Güncelleme Tarihi:
Güvenilirlik, esasında bütün peygamberlerin ortak özelliğidir. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) de tüm hayatında bu özelliği taşımıştır. Vefâlı, sözünde duran, mert, doğru sözlü ve güvenilir olduğu için halk arasında “Muhammedüni’l-Emîn”, yani “Güvenilir Muhammed” lâkabıyla ün kazanmıştır. Hatta o yirmi beş yaşlarındayken Mekke’de sadece “Emîn” diye anılıyordu.
EMANETE İHANET ETMEZDİ
Hz. Hatice onun güvenilir olduğunu bildiğinden ticaret mallarını kendisine rahatlıkla teslim etmiştir. O dönemde Kureyş kabilesinden bazı kimseler de ona kıymetli eşyalarını emanet olarak bırakırlardı. Hz. Muhammed (s.a.s.) bu emanetlere asla ihanet etmezdi. İstendiğinde sağlam bir şekilde sahiplerine geri verirdi. En zor anlarında ve güç durumda kaldığı zamanlarda bile bu emanetlere hıyanet etmemiştir. Hz. Peygamber hem sözünde hem işinde güvenilir idi. Asla vefasızlık yapmazdı. Hiçbir zaman güven sarsıcı bir davranışına rastlanmamıştır.
VEFASIZLIK YAPMAZDI
En güçlü olduğu zamanda bile “Ey insanlar! Benim sizin malınızda gözüm yoktur. “ diyebilmiştir. Hz. Peygamber sahabîlere daima güvenilir olmayı telkin ederdi. Emanetin zıddı olan hiyânetin çirkin bir davranış olduğunu söylerdi. Sahabîler de Hz. Peygamber’i güvenilir bir insan olarak tanımışlar ve sonsuz bir güvenle ona bağlanmışlardır. Hz. Peygamber, iman ile güvenilir kimse olmak arasında sıkı bir bağ bulunduğunu bildirmiştir. Bu hususla ilgili sözlerinden birkaçı şöyledir:
- “Kişinin kalbinde iman ve küfür bir arada bulunmaz. Güvenilirlik ve hâinlik de bir arada olmaz.”
- “Mü’min, insanların kendisine güvendiği kimsedir. Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların güvende olduğu kişidir…”
- “Emaneti gözetmeyenin imanı yoktur”.
SURELERE iSiM VEREN AYETLER
SEBE SURESİ: Mushaftaki sıralamada 34’üncü, iniş sırasına göre 58’inci suredir. Sure, 15’inci ayette geçen ve Yemen’de yaşamış olduğuna inanılan “Sebe” kavminin ismini taşır. Neml Suresi’nin 22- 44’üncü ayetlerinde de Sebe kavminin “Sebe Melikesi Belkıs” olarak bilinen hükümdarının Hz. Süleyman’a biat etmesinden bahsedilir. Sebe Suresi’nin 15- 17’nci ayetleri şöyledir: “Andolsun ki oturduktan yerlerde Sebe’ kavmi için büyük bir işaret vardı. Biri sağda diğeri solda iki bahçe. “Rabbinizin bahşettiği rızktan yiyin ve O’na şükredin. Ne güzel bir belde, ne bağışlayıcı bir rab!” Ama onlar yüz çevirdiler. Biz de üzerlerine Arim selini gönderdik. Onların bahçelerini ekşi meyveli ağaçlar, acı ılgın ve biraz da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik. Nankörlük etmelerinden ötürü onları işte böyle cezalandırdık. Biz, başka değil, ancak nankörlük edenleri cezalandırırız.
KURAN’DAN ÖĞÜTLER
İNSAN ÇOK NANKÖRDÜR: Görmüyor musun ki, Allah bütün yerdekileri ve emri uyarınca denizde akıp gitmekte olan gemileri sizin hizmetinize vermiştir. İzni olmaksızın yerin üzerine düşmesin diye göğü O tutuyor. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir.
O, size hayat veren, sonra sizi öldürecek, daha sonra da diriltecek olandır. Şüphesiz, insan çok nankördür.” (Hac, 22/65-66)
KAYNAK: KURAN’DAN ÖĞÜTLER- Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Bilimi anlamak
Prof. Dr. Hasan Onat
İNSAN, çevresinde olup bitenleri anlamaya ve anlamlandırmaya çalışır. Diğer canlılar gibi sadece içgüdülerimizle var kalamayız. Üstelik insan olmak, sadece var olmak, biyolojik olarak yaşamak da değildir. Kendi varlığının farkında olmak, var olanın anlamını yakalamayı ve kendi varoluşumuzu anlamlı kılmayı gerektirmektedir. İnsan, hem varlıkta gizli olan anlamı keşfetmek, anlamak, açıklamak; hem de varlığa yeni bir anlam katmak durumundadır. Biraz düşünecek olursak, bilimin de, kültürün de, insanın ürettiği değerlerin de, esas itibariyle insanın varlık yapısından kaynaklandığını görebiliriz. Başta kendimiz olmak üzere her şeyi bilebildiğimiz, anlayabildiğimiz, kavrayabildiğimiz kadar değerlendirebiliriz.
