Güncelleme Tarihi:
Öcalan'ı asıp, idamı kaldıralım, olmaz
Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Mumcu, neredeyse 40 yıllık bir hukuk tarihçisi. Hamburg (1962-64 ve 1972-74), Georgetown (1987), Münih (1989-90) ve Viyana (1994) Üniversitelerinde çalıştı, dersler verdi. Halen Başkent Üniversitesi'nde Hukuk Tarihi Ana Bilim Dalı Bölüm Başkanı. Türkiye'nin siyasal tarihi üzerine çalışan yabancı bilim adamlarının en çok referans gösterdiği Türk hukukçusu.
27 yıl önce ilk kez kitap halinde yayımlanan ‘‘Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl’’ adlı çalışması bugünlerde yeniden rağbette. Görüşmemiz sırasında Osmanlıdan bugüne uzanan ‘‘siyaseten katl’’ anlayışını konuştuk. Tabii ki Abdullah Öcalan'ın idam edilip edilmemesine de gelip dayandı bu görüşme. Bakın ne diyor Profesör Mumcu:
Sayın Ecevit çok iyimser ve '2004 yılında AB'ye gireriz' diyor. Hükümetin liderliği ve devletin yöneticileri böyle bir hedef tutturmuşken birileri çıkıp, ‘‘Önce Abdullah Öcalan'ı asalım sonra idam cezasını kaldıralım’’ diyor. Böyle bir şey olmaz. Türkiye modernleşme sürecinde çok kritik bir viraja giriyor. Ülkemiz bu virajı döndüğünde, zaten kulvarında yolculuk yapmakta olduğumuz yepyeni bir medeniyetin düzlüğünde olacağız. Şimdi, biz içerden baktığımız için farkında değiliz ama tılsımlı bir kanat taktık ve uygarlığın semalarında uçmaya başladık. Bunun kıymetini bilelim. Bundan 40 - 50 yıl sonra, torunlarımız bizim bugün yaptığımızın çok önemli bir tarih olduğunu anlayacak ama bir yandan da yaptığımız tartışmalara bakarken gülümsemeden edemeyecekler.
KELLE TEPELERİ OLDU SUÇLAR DURMADI
İnsan kellelerinden tepeler oluşturulduğu dönemler olmuş tarihte ama isyanlar ve suçlar durmamış. Kimse idamdan ibret almamış. IV. Murat'ın içki içtiği gerekçesiyle binlerce kişiyi öldürdüğünü biliyoruz. Ama caydırıcı olmadığını da görüyoruz. Kuyucu Murat Paşa, Celali eşkiyası diye 40 bin Türk'ü öldürmüştür. Ama toprak düzeni çöktüğü ve Anadolu'nun ekonomisi alt üst olduğu için ölenlerin yerine mantar gibi yenileri çıkmıştır. Bu isyanlar sonucu devletin otoritesi yerle yeksan olmuştur. Siz yurttaşı suç işleyecek ortamın içinden çekip çıkartmadıkça, idam cezası hiçbir şeyi çözmez.
cezaevleri suç akademileri
Bilindiği gibi bizde bir infaz yasası çıkarıldı. Adamı önce idama sonra müebbete, müebbet cezasını 36 seneye daha sonra da infaz yasasıyla 14 yıla indiriyor ve salıveriyoruz. Yani siz örneğin beş insanı katlediyorsunuz ve 14 yıl sonra sokağa çıkıyorsunuz. Peki bu cezayla ve bu hapisane sistemiyle suçlunun ıslah olması mümkün mü? Cezaevleri, suç akademileri gibi çalışıyor. Adam oraya acemi bir talebeyken girip, suç doktorası yapmış olarak çıkıyor. Bu infaz yasasının derhal ortadan kaldırılması ve cezaevi sisteminin değişmesi gerekmektedir. Halk da bu sisteme inancını kaybettiği için, ‘‘Nasıl olsa, bu cani üç beş yıl sonra dışarı çıkacak, idam edilsin daha iyi’’ diye düşünüyor haklı olarak. Bilinse ve inanılsa ki, ‘‘suç işleyen ne bir gün eksik ne bir bir gün fazla cezasını hak ettiği şekilde çekecek ve adalet yerini bulacaktır’’ o zaman bizim yurttaşlarımızın tamamı, siyaseten katl müessesine ebediyen sırtını dönecektir.
