Hz. Musa’nın Aşkın cemale seyahati

Güncelleme Tarihi:

Hz. Musa’nın Aşkın cemale seyahati
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 12, 2014 01:49

Prof. Dr. Çam “Kuran-ı Kerim ışığında Hz. Musa’nın aşkı ve anlamı” içerikli yazısında, “Kuran-ı Kerim ancak peşin hükümlerden uzak bir şekilde, akıl ve gönül gözüyle okunursa şifadır” vurgusu yapıyor.

Haberin Devamı

Prof. Dr. Nusret Çam
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

İSLAM dünyasının ne yazık ki terörle anılıp özdeşleştirildiği şu zor zamanlarda söyleyeceğimiz şu sözlerin gönüllerde ve akıllarda ne kadar yer bulacağından emin olmasak da İslam dini akıl, sevgi ve güzellik dinidir. Bunu anlamak için, Kutsal kitabımıza, son peygamber Hz. Muhammed’in hayatına ve bu ikisinin aydınlığında oluşturulan tarihteki İslam medeniyetine bakmak kâfidir. Biz buna örnek olarak İslam’ın insan tabiatına uygun, yaşaması, yaşatması ve yaşanılması kolay bir din olduğunu gösteren bir olayı siz okuyucularımızın dikkatine sunacağız:
HZ. MUSA ALLAH’A NEDEN DUA ETTİ
Hz. Musa’nın Mısır’dan ayrılıp bir başına Medyen iline gittiği sırada yaşadığı bir olay Kuran-ı Kerim’de (Kasas suresi, 23-26) fotoğraf berraklığında anlatılır. Bu hadise temiz bir gönül macerasından başka bir şey değildir. Bu âyetlere göre Hz. Musa, kuyunun başında görerek gönlünü kaptırdığı iki kız kardeşten birisiyle evlenmek için Allah’a dua etmiştir. Onun bu samimi duası Huzur-ı İlahî’de hemence kabul görmüş olacak ki kızlardan biri çok geçmeden çıkıp gelerek babasının bu evliliğe rıza gösterdiğini münasip lisanla ifade etmiştir.
EVLİLİK KARŞILIĞINDA ÇOBANLIK
Hz. Musa’nın, daha kim olduklarını bilmeden bu kızlardan biri ile hemen ilk görüşte evlenmeyi düşünmesi yıldırım aşkından başka bir şey değildir. Olayın devamında, bu evliliğin karşılığında onun sekiz veya on yıl çobanlığı kabul etmesi ise bu sevginin ne kadar derin ve içten olduğunu göstermektedir. Açık yüreklilikle söylemek gerekirse bu kızların kim olduklarını, neseplerini, asaletlerini, dindarlıklarını, zenginliklerini vs. bilmeden birkaç dakikalık süre içerisinde yaşanılan bu duygunun tamamen ruhsal ve bedensel estetik bir sebepten kaynaklandığını tahmin etmek her halde zor olmayacaktır. Bu varsayım Hz. Musa’ya asla bir bühtan ve iftira olmayıp, onun aşk ve estetik gibi iki asli duygusunun tabii gereğidir.
HİÇBİR AŞKI KARŞILIKSIZ DEĞİL
Hz. Musa’nın asıl aşkı ve iştiyakı ise Yaratan’ına karşıdır. Çünkü o ısrarla Rabb’ini görmek istemiş ve sonuçta Tur dağında Yüce Allah’ın cemalinin tecellisine mazhar olmuştur. Musa bu kısmî vuslata dahi dayanamayarak bayılmış ise de bunun sonucunda armağan olarak meşhur 10 Emir’e muhatap olmuştur. Yani Musa’nın hiçbir aşkı karşılıksız kalmamıştır. Hz. Musa’nın seyahati, aşkın cemale seyahatidir. Hz. Muhammed’in seyahati ise cemalin aşka seyahatidir.
GÜZELLİK VE SEVME DUYGUSU
Bu bilgiler karşısında simdi şunu sormak gerekir: Allah’ın bütün insanlara verdiği güzellik ve sevme duygularını, en sevgili kulları olan peygamberlerden esirgediğini düşünmek mi akla ve dine daha yakındır, yoksa onları bu nimetlerle ihya ettiğini kabul etmek mi? Her peygamberin aynı zamanda birer insan-ı kâmil olduğunu düşündüğümüzde bu soruya verilecek cevap meydandadır.
BENCİLLİĞİN KİRLETMEDİĞİ AŞK
Hz. Musa’nın bu olayından çıkarılacak sonuçlar ise şöyledir: Bencilliğin, istismarcılığın ve hükmetme güdüsünün kirletmediği her türlü sevgi ve aşk, kutludur. Hz. Musa gibi bir Peygamberin bu duyguyu evleneceği bir kızın şahsında yaşaması bunun açık işaretidir. Kızların da Musa’yı hoş karşılayıp: “Ücretle tuttuklarımızın en iyisi muhakkak bu güçlü ve emin kişidir” demesi aynı zamanda evlenilecek erkekte aranması gereken özelliklerin güç ve güvenilirlik olduğunu ifşa ediyor. Gerçekten de çevremizde yapacağımız küçük bir araştırma bile erkekteki bu iki özelliğin, mutlu bir aile için temel esaslar olduğunu gösterecektir. Bu olay Hz. Musa’nın sevgi dolu rakik kalbinin de bir işareti sayılabilir. Hz. Musa böyle rakik bir kalbe sahip olduğu içindir ki Rabbini görmek istemiş ve O da Musa’nın tahammül edebileceği ölçüde tecelli ederek bu sevgiye karşılık vermiştir.

