Başbuğ, muhtemel ihtilalde kimlerin hákim rol oynayacağı istihbaratını almıştı. Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Çevik Bir hakkında çevreden sürekli bilgi alıyordu. Yakın çevresinde kimlerin bulunduğunu öğrenmek istiyordu. ALPARSLAN Türkeş, 1997 yılında yaşanan ‘‘28 Şubat süreci’’nin ülkeye yeni bir ihtilal davet edeceği kuşkusunu taşıyordu. Daha önceleri, pek çok ihtilal ve darbe görüp bu dönemlerde zaman zaman ‘‘mağdur’’ duruma düştüğü için, bir yeni askeri harekáta tahammülü olmadığını yakın çevresine hep anlatıyordu. Rıza Müftüoğlu, Refahyol hükümeti döneminde yaşanan olayların sır perdesini aralıyor. Şimdi yine, yakın siyasi tarihimizde bugüne kadar gün ışığına çıkmamış olayları ‘‘Kara Kutu’’dan dinlemeye devam edelim:‘‘28 Şubat sürecinde, Genel Başkanımız çok endişeliydi. Bu süreci, Refah Partisi-Doğru Yol iktidarının yaşattığı inancındaydı. Rejimin, yeniden tökezlemeye tahammülü olmadığını söylüyordu. Başbuğumuz, bütün bu tehlikelerden kurtuluşu, mevcut hükümetten kurtuluşa bağlamıştı. Bu amaçla, kendi imkánları çerçevesinde neler yapabilecekse, ona yöneliyordu. DYP Lideri Tansu Çiller'le, ANAP Lideri Mesut Yılmaz'ın tekrar bir araya gelmesi, birbirine güven duyması için çaba harcıyor, her ikisi arasında adeta mekik dokuyordu.YENİ İHTİLAL KAPIDAYDIGenel Başkanımız, radikal İslam konusundaki değerlendirmelerini yaparken, ilginç bir tespitini de bizlere anlatmaktaydı. Başbuğ, bu konuda şunları söylüyordu: ‘Komşumuz İran'ın Türkiye üzerinde hesapları vardır. Bu hesabı, İslami çizgide yürütmektedir. Aynı şekilde Suudi Arabistan da, İslami yöntemlerle Türkiye'de etkili olmak istemektedir. Türkiye'deki ilahiyat fakültelerinden, Suudi Arabistan'a giden öğretim üyelerinin pek çoğunun ülkeye geri döndüklerinde, Vehhabi mezhebine geçmiş olduklarını görüyoruz.'Evet, Genel Başkanımız, yeni bir ihtilalin kapıda olduğunu öğrenmişti. Böyle bir müdahalede, nelerin hedef alınacağını biliyordu. Bu sebeple, ayrı bir endişe taşıyordu. Refahyol Hükümeti'nin dini siyasete alet etmesi nedeniyle başgösteren gerginlik, özellikle asker kanadını radikal önlemler almaya zorlamaktaydı. Hal böyle olunca, bir askeri müdahalede tüm tarikat ve dini grupların hedef alınmasının doğru olmayacağını ifade etmekteydi.KARADAYI'YI SEVİYORDUBaşbuğ, muhtemel bir ihtilalde kimlerin hákim rol oynayacağı istihbaratını da almıştı, ancak müdahalenin ne şekilde olacağını bilmiyordu. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ahmet Çörekçi'yi çok seviyor ve sayıyordu, ancak Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Çevik Bir hakkında çevreden sürekli bilgi alıyordu. Genel Başkanımız, işte o kritik günlerde, özellikle Orgeneral Çevik Bir'in kişiliği hakkında bilgi edinmeye çalışıyor, ayrıca yakın çevresinde kimlerin bulunduğunu öğrenmek istiyordu. Kısacası Başbuğ, Çevik Bir'den endişeliydi. Başbuğ, bu kritik günlerde, bir görüşme anında, ‘Eyvah! Silahlı Kuvvetler'de mezhep meselesi öne çıkartılıyor. Bu çok kötü. Böyle bir çizgide müdahaleye kalkışılırsa, Türkiye, yıllarca yarasını, yaralarını saramaz' demişti.’’İHTİLAL ENDİŞESİYLE ÖLDÜRıza Müftüoğlu, Alparslan Türkeş'in vefatından 24 saat önce, ihtilal endişesini tekrar gündeme getirdiğini açıklıyor ve şunları söylüyor:‘‘Genel Başkanımız, 1997 yılının mart ayında Almanya'ya gitmeden önce, eski bir milletvekili arkadaşımız, kendisine yeni bir ihtilalin geldiği haberini vermiş, bu bilgileri bir yüzbaşıdan aldığını söylemiş. Başbuğ'un Almanya'da bulunduğu günlerde, ben de ABD'de idim. Genel Başkan, ihtilal konusunu bana 3 Nisan 1997 Perşembe günü