Mumcu'nun başta hukuk tarihi olmak üzere, siyasal tarih, devrim tarihi ve anayasa hukuku konularındaki kitaplarının baskıları tükendiği için fotokopiyle çoğaltılıp elden ele geçiyor. Bellibaşlı kitapları arasında Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl (1963), Osmanlı Devletinde Rüşvet (1985), Osmanlı Hukukunda Zulüm Kavramı (1985), Hukuksal ve Siyasal Karar Organı Olarak Divan-ı Hümayun (1986), Tarih Açısında Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi (1996) sayılabilir.
TÜRKİYE AB FIRSATINI TEPMEMELİ
Devletimizin yöneticileri ve halkımız şunu anlamak zorundadır: AB'ye üye olmak ve uygar dünyaya dahil olmak istiyorsak, bize sunulan kriterleri ve normları kabul etmek zorundayız. Biz Bulgar ve Romen komşularımız kadar olamayacaksak, bu koşulları kabul ederken hálá bir takım anlamsız tartışmaların karanlığında boğuşacaksak, AB'ye girmeyiz olur biter. Avrupalı olmamız şart değil ki! O zaman geri alırız imzamızı, onlar bizi ihraç etmeden ayrılırız ve biz bir Ortadoğu ülkesi olmaya karar verdik deriz, sorun çözülür! Demokratikleşmeyi durdururuz, sevgili idam cezamızı da muhafaza ederiz olur biter. Avrupalı olacaksak bu kriterleri kabul etmeye mecburuz. Bu tarihsel bir süreçtir. Tanzimat'la başlayıp Cumhuriyetle doruğuna ulaşmış muazzam bir emektir bu. Biz hükümdarın ölüm cezası yetkisini Rus çarlığından önce kaldırmış bir ülkeyiz. Modernleşme sürecinde üçüncü büyük tarihsel dönüşüm fırsatını yakaladık. Türkiye, bu fırsatı tepmemelidir.
‘‘Siyaseten katl’’ın tarifini yapar mısınız?
- İslamın ilk dönemlerinde ortaya çıkan ve en gelişmiş şekliyle Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan önemli bir hukuksal kurumdur. İslam hukukunun uygulandığı devletlerde Kuran'a dayanan ceza hukukunu düzenleyen kurallar silsilesi vardır. Tüm dini hukuk sistemleri içersinde ölüm cezasına en az İslamiyet yer vermiştir. Kısas karşılığında verilen ölüm cezası da aslında bir ölüm cezası sayılmaz. Kasten öldürülen bir kimsenin bütün mirasçılarının oy birliğiyle istemesi halinde uygulanabilir. Yani cana kaşı can alınmasına devlet karışmaz. Devlet yalnızca bu işin kurallarına uygun yapılabilmesi için hakem olur ve bu sistemi düzenlemekle, güvence altına almakla yükümlüdür. Bunun dışında İslam Hukuku'nda yol kesenlere ve yol kestiğinde adam öldürenlere ölüm cezası verilmektedir ki bu da kesin hükümlere bağlanmamıştır.
Özellikle Abbasiler devrinde gelişen bu sistem daha sonraki İslam devletlerini de büyük oranda etkiledi değil mi?
