İçimizde kötülük olmasa yaratıcılık zayıf kalır

Güncelleme Tarihi:

İçimizde kötülük olmasa yaratıcılık zayıf kalır
Oluşturulma Tarihi: Eylül 14, 2002 01:58

Ahmet Ümit (42), sıkı polisiye yazan romancılardan biri. Bu adam niye bu kadar başarılı diye sorduğunuzda, cevabı yaşadığı hayatta buluyorsunuz. 70 ve 80'li yıllarda katıldığı yasadışı sol örgütlerde entrikanın álásını görüp, gerçek hayatta bunları yaşayınca polisiye yazmak da çok zor olmuyor tabii.

Polisiye yazarken nerelerden beslendiğini anlatırken bile kendinden geçip, kaptırıp gidiyor. Durdurmazsanız sonsuza kadar bu konuda konuşabilir bir hali var. Polisiye yazarken, çok kolay açık verilebileceği için işi sıkı tutuyor. Başucu kitapları, Polis Akadamesi'nde okutulan ders kitapları ve Adli Tıp kitapları. Olay mahali nasıl olur, DNA testi nasıl yapılır, hepsinin en azından teorisini öğrenmeye çalışıyor. Bir hikayesinde arkeolojiyi işleyecekse, arkeoloji kitaplarını deviriyor. Gazeteci olacaksa, gazeteci arkadaşlarıyla yatıp kalkıyor. Ahmet Ümit artık Doğan Kitap'ta. Yeni yayınevinde basılan ilk kitabı Şeytan Ayrtıntıda Gizlidir kitapçı raflarına çıktı. Ümit, son kitabında üçüncü sayfa haberlerinden esinlenen hikayeleri, küçük hınzırlıklarla anlatıyor.

Bir süre öncesine kadar polisiye roman yazılamıyor, kimse bunu beceremiyor deniyordu. Sizle beraber bir polisiye fırtınasına tutulduk. Ne oldu da polisiye roman yazmak bu kadar popüler oldu?

- 1980'den sonra bizim suç kültürümüzde ciddi bir değişiklik oldu. Eski değerlerimiz yıkıldı ve para, köşeyi dönme, kişisel çıkar sağlama daha önemli hale geldi. Bu da suçu değiştirmeye başladı. Eskiden kan davası için adam öldürülüyordu. Bunun sebeplerinden biri de ya namus ya da sınır ihlaliydi. Adam herkesin gözü önünde karısını öldürecek ki, namusunu temizlediğini de herkese göstersin. Ötekinde de, tarlamı gasp ettin der, çeker silahı vurur. Yani bunlardan bir malzeme çıkmaz.

Polisiyeye edebiyatın piçi deniyordu. Yani polisiye iyi edebiyat değildir diyorlardı. Sonra yine cici çocuk oldu. Ne oldu?

- Yazarlarımız polisiyeyi önce küçümsediler. Biz de rüzgar hep Batı'dan gelir. 68'li yılların ciddi entellektüelleri polisiye okumaya başlamışlardı. Umberto Eco gibi bir entellektüel bile, Gülün Adı isminde bir polisiye roman yazdı. Sora akıllarına geldi ki, Dostoyevski bile Suç ve Ceza'yı yazmıştı. Her şeyi alta alta düşünmeye başlayınca yayınevleri polisiye yayınlamaya başladılar.

BİLMEDEN YAZDIM

Siz nasıl başladınız polisiye yazmaya?

- Çıplak Ayaklıydı Gece adında bir öykü kitabı yazdım. Orada 'Pezevenk' adında uzun bir öykü vardı. Aslında bu bir polisiye öyküydü ve ben bunu farkında olmadan yazdım. Bir arkadaşım okudu ve 'oğlum sen polisiye yazıyorsun' dedi.

İyi de nasıl farkında olmazsınız anlayamadım?

- Anlattığım hikaye benim gerçek yaşamımdan bir bölümdü. Polisten kaçmaca kovalamaca hikayesiydi. Ben onu politik bir öykü diye yazıyordum. Ama hayatım bir polisiye öykü gibi olunca, doğal olarak polisiye birşey çıktı ortaya. Bunun üzerine zaten neymiş bu polisiye diye okumaya başladım. Sonra kendi kendime şunu dedim; ' İyi de oğlum sen ne yazacaksın? Agatha Christie bunun allahını yazmış. Sen bunun üstüne ne koyabilirsin?' İşte orada şunu yapmaya çalıştım. İnsanı açıklamaya çalışmayı, bir suç itirafında anlatmalıydım. Sağlam bir kurgu kurmalıydım.

