Güncelleme Tarihi:
HZ. Peygamber’in çeşitli alanlarda hayata geçirdiği değerlerin hepsinin sayılması bu yazının kapsamını aşar. Ana hatlarıyla şunları söyleyebiliriz: İnanç, aile, sevgi, saygı, can, mal ve ırz güvenliği, dayanışma, doğruluk, eşitlik, istişare, hürriyet, çalışma, cömertlik, dostluk, merhamet, iyilik duygusu, hoşgörü, barış... Hz. Peygamber bu değerleri işlemiş, bizzat kendisi yaşamış, hayatın birer parçası haline getirmeye çalışmıştır. Topluma yerleşmesini ve gelecek için yol gösterici olmasını sağlamıştır. Bu suretle dürüst, iyi öğrenen, işini iyi yapan insanların yetişmesini hedeflemiştir. Bu değerler her şeyden önce bireysel ve toplumsal olarak kimlik oluşturur ve geliştirir. Yaşanan kültürün parçası haline getirildiği zaman toplumda huzur sağlar. İnsanları birleştirir, kavgayı ve çatışmayı önler.
IRK AYRIMI YAPMAZ
Hz. Peygamber’in getirdiği değerler hem kaynak, hem de içerik itibarıyla evrenseldir. Irk, zaman, coğrafya ayrımı yapmaz. Her toplumda, her ortamda ve her zaman diliminde davranışlara yansıtılabilir. Kuran-ı Kerim’de birkaç ayette Hz. Peygamber’in tebliğinin evrensel olduğu vurgulanır. Hz. Peygamber’in getirdiği değerlerin, İslam medeniyetinin doğuşunda ve gelişmesinde etkisi büyük olmuştur. Sözgelişi onun bilime verdiği değer, İslam dünyasında bilimin kıymetli bir kurum haline gelmesine ve sosyal yapıya yerleşmesine vesile olmuştur. Müslümanların diğer milletlerden aldıklarını özümseyerek yüksek düşünce ürünlerini ortaya çıkarmalarını sağlamıştır. Hz. Peygamber’in getirdiği değerler, İslamiyeti kabul edişlerinden itibaren milletimize azim aşılamış, ruh enerjisi vermiş, bir medeniyet çerçevesi oluşturmuştur. Sanat eserlerine ilham kaynağı olmuştur. Toplumumuzda bireysel ve toplumsal huzurun temel kaynağını teşkil etmiştir.
İSLAM’IN DEĞERLERİ
Günümüz dünyasında global olarak aile içi ve toplumsal şiddet, bencil eğilimler ve haksız rekabet olumsuzluklar artmaktadır. Aile hayatı zayıflamaya yüz tutmuştur. Merhamet, sevgi ve saygı azalma eğilimindedir. Genellikle güç en büyük değer kabul edilmektedir. Bizdeki olumsuz gelişmelerde değerlerimizden uzaklaşılmasının, bunların örselenmesinin ve yıpratılmasının da büyük çapta etkisi olmuştur. Böylesine bir ortamda, Hz. Peygamber’in getirdiği değerlere ne kadar çok ihtiyaç bulunduğu ortadadır. Bugün İslam’ın değerleri iyice özümsenerek, yaşanan kültürün parçası haline getirilebilirse, insan ilişkilerine yansıtılabilirse, kültürümüzle bağdaşmayan değerlere en fazla açık olduğumuz günümüzde, hem kimliğimizi daha iyi koruyabilir, hem de başka kültürleri daha iyi anlamlandırıp değerlendirebiliriz, insanlığın maruz kaldığı manevi çöküntünün önlenmesine de katkıda bulunabiliriz.
* Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslam Tarihi ve Sanatlar Bölümü
Dört hak mezhep meselesi
Prof. Dr. Hasan Onat
onat@hasanonat.net www.hasanonat.net
MEZHEP meselesini doğru anlayabilmek ve doğru değerlendirebilmek için bazı hususların bilinmesinde fayda vardır. Mezheplerin beşeri oluşumlar olduğunu söylemek, mezhep düşmanlığı yapmak değildir. Mezheplere taraf da, karşı da olsanız, mezhep diye bir şey vardır, Müslümanların din anlayışlarını belirlemektedir. Bizim amacımız karşı ya da taraf olmadan önce, mezhep meselesini bilimsel yöntemle doğru anlamaktır.
Adı ne olursa olsun, bütün mezhepler, ortaya çıktıktan sonra değişerek, dönüşerek bugüne ulaşmışlardır. Yüzlerce mezhep de tarihin dehlizlerinde kaybolup gitmiştir.
MEZHEP DENİLDİĞİ ZAMAN
Sadece sosyolojik bir perspektiften mezhepleri anlamak mümkün değildir. Tarihi arka plan ve içinden geçilen süreçler, bugün mezhep dediğimiz sonucu hazırlamıştır. Mezheplerle ilgili algı, mezhep olgusunun çok ötesine geçmiştir. Bu sebepten mezhep denildiği zaman insanların zihninde yaratılan algı, olması gerekenden çok farklı olmaktadır. Çoğu zaman din, mezhebe indirgenmekte, mezhep din zannedilmektedir. Mezheplerin dinin anlaşılma biçimleri ilgili beşeri oluşumlar olduğu görülmemektedir. İslam ortak paydası ile ilgili yüksek bilinç kaybolmaktadır.