- Osmanlı din bilginleri yani ulemalar, Abbasi halifelerine tanınan yetkileri daha da genişleterek, Osmanlı padişahlarını sınırsız yetkilerle donattı. ‘‘Şeriatın dışında kalan hususlarda padişah hazretleri yetkilidir. Devletin devamı için gördüğü her türlü tedbiri padişah alabilir’’ dediler. Padişahın bu şekilde gelişen yetkisine siyaset yetkisi diyoruz. Çünkü padişahın devleti yönetirken dayandığı bir takım esaslar vardı ki bu temelde şeriattı. İşte padişah istediği bir kişiye ya da suça bir ceza verecekse ulemalar bu cezayı işte o siyaset yetkisi içinde mütalaa etmişlerdi.
Bu cezalar içinde de en çok ölüm cezası tercih edildiği için de siyaset eşittir ölüm cezası anlamına mı geliyordu?
- Evet. Hatta Topkapı Sarayı'nda padişahın verdiği ölüm cezalarının infaz edildiği yere ‘‘Siyaset Çeşmesi’’ adı verilmiştir. Ceza, işte o çeşmenin önünde infaz edilir ve cellat ellerini siyaset çeşmesinde yıkardı. Tabii şimdi bunlar tüyler ürpertici uygulamalar ama o dönem açısından bakıldığında tüm dünyada gayet normal karşılanıyordu. O dönemin despotik Avrupa devletleri içinde bunun alasını görmek mümkün. Padişahların tümü bu yetkilerini kullanırken katı davranmamışlar, davrananlar ise ulemaya başvurup fetva alma gereği duymuşlardır.
Bu bir nevi onaylanma, zülme başkalarını da ortak etme ihtiyacı. Tek seçici padişah olduğundan ulema sınıfının bağımsız olduğu söylenemez.
- Tabii. Çünkü, o adamları yüksek mevkilere seçen de padişahın kendisidir. Padişahların yaptıklarını legalize etme görevini üstlenmişlerdir. Şu an dünyanın gelmiş geçmiş en büyük Osmanlı tarihçisi olan Halil İnalcık, ‘‘Osmanlı İmparatorluğu'nda esas amaç hanedanın yaşamasıdır. Devlet ile hanedan birdir. Hanedanın çıkarlarının korunması dışında birşey düşünülmemiştir’’ demiştir. Yani herşeye hakim olan hanedan aynı zamanda herşeye de kadirdir. Osmanlı uleması, Şii devletlerinde olduğu gibi belirli bir ruhban kastı oluşturamamış, Katolikler'de olduğu gibi bir ruhban sınıfı çıkaramamıştır. Hükümdarın altında kendi halinde memurlar olarak işlev görmüşlerdir. Veziriazamların üçte biri siyaseten katle kurban gitmişler, padişahın emriyle katledilmişlerdir. Fakat bu arada şeyhülislamlardan sadece birkaç tanesinin kellesi kesilmiştir.
ZALİM SULTAN BİLE İDAM ETMEDİ
Peki padişahın siyaseten katl yetkisi nasıl sınırlandı?
- Tanzimat Fermanı'yla Abdülmecit, padişahın ceza verme yetkisini tek taraflı olarak büyük oranda kaldırmıştır. Aslında ondan sonra gelen hükümdarlar, bu kararı tanımayabilirdi ama hiçbiri Tanzimat Fermanı'nın getirdiği sınırlamanın dışında davranmayı seçmedi. Çünkü şartlar değişmiş, Osmanlı Devleti'nde, modern bir hukuk devletine doğru gidişin ilk çabaları başlamıştır. ‘‘Zalim Sultan’’ dedikleri Abdülhamit dahi, siyaseten katl konusunda olumlu açıdan oldukça cimri davranmış, ölüm cezası vermemiştir. Tanzimat'la birlikte ölüm cezası verme yetkisi doğrudan doğruya mahkemelere geçmiştir. Ölüm cezalarında son kararı verme yetkisi padişaha aitti. Abdülhamit gibi bir sultan bile son derece az ölüm cezasını onaylamıştır.