HERKES KADAR ÇATLAĞIM

Üçüncü sayfa haberleri sizin için bir malzeme cenneti olmalı..

- Dostoyevski, Suç ve Ceza'yı bu tür haberlerden esinlerek yazdı. Üçüncü sayfa haberleri çok ham bir madde. Ben bu hammeddeyi alırım, tıpkı kömürü alıp elmas yapanlar gibi işler ve bir romana dönüştürürüm.

Gerilim ve entrika merakınız nereden geliyor?

- Hayatımdan. 29 yaşına kadar kaçmaca kovalamaca oynadım. Çocukluğumdan beri adrenalini severim. Olaylara girmeyi severim. Kavga olsa araya girerim. Gerçi şimdi biraz daha akıllandım. Ölümle burun buruna yaşamak, sahte pasaportla Moskova'ya gitmek, burada illegal yapılar kurmak, bunları yaptım ben. 1979'da Bakırköy'de halkevinde oturuyordum, kalktım bir dakika sonra orada bomba patladı, herkes öldü. Bıçaklandım. Yanımda ölen, parçalanan çok insan gördüm. Biz bunları dünyayı kurtaracağız diye yapıyorduk!

Ruhunuz dengeli mi?

- Herkes ne kadar çatlaksa ben de o kadar çatlağım. Polisiye yazarken katil, polis, yargıç, kurban olursunuz. Bütün bunları yaşadığınız için inanılmaz bir heyecanın içine girersiniz. Ben yazmaya başladığımda bilgisayarıma bir koridor açılır, o koridorun içinde roman kahramanlarımla beraber ruh göçünü yaşarım. Benim karakterlerimde katil bile olumlu bir tip olabilir. İnsan kişiliğinin iyi ve kötü diye ayrılamadığını, zayıfın ve güçlünün bir arada bulunduğunu anlatmaya çalışırım.

Her insanın içinde bir katil olduğuna inanır mısınız?

- Hep insan iyidir, güzeldir palavrası vardır. İnsan korkunç bir yaratıktır, yok eder. Doğayı da fabrikasyon halinde yok ediyoruz. Bizden daha canavar yok. Bu yüzleşme yapılmalı. İnsan vahşidir ama aynı zamanda yaratıcı ve güzeldir. Şu vahşi tarafımızla bir karşılaşalım, yüzleşelim ondan sonra tedaviye başlayalım. Hep iyiyiz güzeliz dedik. Rönesans Aydınlanma felsefesi buydu. Şimdi eleştirel bir rönesans başlaması lazım. Romanlar bittiğinde okuyucu rahatlamamalı, kötülük devam ediyor, şiddet devam ediyor.

Siz bu şiddetinizi bir romanınızı eleştiren Fethi Naci'ye de uygulamıştınız. Onu bir öykü kahramanı yapıp, orada öldürmüştünüz..

-Cinayetleri kitaplarda işlediğim için en az cinayet işleme ihtimali olan kişi benim. Doyuruyorum kendimi. Hepimizin içinde kötülük var. Bir de kötülüğün yaratıcılıkla ilgili olduğunu düşünüyorum. Eğer kötülük olmasa içimizde yaratıcılık zayıf kalır. İnsanların içindeki kötülük yıkıcılığa dönüşmeden, yaratıcılığa dönüştürülebilmeli. Problem burada.

Her insan işinden birşey öğrenir. Polisiye size hayatta neyi öğretti?

- Tam olarak hayatı öğretti. Hayatın bir savaş alanı olduğunu ve yenilginin bu durumda zorunlu olmasına rağmen, hep iyilerin ve haklının tarafında olmanın, güçlü olanın karşısında olmanın doğru olduğunu öğretti. Çocukları hayat güzeldir, çiçektir, böcektir diye yetiştirmemek lazım. Hayat zordur ama güzeldir, her şeye rağmen uğruna mücadele etmeye değer diye yetiştirmek lazım. Devrimcilik yıllarımda, insanlar iyidir, güzeldir ve halk da iyidire inandırdım kendimi ama inanılmaz kazıklar yedim. Ben romanlarımda insanları hayata karşı daha donanımlı hale getirdiğimi düşünüyorum.

