İçinizdeki savaş

Güncelleme Tarihi:

İçinizdeki savaş
Oluşturulma Tarihi: Mart 31, 2003 09:26

Dünyamızda görmek istemediğimiz olaylar oluyor. Adına insanoğlu denilen, insan kılıklı adamcıklar (hayvanca demem; sevimli, gerekli ve yararlı hayvan ırkına bir hakaret olacağı için) sözüm ona insanca (!) davranışlarda bulunuyor. Ve bu insanca davranışların sonucunda nasıl oluyorsa oluyor, ama kan, gözyaşı, yokluk, açlık, sefalet ve hepsinden de önemlisi cahillik dizboyu alıp başını gidiyor. Bütün bunların doğal sonucu olarak, şöyle bir geriye dönüp baktığımızda, insanlık olarak bir arpa boyu mesafe alamadığımızı görüyoruz. Peki beğenmediğimiz şeylerin, hoşumuza gitmeyen şeylerin değişmesi için, elimizden bir şeyler gelebilir mi? Hala yapılacak bir şeyler var mı acaba?

Haberin Devamı

İnsanlar savaşa karşı olduklarını söylüyorlar; TV karşısında sabaha kadar savaş görüntüleri izliyorlar. Gündemden haberdar olmak adına. Biraz hoş bir benzetme olmasa bile, yaptıkları şey, aslında pornografiye karşı olup da sabaha kadar porno film seyretmek kadar abes. Heyy! Oradakiler. Sesimi duyuyor musunuz? Siz değerli dostlarıma sesleniyorum. Savaşları sevmiyorsanız, onu durdurabilirsiniz. Ya da şöyle söylemem lazımdı aslında: Savaşı durdurabilmeniz için savaşları sevmemeniz yeterli.

 

“Hıh, saçma..” diyenlerinizi duyar gibiyim. “Biz zaten savaşı sevmiyoruz ki..” diyenlerinizi, “Savaşı kim sever ki?..” diyenlerinizi… Hülasa hepinizi duyar gibiyim. Ama siz, “zabaha çe” TV önündeki pineklemelerinizle benim sesimi duyacak gibi değilsiniz. Önünüze bir gaddar medya dayatması. İzle, diyor, izliyorsunuz. 1789 yılında Dr. Joseph Guillotin tarafından bulunan giyotin ile kafa kesmeyi özleyenleriniz bile vardır korkarım. İş neredeyse, “İnsanların misket bombası ile öldürülmesini istiyorsanız 0900 980… bilmem ne numarasını, yok partiot füzeleri ile öldürülmesi istiyorsanız 0900 990 … bilmem ne numarasını arayın”a dönmek üzere. İzle, üzül, büzül ve sonunda da sıra sana gelsin anlayışına gidiyor işin ucu.

Haberin Devamı

 

Peki ne yapalım, diyenleriniz olabilir. Beyninin 15 trilyonu aşkın sinir hücresinde sağ kalan birkaç nöronu ile moron olmaktan kurtulabilmiş insan soyu olabilir. Ve bu umutla ve bir umutla bu yazıyı yazıyorum. İçinde bir sır olduğu muhakkak. Savaşı durduracak bir sır. “Onu zaten demin söylediydin…” demeyin no’lur.Sırrı söyledim, ama henüz açıklamadım.

 

SAVAŞLARI SEVMEYİN

 

Savaşları sevmezseniz, savaş durur.  Emin olun, durur. Yemin ederim durur. Hem de öyle bir durur ki. Ama yapmanız gereken şeyler var. Siz hiç (magnezyum hazinesi olmasına rağmen) pırasayı sevmediği halde, onu yiyen birini gördünüz mü? Kendi kızımdan biliyorum. Bizim hatırımıza ve şifa niyetine ağzına koyduğu pırasa, (o masum yüz ifadesinden anladığım kadarı ile) ona bir el bombası gibi geliyor. Ya da hamamböceği. Yiyor ama, duygularını bir de ona sorun. (Folik asit zengini) Bamyayı da sevmiyor, mesela. Ve sevmediği şeye karşı, sevdiği kişilerden gelen “ye” teklifine bile büyük bir keyifsizlik ve isteksizlikle bakıyor. Yani hem sevmediğini söyleyen, hem de zevkle ya da zevksizlikle onu izleyen ve hayatı onunla geçen biz zavallılara ne demeli?

Haberin Devamı

          

İÇİNİZDEKİ SAVAŞLARI DURDURUN

 

Savaşı önlemek sizin elinizde. Ama bunun için ilk önce, içinizdeki savaşı durdurun. Aklınızın beyninizle, ruhunuzun kalbinizle, arzularınızın vicdanınızla yaptığı savaşı durdurun önce siz.

Beyninizin yapmalısın dediğini akıl mihenginiz, enine boyuna tartıyor, ya da enine boyuna tartamıyor ve sonunda beyniniz aklınıza mahkum kalıyorsa? Ruhunuzda esen fırtınalar sizi size küs bıraktı ise. Kalbinizdeki kendinize karşı verdiğiniz savaş, vicdanınızda derin ve ölümcül yaralar açtı ise. Yani kısaca, bir taraftan savaşa hayır deyip beyninizle, bedeninizle, ruhunuzla ve kalbinizle savaş halinde iseniz. Hala veremediğiniz kilolarınıza yanıyor ve yıllardır sırtında 45 kiloluk askeri teçhizat ile çölü aşmaya çalışan Amerikan askeri gibi, 5 kiloluk 6 karpuz eden o koca göbeğinizi her gittiğiniz yerde yanınızda taşıyorsanız. Yani diliniz savaşa hayır derken, bedeniniz alev alev ağır bir bombardıman altında ise. Ben savaşa karşıyım derken, savaşa karşı olan benliğinizle bile ağır bir savaş halinde iseniz…

Haberin Devamı

 

İçinizdeki savaşları durdurun. Zira içinizdeki savaşları durdurmadan, dışınızdaki hiçbir savaşa yetmeyecek gücünüz.