Osmanlı'dan cumhuriyete geldiğimizde siyaseten katl konusunda durum ne ölçüde farklılaşmıştır. Yassıada Mahkemeleri'nin kararları ile Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının asılması bir nevi siyaseten katl değil midir?
- Cumhuriyet döneminde bilindiği gibi Türk Ceza Kanunu (TCK) uygulanmaya başladı. Yassıada ve Gezmiş olayında TCK'ya göre hüküm verilmiştir. Ama bugün herkes o cezaların yerinde bir ceza olmadığı konusunda hemfikirdir. Yassıada Mahkemesi'nden hiç bahsetmeyelim. Bir hukukçu olarak yüzüm karararak söylüyorum, tabii hakim ilkesine aykırı bir mahkemedir. Bir ihtilal mahkemesi deseniz değil, bir olağanüstü hal mahkemesi deseniz değil. O açıdan bakın, 12 Eylül'ü yapan askeri güç, - sırf hukukçu olarak söylüyorum - olağanüstü mahkeme kurmamıştır. Yargılamaları normal mahkemede yapmıştır. Verilen cezaları tartışmak tabii ayrı bir konudur. Ama hiç olmazsa usulen ve hukuk devleti ilkelerine kısmen daha uygun hareket edilmiştir. Yassıada Mahkemesi'nin başkanlığını yapan hukukçuya, ‘‘Sizi buraya tıkan güç böyle istiyor’’ sözü nasıl söyletilmiştir, doğrusu bir kamu hukukçusu ve hukuk tarihçisi olarak ben bunu anlayamıyorum. Bu tam anlamıyla bir siyaseten katl değil ama tamamen siyasi amaçlarla verilmiş bir idam hükmü, siyasi yasaklar siyasi kararlardır.
Cumhuriyetin ilk yıllarına gidersek, o zamanlar meydana gelen bir dizi başkaldırı hareketi bastırıldıktan sonra mahkemelerin aldığı kararlar vardı.
- Cumhuriyetimiz, dünya tarihinin en ağır koşullarında kurulmuştur ve bunu hiçbir zaman unutmamak gerekmektedir. Tüm olağanüstü koşullara rağmen, İstiklal Mahkemeleri'ni bir yana bırakırsanız diğer mahkemelerin bağımsızlığına karışılmamıştır. Cumhuriyetin önderleri daha başlangıcında, yeni devletin bir hukuk devleti olacağının işaretlerini vermiştir.
Hocam, büyük ideallerle yola çıkan bir cumhuriyetin insan hakları ve modern hukuk konusunda bir şeyleri aşamadığını görüyoruz. Abdullah Öcalan'ın cezasının infaz tartışmalarından çok önce, Cumhurbaşkanı'nın ‘‘Türkiye idam cezasının kaldırılmasına hazır değil’’ dediğini biliyoruz. Neden hazır değiliz?
- Bu siyaseten katl müessesi, kaldırılmış olmasına rağmen Türk Hukuku'na onarılmaz yaralar vermiştir. Devletin ölüm cezası vermesini halk da benimsemiştir. Tanzimat Fermanı'yla birlikte, padişahın idam cezası vermeyeceğinin açıklanması üzerine halk arasında, ‘‘Bu ne biçim padişahtır ki artık kimsenin kellesini kesemeyecektir. Böyle padişah olur mu?’’ şeklinde rivayetler çıkmıştır. Bu müessese Avrupa'daki Aydınlanma Çağı'na yetişemediği için ve böyle bir kültürün etkisi altında kalmadığı için, ölüm cezasını kişisel öç seviyesinin üstüne çıkaramamıştır. Ölüm cezasının diğer cezalar gibi olmadığını, idamın aslında bir ceza olmadığı fikri yerleşmemiştir. İdam, bir insanın hayatının devlet tarafından ortadan kaldırılmasıdır. Burada ne bir ıslah vardır ne de verilen cezanın çekilmesi söz konusudur.