DÖRT BÜYÜK ALİM
Şimdi bu söylediklerimizin ışığında dört hak mezhep meselesini daha iyi değerlendirebiliriz. Bildiğiniz gibi dört hak mezhep denilince akla Hanefilik, Şafiilik, Malikilik ve Hanbelilik gelmektedir. Her şeyden önce Ebu Hanife’nin hicri 150/ miladi 767 yılında vefat ettiğini, onun sağlığında Hanefilik diye bir mezhep olmadığını düşünürsek, zihnimizde konu ile ilgili zaman çerçevesini biraz netleştirmiş oluruz. İmam Malik (179/795), İmam Şafiî (204/819), Ahmed b. Hanbel (241/855) Ebu Hanife’den daha sonra vefat etmişlerdir. Bu dört büyük alim, diğer yüzlercesi gibi İslami konularda fikir üretmişler, ictihat yapmışlar, öğrenci yetiştirmişler ve insanların din anlayışlarının oluşmasında önderlik yapmışlardır. Hanefilik gibi Malikilik, Şafiilik ve Hanbelik de bu önderlerin vefatlarından çok sonraları, onların talebeleri ve takipçileri tarafından mezhep haline getirilmiştir.
SELÇUKLULARIN ÇABASIYLA
Bütün mezhepler, mezhep imamlarının görüşleri etrafında, bir süreç dahilinde ortaya çıkmıştır. Ne Ebu Hanife, ne de diğerleri Allah’tan vahiy aldıklarını iddia etmişlerdir. Ebu Hanife’nin, bazı konularda, talebelerinin itirazları sonrasında kendi görüşünden vaz geçerek onların görüşlerini benimsediğini biliyoruz. İmam Şafii’nin hayatında Kahire öncesi ve sonrası diye iki evre vardır; Kahire’ye gittikten sonra, daha önceki bazı görüşlerini değiştirmiştir. Fıkhi / ameli mezhepler bu dört mezhepten ibaret değildir. Taberi, Evzai, Servi, İbn Hazm gibi alimlerin görüşleri etrafında da yüzlerce fıkıh ekolü ortaya çıkmıştır. Ne var ki, bunlar yaşama imkanı bulamamışlardır. Demek ki dört hak mezhep ifadesi, geniş taraftar kitlesi ve yaşama imkanı bulan dört mezhebi işaret etmektedir. O zaman bu ifadenin hangi zaman diliminde piyasaya çıktığı sorusunu sormak gerekecektir. Hicri üçüncü asrın ikinci yarısından önce böyle bir ifadenin ortaya çıkması mümkün değildir; çünkü dört mezhep henüz oluşmamıştır. “Dört hak mezhep” ifadesinin hicri IV. asırda zihinlerde oluşmaya başladığını, V. asırda özellikle Selçukluların çabalarıyla toplumda yer bulduğunu söylemek mümkündür.
CENNETE TOPLU REZERVASYON MÜMKÜN DEĞİL
Bütün mezhepler beşeri oluşumlar olduğu için, her mezhebin doğruları da, yanlışları da vardır. Üstelik mezheplerin adına izafe edildikleri isimlerin hiçbirisi hatasız olduklarını iddia etmemiştir. Eğer “hak mezhep” ifadesiyle İslam’a uygunluk kastediliyorsa, mezhebin değil bireyin görüşünün Kur’an’daki kurucu ilkelere göre durumunun ne olduğu konuşulmalıdır. Çünkü mezhep en son noktada, bireyin o mezhepten ne anladığı ile ilgilidir. İslam’ın iman ve sorumluluk bakımından bireyi esas aldığı unutulmamalıdır. İslam’da cennete toplu rezervasyon mümkün değildir. İslam’ı dört mezhebe indirgemek, onu hiç anlamamak olur. Önemli olan, mezhep, meşrep, tarikat, cemaat türü oluşumların dinin anlaşılma biçimleri olduğunu, İslam’la özdeşleştirilemeyeceğini bilmektir. İnsanların çoğu mezheplerini ve diğer aidiyetlerini seçmezler; hazır bulurlar. İslam ortak paydası bilinci mevcut olursa, farklılıklar zenginlik olabilir.
KURAN’DAN ÖĞÜTLER
HASSAT GÜNÜ HAKKINI VERİN: “O, çardaklı- çardaksız olarak bahçeleri, ürünleri, çeşit çeşit hurmalıkları ve ekinleri, zeytini ve narı (her biri) birbirine benzer ve (her biri) birbirinden farklı biçimde yaratandır. Bunlar meyve verince meyvelerinden yiyin. Hasat günü de hakkını (öşürünü) verin, fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.” (En’âm, 6/141)
KAYNAK: KURAN’DAN ÖĞÜTLER- Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Surelere isim veren ayetler
FATIR SURESİ: Mushaftaki sıralamada 35’inci, iniş sırasına göre 43’üncü olan sure, ismini ilk ayetinde yer alan ve “Yaratan” anlamına gelen fâtır sözcüğünden almaktadır: “Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a mahsustur. O yaratmada dilediğini artırır. Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter. Allah insanlar için ne rahmet açarsa, artık onu tutacak (engelleyecek) yoktur. Neyi de tutarsa, bundan sonra onu gönderecek yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir...”