Atatürk Havalimanı'nda açtı. Çok endiÅŸeli olduÄŸunu söyledi. Hatta, Almanya'da bulunduÄŸu süre içerisinde, olayları uzaktan izlediÄŸini, ancak endiÅŸelerinin her geçen gün artmakta olduÄŸunu ifade etti. Ben de kendilerine, ‘BaÅŸbuÄŸum, merak etmeyin, ben gerekli yerlerle konuÅŸuyorum; iÅŸ müdahaleye kadar varmayacak' dedim. Ama Genel BaÅŸkan rahat deÄŸildi; bu konuÅŸmamızdan 24 saat sonra, diyebilirim ki içine yerleÅŸmiÅŸ bulunan ihtilal endiÅŸesiyle hayata veda etti.’’28 Åžubat toplantılarının onur konuÄŸuBAÅžKENT Ankara'nın elitlerine uzun yıllar hizmet etmiÅŸ olan Washington Restaurant'ın yerine daha sonra Göksu Restoran açıldı. Bu restoran, 1996-1997 yıllarında aynı misyonunu sürdürdü. Alparslan TürkeÅŸ ve arkadaÅŸları, ayda bir defa ünlü politikacı Osman Bölükbaşı'nın onuruna Göksu Restoran'da yemekli toplantılar düzenlediler. Göksu Restoran'daki toplantıları organize etme görevini iÅŸadamı Sefer Ulusoy üstlenmiÅŸti. MHP Lideri Alparslan TürkeÅŸ, yaÅŸayan siyasetçilerin duayeni Osman Bölükbaşı'yı her ay bir akÅŸam onur konuÄŸu yapıyor ve bu ünlü politikacının anılarından, diÄŸer konukların yararlanmasını saÄŸlıyordu. Göksu Restoran'daki bu özel toplantılara, Alparslan TürkeÅŸ ve Osman Bölükbaşı'nın yanı sıra Rıza MüftüoÄŸlu, eski vali ve senatörlerden Ömer Naci Bozkurt, eski politikacı Ä°lhami Çetin ve Hüseyin Baytürk sürekli olarak katılıyorlardı. Åžimdi, Göksu Restoran'da neler konuÅŸulmuÅŸ, hangi eylem planları uygulanmış, bunları da ‘‘Kara Kutu’’dan dinleyelim: ‘‘Rahmetli Osman Bölükbaşı, gerçekten bir bilgi küpü idi. Yaşı 90'a yaklaÅŸmıştı. Partimiz MHP'nin ilk kurucusuydu. FeleÄŸin çarkından geçmiÅŸ, müthiÅŸ hafızası olan ünlü bir politikacıydı. Ä°ÅŸin başında Göksu yemeklerinin amacı, Sayın Bölükbaşı'yı hiç olmazsa ayda bir defa aramıza alıp muhabbet etmekti. Bu yemekli toplantılarda, siyasetin yanı sıra her ÅŸey konuÅŸulurdu. Ancak, 28 Åžubat sürecinde toplantıların boyutu bir misyon ifa etmeye baÅŸladı. Genel BaÅŸkanımız ile birlikte Osman Bey de Refahyol Hükümeti'nin gidiÅŸinden çok endiÅŸe duyuyordu. AÄžAR DA GELÄ°YORDUBaktık olacak gibi deÄŸil, her toplantıya deÄŸiÅŸik kiÅŸiler almaya baÅŸladık. Ama son zamanlarda, ağırlıklı olarak DYP'lileri davet ettik. 28 Åžubat sürecindeki davetliler arasında politikacılardan Mehmet AÄŸar, Nevzat Ercan, Bekir Aksoy gibi isimler ile eski Hava Kuvvetleri Komutanı Halis Burhan da vardı.Ölüyü kokutmaMüftüoÄŸlu'ndan: ‘‘Sayın Osman Bölükbaşı, siyasi anılarını aktarırken, politikacılara da pervasızca uyarılarda bulunuyor, özellikle DYP'lilere ‘Aklınızı başınıza toplayın, bu böyle gitmez. Ölüyü kokutmayın' diyordu. Kısacası Göksu toplantıları, Refahyol Hükümeti'nin gitmesi için önemli bir misyon yüklendi.’’Zaman zaman görüşüyorduMüftüoÄŸlu anlatıyor: ‘‘Genel BaÅŸkanımız, bu yemekli toplantıların yanı sıra o tarihte etkili ve yetkili olan tüm ilgililerle de görüşüyor, bu kötü gidiÅŸe bir ‘dur' denilmesi için, diyebilirim ki adeta 24 saat çaba harcıyor, zaman zaman dönemin CumhurbaÅŸkanı Sayın Süleyman Demirel'le de görüştüğü