Güncelleme Tarihi:
Karşımızda, cezaevinde koğuş arkadaşlarını bırakan ve onların ismi geçtiğinde dolan gözlerindeki yaşları içine akıtan bir emekli komutan bulduk. Söyleşimizde 3 şeyin üzerini özellikle çiziyor, “1-Silahlı Kuvvetler nizamı şartlar için yetişmiş. Harp eğitimini bile nizami şartlarda almış bir kurumdur. Belden aşağı yapılan saldırıların eğitimini almış bir kurum değildir. 2-Yeniden yargılama yapılırsa bu halkın önünde yapılsın ki halk yaşananları görsün TV’den yayınlansın. Hangi hakimlerin olduğu önemli değil. 3-’Silivri’de, cezaevindeki bıraktığım silah arkadaşlarımın hepsi suçsuz. Bunu biliyorum. Balyoz vb gibi davalarda yatan bu insanların 1 dakika bile cezaevinde kalması ne hukuka, ne insanlığa ne de vicdana sığar.”
Emekli Orgeneral Hasan Iğsız, tahliyesinin hemen ardından Fenerbahçe Orduevi’ndeki evinde Hürriyet’i kabul etti. Eşi Ayşe hanım, oğlu Hakan ve avukatı Murat Ergün karşılıyor bizi. Eve henüz girdiğim sırada çalan telefondaki kişinin ‘Geçmiş olsun’ dileklerini, Hasan Iğsız, “Teşekkür ederim sayın Cumhurbaşkanım” şeklinde yanıtlıyor. İyi dilekler içinde görüşmeden sonra merakla soruyorum, “Arayan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül müydü? Tebessümle yanıtlıyor, “Hayır. Yenilerden arayan yok. 10. Cumhurbaşkanı’mız Ahmet Necdet Sezer’di.” Bu sabah Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in de aradığını öğreniyorum. Neler konuştunuz diye sorduğumda yine gülerek, “Bunu söylemeyeceğim” diyor.
Emekli Orgeneral Hasan Iğsız 10 Ağustos 2011’de cezaevine girdi. 2 yıl cezaevinde kaldı. Cezaevinde kaldığı bu süre içinde tam 280 kitap okumuş. Akıl ve ruh sağlığım için bu gerekliydi diyor ve anlatmaya başlıyor;’ “Cezaevine girdiğimizde akıl ve beden sağlığımızı korumamız gerektiğini anladık. Beden sağlığımı korumak için günde 1,5 saat yürüdüm. Akıl sağlığımı korumak içinde kitap okumayı tercih ettim. Bu süre içinde 280 kitap okudum.”
Hasan Iğsız, Ergenekon, Balyoz vb gibi davaların bir kurgu içinde planlı olarak gerçekleştirildiğini belirterek şöyle devam ediyor:
“Bu yargılamaların halktan uzak bir şekilde Silivri’de yapılması tesadüf değil. Televizyonların, radyoların canlı olarak yayınlayamamasının önüne geçmeleri tesadüf değil. Hepsini bilerek yaptılar. Yargılamayı kamuoyundan kaçırdılar. Bakın eğer bizler yeniden yargılanacaksak, o hakim bu hakim olmuş önemli değil. Yeter ki, bu davalar halk tarafından izlensin. Gerçekleri millet görsün.”
Söz, koğuş arkadaşlarına geldiğinde Hasan Iğsız’ın konuşmasını dolan gözleri ve boğazında düğümlenerek geç çıkan sözleri oluyor, “Özellikle üstünü çizmek istediğim bir şey var. Geride bıraktığım silah arkadaşlarımın hepsi suçsuz. Buna inanıyorum demiyorum. Böyle söylersem hafifletirim. Suçsuz olduklarını biliyorum. En güç olanı onları orada bırakıp çıkmak oldu.”
KIRGINLIK YOK
Eski Genelkurmay Başkanı emekli orgeneral İlker Başbuğ ile arasının bozuk olduğu iddialarını ise Hasan Iğsız kesin bir dille yalanlıyor; “Öyle bir kırgınlık, dargınlık yok aramızda. Cezaevinden çıktıktan sonra henüz görüşmedik ama en kısa zamanda kucaklaşırız. Tahliye olduğu gün tüm koğuş arkadaşlarımızla birlikte hepimiz İlker Paşa’nın adına çok sevindik.”
