan işçi kalitesi bağlamında da kötü haber.
İkincisi bu kriz sadece likidite sıkıntısından değil borç ödeme güçlüğünden de kaynaklanıyor. Fakat finansal kurumların kayıpları kamulaştırılıp devlet bütçelerine yansıtıldığı için kayıpların asıl bilançosu henüz ortaya çıkmış değil. Bu durum da, bankaların kredi verme, hane halkının harcama ve şirketlerin de yatırım yapma kapasiteleri üzerinde ciddi bir kısıtlamaya sebep oluyor.
Üçüncüsü, an itibariyle cari işlemler açığıyla başa çıkmaya çalışan ülkelerde tüketiciler harcamalardan kısıp tasarruflarını artırmaları gerekiyor. Ama borç yükü altındaki tüketiciler, düşen emlak fiyatları ve borsalar ile azalan maaşlar ve istihdam dolayısıyla ciddi bir servet şokuyla karşı karşıyalar.
Dördüncüsü, politika kararlarıyla verilen desteğe rağmen finansal sistem hala ağır yaralı durumda. Bankacılık sisteminin heybeti bir hayli azaldı. Geleneksel bankalar bir yandan kredilerden ve menkul değerlerden kaynaklanması beklenen trilyonlarca dolarlık kaybı üstlenirken, bir yandan da hala ciddi anlamda sermaye sıkıntısı çekiyorlar.
Beşincisi, yüksek borçlara, temerrüt riskine, düşük büyüme oranlarına ve şirketler üzerindeki inatçı deflasyonist baskılara bağlı olarak yaşanması beklenen düşük karlılık oranları, şirketlerin üretim, istihdam ve yatırım konusundaki heveslerinin önünde büyük bir engel oluşturuyor.
Altıncısı, kamu sektörünün büyük mali açıklar yaratarak toparlanması, özel sektör harcamalarındaki iyileşmeyi kenarda bırakma riskini taşıyor. Dahası devlet eliyle yapılan bir desteğin etkileri önümüzdeki yılın başlarında işe yaramamaya başlayacak. Bu da süregelen büyümeyi desteklemek için daha fazla özel sektör talebine ihtiyaç yaratacak.
Yedincisi, küresel dengesizliklerin azalması ABD gibi varlıklarını har vurup harman savuran ekonomilerin cari açıklarının Çin gibi gelişmekte olan ekonomiler ile Almanya ve Japonya gibi kalkınmış ekonomilerin elindeki fazlalık tasarrufların önemli bir kısmını tüketecek. Fakat bu tasarruf eden ülkelerde iç talep yeterince hızlı büyümezse bu küresel büyümenin toparlanmasını zayıflatan bir faktör olacak.
W-şeklinde iki kere dibe vuran bir durgunluk yaşanması riski olduğunu düşünenlerin bu konuda iki açıklaması var: İlk etapta kapsamlı parasal ve mali gevşemeden çıkışla ilişkilendirilen riskler söz konusu. Politika yapıcılar bu politikaları uygulasalar da uygulamasalar da suçlanıyorlar. Eğer bu büyük mali açıkları ciddiye alıp vergileri yükseltirler, harcamaları keser ve fazlalık likiditeyi hemen silip süpürürlerse toparlanmanın altını oyup ekonomiyi tekrar stag-deflasyon (durgunluk ve deflasyon) sürecine geri iteceklerdir.
Ama eğer bu büyük bütçe açıklarını sürdürmeye karar verirlerse, bono piyasalarındaki intikamcılar karar mercilerini cezalandıracaktır. Sonrasında enflasyon beklentilerinin artmasıyla uzun vadeli devlet tahvillerini getirileri yukarıya gidecek ve borçlanma oranları hızla yükselip bir durgunluğa yol açacaktır.
İki dipli bir durgunluk korkusunun bir diğer sebebi de petrol, enerji ve gıda fiyatlarının ekonomik temellerin gerektirdiğinden daha hızlı yükseliyor olması. Bu rakamlar, yatırım aracı peşinde koşan aşırı likidite ve spekülatif talep dolayısıyla daha da hızlanabilir. Geçtiğimiz yıl petrolün varilinin 145 ABD dolarına ulaşması, ticaret açıklarının artmasına ve petrol ithal eden ülkeler adına bir harcanabilir gelir şokuna sebep olurken küresel ekonomi için bir dip noktası olmuştu. Eğer benzer bir spekülasyon dalgası petrolün varil fiyatını hızla 100 dolar düzeyine çekerse küresel ekonomi bir başka daralma şokunu kaldıramaz.
Özetle, gelişmiş ekonomilerdeki toparlanmanın hastalıklı ve düşük seviyeli olması ihtimali yüksek, iki kere dibe vuran bir durgunluk yaşanması riski büyük.
* Yazar Nouriel Roubin New York Üniversitesi Stern School of Business’ta ekonomi profesörüdür. Bu yazı 23 Ağustos 2009 tarihinde Financial Times’ın internet sitesinde “The Risk of Double-dip Recession” başlığıyla yayınlanmış, Türkçe’ye tercümesi hürriyet.com.tr tarafından yapılmıştır.