Haberin Devamı

Hz. Muhammed’i anlıyor muyuz?

Hz. Musa’nın Aşkın cemale seyahati


HZ. MUHAMMED, hiç kuşkusuz insanlık tarihinde derin izler bırakan, hatta insanlığın kaderini değiştiren büyük “öncü”lerden birisi, belki de en önde gelenidir. Hiçbir insan, onun kadar sevilmemiştir. Hiçbir insan, onun kadar övülmemiştir. Ancak, böylesine sevilmesine rağmen, hiçbir insan da onun kadar haksızlığa uğramış değildir. Evet, Hz. Muhammed’e yapılabilecek en büyük haksızlık, en büyük saygısızlık, “sevgi” ve “saygı” adına, onu insanın anlama menzilinin dışına taşımaktır. Onun, “insan” olduğuna yönelik her türlü vurgunun, hiç çekinmeden “saygısızlık” olarak nitelendirilmesi, hem Kuran’a, hem de Hz. Muhammed’in sünnetine aykırıdır. Hz. Muhammed’i doğru anlamak için gerekli çerçeveyi bize Kuran vermektedir: O, vahiy alan bir beşerdir. Kendi ifadesiyle, “Kurutulmuş et yiyen bir kadının oğlu Muhammed”dir.
HADİS YORUMLARI
Hz. Muhammed’i anlamaktan söz açılınca, pek çok kimsenin aklına hemen hadis ve sünnet gelmektedir. Aslında bu yaklaşım yanlış da değildir. Ancak, unutmamak gerekir ki, hadis ve sünnetle ilgili bize ulaşan bilgi, yaşanan gerçekliğin anlaşılma biçimleriyle oluşan, en azından birkaç zihinden süzülerek bize ulaşan, inşa edilmiş bilgidir. Hz. Muhammed kendisine gelen vahyi yazdırmıştır. Kendi sözlerinin ise, Kuran’la karışır endişesiyle yazılmasını istememiştir. Durum böyle olunca, Hz. Muhammed’le ilgili sözler, ancak birilerinin anladıklarından ibaret olmak durumundadır. Bu tespit, hadis ve sünnetin önemini azaltmaz; tam tersine, bu konuda daha fazla dikkatli olunması gerektiğini gösterir.
ÖN KOŞUL AKIL
Kuran, Hz. Muhammed’in “en güzel örnek” olduğunu belirtir; onun örnek alınması ister. Onu tanımadan, anlamadan örnek almak mümkün olabilir mi? Öyleyse, yapılacak iş, öncelikle, Hz. Muhammed’le ilgili olarak bize ulaşan her türlü bilginin, ne kadar doğru olduğunu araştırmaktır. Bunun için, diyoruz ki, Hz. Muhammed’i anlayabilmek için ana çerçevenin mutlaka Kuran’dan alınması gerekir. O zaman, Hz. Muhammed’le ilgili bilgilerin doğruluğunun ölçütünü hemen belirtelim: Bir bilgi, açıkça, Kuran’a, akla ve yaratılışın yasalarına aykırı ise, ona asla hadis muamelesi yapılamaz. Çünkü Hz. Muhammed Kuran’a uymak durumundadır. “Aklı olmayanın dini de yoktur”, diyerek sorumluluğun ön koşulunun akıl olduğunu açıkça ifade eden odur. Kur’an, din ve fıtrat, yani yaratılış arasındaki ilişkiye dikkat çekerek, dinin fıtrata aykırı olamayacağını gösterir.
SAHABELERİN ÖNEMİ
Hz. Muhammed’i anlamaya çalışmak, hatta doğru anlamaya çalışmak, Müslüman olmanın, onu peygamber olarak kabul etmenin bize yüklediği bir sorumluluktur. Bu konuda, Kuran’dan sonra bize en büyük destek, sahabe olmak durumundadır. Acaba sahabenin peygamber algısı nasıldı? Her yerde kolayca bulabileceğimiz birkaç örnek, bu konuda bize bir fikir verebilir. Sahabe, aklına yatmayan bir durumla karşılaştığı zaman, Hz. Peygamber’e, o konuda bir vahiy olup olmadığını sormaktan asla çekinmezdi. Vahiy süreci devam ettiği için, hiç kimsenin vahyi bilgiye itirazı yoktu. Ancak Hz. Peygamber’in kendi görüşleri, zaman zaman tartışılmıştır. Bu durum, Kuran’ın, istişare emrine uygundur. Bedir savaşı öncesinde, böyle bir soru karargah yerinin değiştirilmesine yol açmıştır. Hendek savaşı esnasında da, vahiy olup olmadığı sorusu, kuşatmaya katılan kabilelerden birisi ile yapılmış anlaşmanın yürürlüğe girmesini engellemiştir.
BİLİM FARZDIR
Bedir savaşı sonrası, esirlerden okuma yazma bilenlerin, Müslümanlara okuma yazma öğretmeleri karşılığında özgürlüklerine kavuşması, bilgi-özgürlük ilişkisini anlamak açısından ilginç bir örnektir. Kuran, “Oku!” diye başlar. Sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed, bilimle uğraşmanın farz olduğunu söyler. Bizler ise, Hz. Muhammed’i sevdiğimizi söylerken, bildiğimiz, anlayabildiğimiz kadar sevebileceğimiz gerçeğini pek düşünmek istemeyiz. Peygamber sevgisi bilgi temelli olduğu zaman, insanı yüceltir. Hz. Muhammed’in beşeri yönünü göz ardı eden yaklaşım, sevgiye yol açsa bile, onun “örnek” alınmasını güçleştirir. Örnek almak, tek kelimeyle anlamaya bağlıdır.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!