Sizi yazı yazmaya iten şeylerin başında annenizin terziliği, singer dikiş makinesi ve kızlar olduğunu okumuştum. Ne alakası var?

- Annem terziydi ve kız çırakları vardı. Annem bu kızlar sıkılmasın diye hem hikaye anlatır, hem roman okurdu. Kerime Nadir romanları anlatmazdı sadece, Bronte Kardeşler'i okurdu. Anlatırken de uydururdu. O kadar etkili anlatırdı ki kızlar hüngür hüngür ağlardı.

KESİK BACAK OLAYI DAHA ORTAYA ÇIKMADAN ÖNCE BEN BİR KİTABIMDA YAZMIŞTIM

Polisiye yazarlarının kafası düz mü çalışır, daha mı zigzaglıdır?

- Biraz komplocu kafası gibi çalışır. Geçenlerde kesik bacak cinayetleri ortaya çıktı. Uğur Yücel, bunları kesip toplamış bana getirdi. Okudum ama ben bunu zaten yazdım, dedim. Agatha'nın Anahtarı adlı kitabımda, kesik bacak hikayesi vardır. İstanbul'da gecekondu mahallesinde kesik bir bacak bulunur. Kasabın karısı da ortada yoktur. Mahallenin muhtarıyla ilişkisi olduğunu düşünürler. Herkes, kasabın karısını öldürdüğünü düşünür. Adam sorgulanmaya başlar. Sonuçta ortaya çıkar ki, olay böyle değildir ve tıpkı bu olayda olduğu gibi altında başka bir hikaye vardır. Bir kadının bacağı kangren olmuştur, doktor da bunu kesmiştir ve bunu kadına vermiştir ve kadın da götürüp bunu gömmüştür. Köpeklerde bunu gömülen yerden çıkarmıştır. Gazetedeki haberleri okuyunca ben arkadaşlara burada seri katil falan yok dedim ve dediğim çıktı. İşte bizim kafamız böyle çalışıyor.

Psikoloji okuyan kızımın ödevi bir seri katilin bir günü oldu

21 yaşında bir kızım var. Biz kızımla beraber büyüdük. İzlenen filmler, yaşananlar, yapılan tartışmalar çocuğu zaten biçimlendiriyor. Kızım psikoloji okuyor. Hocası bir ödev istedi, o da bir seri katilin bir gününü yazdı. Ama böylece daha gerçekçi bakabiliyor dünyaya. Gözü kapalı kimseye güvenmemeyi öğrendi. Bunu ne kadar öğrendi bilmiyorum. Teori laftır. Hayata uymaz. Hepimiz de bunları bilmemize rağmen yine kazıkları yiyip, aynı yanlışları yaparız. Bunları bilmek insanı psikopat yapmıyor. Bunlar var ve bunların üstünü örttükçe hayat konusunda daha hayalci oluyoruz, daha donanımsız oluyoruz. Ondan sonra hastalıklar başlıyor.

2. ŞUBEDE GİZLİ DOKÜMANLARI ÇİĞNERKEN EVLENMEYE KARAR VERDİM

12 Eylül darbesi henüz olmamıştı. Polisler beni yakaladı. Üzerimde gizli dokümanlar vardı. 2. şubede bir kısmını yedim, bir kısmını da tuvalete attım. O sıralarda işkencede insanlar ölüyordu. Ulan ben ne yapıyorum, öleceğim, bana aşık biri var ve hayat geçip gidiyor. Burdan çıkınca o kızla beraber olacağım dedim ve evlendim.

GARİH’İN KATİLİ BENCE O ADAMDIR

Üzeyir Garih cinayeti ile ilgili çok fazla komplolar öne sürüldü. Bana sorarsanız, Garih'i öldüren adam o adamdır. Bazen çok karmaşık gördüğümüz olayların, çok basit açıklamaları vardır. Böyle bir adamı kiralık katil olarak tutan insanlar, böyle bir adama güvenmezler. Bu adama işkence yapılsa anlatır herşeyi. Başka tetikçilere bir bakın. Abdi İpekçi'yi öldüren adam Mehmet Ali Ağca, aynı zamanda gitti Papa'ya da suikast yaptı. Ve adam hálá bilgileri saklıyor. Yani profesyonel adamları seçerler.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!