 

EVLER İŞGAL ALTINDA

 

Ve evinizdeki savaşı durdurun. No’lur. Hemen, şimdi, şu anda. Evlerinizdeki savaşı derhal durdurun. Baba kızıyla, anne oğluyla, hanım beyiyle, gelin kayınvalidesi ile, elti görümcesiyle savaş halinde. Ondan sonra da tutarsızca (başka bir ağır kelime kullanmak istemedim) haykırıyoruz. Savaşa hayır. Bir düşünün no’lur. Mesela kuşatma altındaki Basra’da iç savaş başlasa? Dışarıdan saldıran koalisyon güçlerinin ağır bombardımanı yetmezmiş gibi, Basra mevzileri kendi kendilerine içerden yaylım ateşine başlasalar, bu durumu tasvip eder misiniz hiç? Ya da savaşa hayır diye bağıran ama içinde kendi askerlerini vuran bu tutarsız eylemi tasvip eder misiniz?

Haberin Devamı

 

Sormaz mısınız, hem de seslice? Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu demez misiniz? Madem savaşa karşısın, içindeki savaşı durdursana demez misiniz?

 

Ya kendi evlerimizdeki savaşlar?.. Kan davalı aşiret reisleri gibi, evin içinde hem de ortalık yerinde fidan gibi oğlanlar, sülün gibi kızlar çatır çatır vuruluyor. Kadınlık onuru, erkeklik haysiyeti ayaklar altında. Maganda bir kabadayılık darmadağın yapıyor evi ve içindekileri. Adına maçoluk denilen zavallılık, esir alıyor, öz güvenimizi, cesaretimizi ve sevgimizi.

Kimyasal saldıra uğrayıp da mevzilerinde yığılıp kalmış askerlere döndük. Ya da üzerine ölü toprağı serpilmiş gariplere. Demokrasi isteyen babalarımızın evde estirdiği terör, derebeylik zamanını bile mumla aratır oldu. Siz ondan sonra hangi demokrasiden, hangi barıştan söz edebilirsiniz?

Haberin Devamı

 

İŞYERLERİİŞGAL ALTINDA

 

İş yerlerimizde de durum pek farklı değil. Sermayedar, yönetim kuruluna, onlar da idarecilere karşı savaş ilan etmiş durumda. Çalışanlar içeride çalışıyor ama içeriden çıkan elemanların şirket kapısındaki geçişleri, 80 günlük terör krizinden kurtulmuş rehinelerin kendilerini binanın dışına atmalarından pek farklı değil.

 

İşyerleri… O güzelim çalışma mekanları… İçeri girmek için bin bir yolu denediğimiz, aracılar koyduğumuz, hamili kartlar bulduğumuz iş yerleri. O güzelim çalışma mekanları. Noo’luyorsa oluyor, içeri girince büyük ve acımasız bir savaşın içinde buluyoruz kendimizi.

 

Üretenler tüketenlere, çalışanlar yönetime, satıcılar müşterilere ilan-ı harb etmiş durumda. Bir de üretenlerin üretenlere acımasız kapitalist saldırıları var. Büyük balığın küçük balığı yok ettiği bir savaş. O da işin cabası.

 

Bütün bu savaşların orta yerinde, siperden kalkıp “ben savaş istemiyorum” demek, ya da “ben savaşı sevmiyorum” demek ne kadar mantıklı acaba? Savaşı sevmiyorsan, cephede işin ne? Savaşı sevmiyorsan, çalışma arkadaşlarını kıtır kıtır doğramak niye? Kariyerlerinin önüne siper kazmak niye? Hayallerinin içine edip, kendilerini gerçekleştirme arzularını yanan petrol kuyusuna çevirmek niye? İş yerinde katliam yapıp, mikrofon uzatıldığında “ben savaşa karşıyım” demek niye? Sahi niye bunca yalan ve dolan? Baştan biz savaşçı bir milletiz, savaşın her türlüsünü severiz, katliama bayılırız, birbirimizin gırtlağını sıkmakta üstümüze yoktur… diyelim, olsun bitsin.

 

SEVMEYİN YETER

 

Yalan değil bunca dil dökmem, değil mi? Umarım artık hemfikiriz. Savaşı sevmiyorsak, sevmeyeceğiz. Savaşı sevmiyorsak, savaşmayacağız. Savaşı sevmiyorsak, durduracağız.

Aksi takdirde içimizde, evimizde ve işimizdeki savaşları durdurmadan, dışımızda hiçbir savaşa, ne artı ne eksi bir  önlem getirebileceğimize inanmıyorum.

 

Gelin bir iyilik yapın dünyamıza. Sevmiyorsanız, sevmiyoruz deyin. Ama adam gibi deyin. Aksi takdirde, insanlık namına ve insanlık adına insanlığı yok eden hayasızlardan pek bir farkımız kalmayacak.

 

Hadi ne duruyorsunuz? Barışmaya koşun. Barışa kavuşmak için. Barışın içinizdeki, evinizde ve işinizdeki herkesle. Önce kendinizle barışın. Kendiniz sevin. Saygı duyun kişiliğinize ve kimliğinize. Sevin herkesi ve her şeyi. Barışın ki barış gelsin. Savaşmayın ki savaş dursun.

Anladınız sanırım. Ve artık ne yapacağınızı biliyorsunuz.

 

Eee. Ne duruyorsunuz?

 

Münir Arıkan

Düşünce Öğretmeni - NLP Trainer

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!