BİLİM İNSAN İŞİDİR
İnsan var olabilmek için bilmek, düşünmek; etrafında olup bitenleri anlamak, açıklamak ve kontrol etmek zorundadır. İnsan aklı verilerle iş görür. Bu durum, merak duygusuna varoluşsal bir boyut kazandırır. Bilimin kökünde yatan da işte bu merak duygusudur. Birikimli ve sistematik bilgi olan bilim, akıllı insanlar için muhteşem bir hazinedir. Hz. Muhammed’in, “bilim talep etmek kadın-erkek her Müslümana farzdır” sözü, İslam’ın bilime verdiği bir destek olarak anlaşılmalıdır. Bilim insan işidir. İnsan, varlığını sürdürebilmenin ötesinde insan olabilmek için yaratıcı yetilerini etkin kullanmak durumundadır. Bunun için de bilinenlerin ne kadar doğru, sağlam ve güvenilir olduğu hayati bir önem taşır. Bir başka ifadeyle yaşamak da, kültür ve uygarlık yaratmak da, değer üretmek de akla, bilgiye ve bilgiyi etkin kullanmaya bağlıdır. Bu sebepten bilim, insanoğlunun tarih sahnesine çıktığı andan itibaren yaşadıklarının, öğrendiklerinin, yapıp ettiklerinin özünü oluşturur. Bilim, ister tabiat bilimleri, ister insan bilimleri olsun, bütün insanlığın birikimi demektir. Tabiat bilimleri alanında yapılan iş, insanın doğada hazır bulduklarını anlama ve açıklama faaliyetinden başka bir şey değildir. Bir başka ifadeyle Tanrısal aklın anlaşılması ve açıklanması... İnsan bilimlerinde yapılan iş de, yine insanın insanoğlunun yapıp ettiklerini anlama ve açıklama faaliyetidir. Bilim, en geniş anlamda, insanoğlunun hem hayatını sürdürebilmek, hem anlamlı bir hayat sürmek, hem de yaratıcı yetilerini kullanarak hayatın anlamını yakalayıp kendini inşa etmek için ihtiyaç duyduğu doğru/ sağlam ve güvenilebilir bilgiyi üretme sürecidir. İşin gerçeği bilimsel yöntem de “doğal düşünme” yöntemidir. Ne var ki, insanoğlu yaratılışın yasalarını görmezlikten gelip, fıtrata aykırı davrandıkça, doğal düşünme yöntemi de unutulmuş olmaktadır.
MEDENİYETİN OMURGASI
Bilim, gelişmenin ve medeniyetin omurgasını oluşturur. Tarih, bilimin gücüne sahip olanların özne olma şansı bulduklarını söyler. Bilimin gücü kesinlikten değil, doğru ve savunulabilir bilginin açtığı ufuktan, yenilikten ve sağladığı güvenden kaynaklanır. Her ne kadar modernite bilimi çok kötü kullanmış ise de, yolumuzu aydınlatacak en önemli ışıklardan birisi bilimdir. Bilimsellik, kesinlik iddiasını içinde barındırmaz. Popper şöyle der: “Bilmiyoruz, tahmin ediyoruz. Doğa bilimsel bilgi, kesin bilgi olmasa da, bu alanda elimizdekilerin en iyisi odur. Ben buna tahmin bilgisi diyorum- kesin bilgi isteyen ve onsuz olamayacaklarına inanan insanları, az çok teselli edebilmek için. İşte bunlar tehlikeli ölçüde telkine gereksinim duyan insanlardır, kesinlik, güvenlik, otorite, bir önder olmaksızın yaşamaya cesareti olmayan insanlar. Belki de denilebilir ki: Çocukluk çağında takılıp kalmış insanlar”. Gerçekten de elimizdeki bilginin “en iyisi” doğa hakkındaki bilimsel bilgidir; o da “tahmini” bilgidir. Bilimi dogma haline getiren/tabulaştıran insanların da, bilgiden bağımsız olarak imanı birtakım ön kabullere sorgusuz sualsiz inanmak olduğunu iddia eden insanların da “çocukluk çağına takılıp kalmış” kimseler olduklarını söylemek mümkündür. Diyoruz ki, din ve bilim birbirinin alternatif değildir. İnsanın
başarısı ve mutluluğu için, insanlığın barış içinde yaşayabilmesi için dinin ve bilimin işbirliği yapması bir tür zorunluluktur. İşin gerçeği dine de, bilime de her insanın ihtiyacı vardır.