oluyordu. BaÅŸbuÄŸ, ayrıca bürosuna çeÅŸitli konuklarını davet ediyor, onlarla rejim meselelerini tartışıyordu.’’Yanlışlarına son ver artıkMüftüoÄŸlu anlatıyor: ‘‘Eski bir asker, eski bir ihtilalci olan liderimiz, her ÅŸeyden haberdardı. Burnuna yanık kokuları geliyordu. Askerin, özellikle BaÅŸbakan Erbakan'ın eylemlerine tahammülü kalmadığını tespit etmiÅŸti. Ayrıca, BaÅŸbakan Yardımcısı Çiller'in yanlışlarına bir son vermesi için, lisan-ı münasiple kendisini uyarıyordu. Ama çılgınca bir gidiÅŸ vardı. BaÅŸbuÄŸ, aslında Refah Partisi'nin tehlikeli gidiÅŸine, ortağı DYP'nin engel olabileceÄŸini düşünmüştü. Ancak, daha sonra bu inancını da yitirdi. Genel BaÅŸkanımıza göre, dinin siyasete alet edilmesinin sakıncaları ÅŸunlardı:SAKINCALI KONULARDinin siyasete alet edilmesi, Ä°slam'a aykırıdır; çünkü Sünni din alimlerine göre, din adamlığı ile devlet adamlığı görevlerinin tek kiÅŸide toplanması caiz deÄŸildir.Toplumu maddi ve manevi alanlarda yönetebilecek kiÅŸiler, sadece peygamberlerdir. Ä°ran modelinde, hem maddi, hem manevi álem, din adamlarına bırakılmıştır. Bu, örnek alınacak bir model deÄŸildir ve Türkiye'deki laiklik prensibine aykırıdır. Türkiye ne enteresan bir ülkedir ki, dini siyasete alet eden Sünni politikacılar, Ä°ran'daki ‘‘Şia’’ modelini hayata geçirmek istemektedirler.Din, siyasete alet edilince, vatandaÅŸ ülkeyi en iyi ÅŸekilde yönetecek kiÅŸiyi deÄŸil, en iyi imamı seçme durumuyla karşı karşıya kalmaktadır.Dini siyasete alet eden bir iktidar, uzun süre ülke yönetiminde kalırsa, Türkiye klasik bir OrtadoÄŸu ülkesi haline düşer.’’Sınıf arkadaşıydı ama ona karşı çok buruktuRıza MüftüoÄŸlu, hem TürkeÅŸ'in, hem de MHP'lilerin Silahlı Kuvvetler mensuplarına bakış açılarını anlatırken de, ÅŸu ilginç tespitleri yaptı: ‘‘MHP camiası, 12 Eylül 1980 Ä°htilali'nden sonra, çok büyük sıkıntılar çekti. Hepimizde, ordu mensuplarına karşı menfi duygular vardı. Rahmetli Genel BaÅŸkanımız, bu duygunun farkındaydı. Kendisi, Türk Devleti'ne ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı çok derin bir baÄŸlılık içindeydi. Genel BaÅŸkanımız, MHP'lilerin, ordu mensuplarına karşı olumsuz duygu ve düşüncelerini gidermek için bir demeç verdi. Daha sonra da sık sık tekrarlayacağı demeçteki ifadeler şöyleydi:‘Ordu, dört generalden teÅŸekkül etmez. Ben, 12 Eylül döneminde çektiklerimi unutuyorum ve hakkımı Türk milletine helál ediyorum.'BaÅŸbuÄŸ'un bu demecinin ana gayesi, bizlerde, ordu mensuplarına karşı yer etmiÅŸ olan menfi duyguları silmek, hatta bir bakıma bu duyguları sadece Kenan Evren ve darbeci arkadaÅŸlarına yöneltmemizi saÄŸlamaktı.Genel BaÅŸkanımız, çektiklerinden dolayı bir gün olsun Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı tek bir sitemde dahi bulunmadı. Ancak, sınıf arkadaşı olan Kenan Evren'e karşı daima derin bir burukluk içindeydi.Aslında, 12 Eylül öncesi biz ülkücüler, Genel BaÅŸkanımızı, hep ‘ihtilalci' kimliÄŸi ile deÄŸerlendirirdik. Rahmetlinin ordu içindeki arkadaÅŸları ile münasebetlerini hayranlıkla izlerdik. Kendisinin mücadelesini daima takdir ederdik. 12 Eylül öncesinde, anarÅŸi ve terör önlenemez bir hale gelmiÅŸti. O tarihlerde, ihtilal hep gündemdeydi. Hatta biz ülkücülerin çoÄŸu, ihtilalden yana fikirler taşıyorduk. Ancak, 12 Eylül ihtilalcileri, bizlere adeta ‘vatan haini' muamelesi yaptı.’’Â
button