Hasan Iğsız, tahliye kararını koğuşta açık olan televizyonda geçen kararla, arkadaşlarının sevinç çığlıkları ile öğrenmiş. “Birbirimize sarıldık. Beden fazla sevindiler. Duygu dolu bir vedalaşma oldu hepimiz için”
Hasan Iğsız, cezaevine girdiği anın bir kayboluş anı olduğunu belirterek,’ 50 sene en ufak bir leke sürmeden üniforma giymişiniz. Bu nasıl olur diye kendi kendinize soruyorsunuz. Bu bir kabus diye düşünüyorsunuz. Ancak kabus hiç bitmiyor. Sonra kabusa alışıyorsunuz’
Cezaevinde olmalarını, gizli ajandaları olanların hileli yollarla kurduğu bir tezgahı olarak kısaca açıklayan Hasan Iğsız, ‘Silahlı Kuvvetler nizamı şartlar için yetişmiş. Harp eğitimini bile nizami şartlarda almış bir kurumdur. Belden aşağı yapılan saldırıların eğitimini almış bir kurum değildir. Görünen o ki, bu planı hazırlayanlar bunu çok iyi etüt etmişler’
Iğsız’ın üstünde en çok durduğu konulardan biri de Balyoz davasında Deniz Kuvvetleri’nin büyük zaafiyete düşürülmesi. Bütün kuvvetleri bir tarafa bırakın. Ancak bu davalarda Deniz Kuvvetleri büyük ve ciddi bir yara almıştır. Gerçek olarak hissettiğim ama söyleyemediğim duygularımsa bundan daha ağırdır’
Hasan Iğsız önceki geceyi kardeşinin evinde aile meclisi içinde geçirdi. “Kendimde hissettiğim değişim. Dokunma, temas duygum oldu. Herkese dokunuyordum. Cezaevinde aynalı bölümün ardında yapılan konuşmaların etkisi bu olsa sanırım”
Hayatta tek pişamlığının eşi ve çocukları ile yeterli zaman geçirememesi olduğunu söyleyen Hasan Iğsız, “Yıllarca yoğun tempo içinde ailemle çok az görüştüğümü farkettim. Bundan sonraki günlerimi onlarla daha sık zamanı paylaşarak geçirmek istiyorum” diyor
ŞURA SIRASINDA YAPILAN ÇİRKİNDİ
Söyleşimiz sırasında Hasan Iğsız’a, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ na ismi geçtiği dönemde oluşan krizi soruyorum. Net yanıtlar veriyor Hasan Iğsız; “Genelkurmay Başkanı Kara Kuvvetleri Komutanlığı için hükümete benim ismimle gitti. Başbakan ve Cumhurbaşkanı Kara Kuvvetleri Komutanı olarak benimle çalışmak istememişler, onay vermemişler. Böyle bir hakları var. Bunu anlayabiliyorum. Üzüldüğüm, kabul edemediğim ve unutamadığım şey ise, Şura olduğu günlerde Zekeriya Öz’ün beni şüpheli sıfatıyla adliyeye çağırmış olması. Bunlar çirkin hesaplar, devlet ciddiyetine yakışmayan şeyler.”
TALEPLERİ BİZ VERDİK
Iğsız’ın yanında aile fertleri dışında bulunan kişi, “Beni bugüne kadar kendisini dinlediğim için hiç yanıltmadı” dediği avukatı Murat Ergün. Avukatların verdiği hukuk mücadelesinin ve yargıçların taraf tutumlarının yeteri kadar topluma yansımadığını anlatan Hasan Iğsız, “Parmak izi vs gibi incelemeleri normalde soruşturmayı yürüten savcılık talep eder. Olayı delillendirmek için bunu yapar. Ama bizde tam tersi oldu biliyor musunuz ? Bütün bu tür talepleri sanıklar yaptı. Ancak mahkeme hep red etti. Islak imzalı denen belgede 14 tane ayrı parmak izi var. Ancak o parmak izlerinden hiç biri o belgeyi yazdığı iddia edilen kişiye ait değil. Bu parmak izlerinin kime ait olduğunun araştırılmasını istedik. Hiç olumlu yanıt alamadık.”