Güncelleme Tarihi:
HZ. EBUBEKİR ve Hz. Ömer’in halifeliği dönemlerinin büyük bir kısmını inzivaya çekilerek geçirdi. Hz. Osman’ın halifeliği döneminde Şam’a yerleşti. Hz. Osman’a biat eden isimlerden biri olmasına karşın, halifeliği dönemindeki bazı uygulamalar Ebuzer’i rahatsız etti. Hedefinde ise dönemin Şam Valisi Muaviye vardı. Ebuzer’in, mal biriktirmeyi teşvik ettiği ve gösterişli bir yaşamı olduğu gerekçesiyle Muaviye’yi eleştirdiği iddia edilir; dünya zevklerine yönelerek İslam’dan uzaklaşıldığı savunusuyla muhalefete başladığı belirtilir.
Kenz tartışması
Ebuzer ve Muaviye arasındaki anlaşmazlığın temelinde ise “Kenz” Ayetleri olarak da bilinen Tevbe Suresi’nin 34- 35. Ayetlerine getirdikleri yorum farkı olduğu gösterilir. İbn Kesir, İbn Sa’d ve Taberi’nin eserleri, ayetlerin yorumuyla ilgili tartışmayı Ebuzer’in ağzından aktarıyor: “Muaviye bu ayetin Ehl-i Kitap hakkında olduğunu, Müslümanları ilgilendirmediğini ileri sürüyordu. Ben ise hem onları hem de bizi ilgilendirdiğini savunuyordum. Derken aramızdaki ihtilaf giderek arttı. Muaviye Hz. Osman’a yazarak beni şikayet etti.”
Medine’den ayrılışı
Muaviye’nin şikayeti üzerine Hz. Osman tarafından Medine’ye getirtilen Ebuzer, burada da muhalefetini sürdürür. Bir süre sonra Hz. Osman tarafından hakkında “Medine’den ayrılması” kararı alınır. Hz. Osman’ın içtihadı, “Ebuzer’in görüşlerinin umum açısından yanlış olduğu” doğrultusunda olur. Yaşamını Rebeze’de sürdürmesine hükmedilir. Ancak, Rebeze’deki yaşamı sırasında da Hz. Osman’a biatine devam etti. Rivayettir ki Hz. Osman’a karşı başlatılmak istenen isyan hareketlerinin öncüsü olma tekliflerini de reddetti.
Uğurlayan Hz. Ali
Medine’den ayrılırken, kendisini uğurlayanlar arasında Hz. Ali de vardı. Hz Ali’nin oğulları Hasan ve Hüseyin, amcaları Akil b. Ebu Talip ve Ammar b. Yasin de kendisini uğurlayanlardandır. Hz. Muhammed’e tanışmak için yıllar önce Mekke’ye geldiğinde kendisine kucak açan Hz. Ali’ydi. Müslümanlığının başlangıcında Hz. Ali vardı. Dönüşü olmadığını bildiği bu yolculuğuna çıkarken de yanındaki kişi Hz. Ali’ydi. Arap Coğrafyacı ve tarihçi Mes’udi bu uğurlamayı, “Ebuzer’in Hz. Ali’yle son görüşmesi” olarak aktarır; Ebuzer’in Hz. Ali ve Hz. Muhammed’in torunları Hasan ve Hüseyin’i gördüğü zaman gözyaşlarına hakim olamadığını vurgular.
Rebeze’de yalnız öldü
Hicretin 31. yılında sürgüne gönderildiği Rebeze’de hayatını kaybetti. Hz. Muhammed’in dediği gibi yalnız öldü. Mirası, eski bir ev, üç koyun ve birkaç keçiden başka bir şey değildi. Öldüğü sırada evlerinin yakından bir kafile geçmektedir. Ebuzer’in eşi dışarıya çıkarak, “Ebuzer öldü. Cenazesini kaldıracak kimsesi ve sarılacak kefeni yoktur. Yardım edin” diye seslendi. Kafileden Abdullah b. Mesud, Ebuzer’in cenazesini yıkadı, kefenledi ve yanındakilerle birlikte defnetti. Belazuri, Ebuzer’in ölümü sonrasında Ammar B. Yasir’in, “Allah Ebuzer konusunda hepimizi affetsin” dediğini aktarır.
Adıyaman’daki makamı
Yıllar sonra, Rebeze çölünde defnedilmiş olmasına rağmen Ebuzer’in yaşamı Müslüman coğrafyasının pek çok yerinde kendisi için makamlar oluşmasına neden oldu. Bu makamlardan biri de Adıyaman’dadır.
Gazze’de ramazan
Diyanet’den İslam Ülkeleri Büyükelçileri’ne iftar
ANKARA
DİYANET İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, İslam Ülkeleri Büyükelçileri’ne önceki gün bir iftar yemeği verdi. İftara, Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Bekir Bozdağ da katıldı. Başkan Görmez iftar yemeğinde yaptığı ve Arapça başlayıp, İngilizce sürdürdüğü konuşmasında, şunlara değindi:
Somali’ye 100 milyon TL
“Komşuluğa olan ilgimiz, Afrika’daki komşularımızın acılarını paylaşmaya yönlendirdi. Oturduğumuz odalardan izlediğimiz o acı görüntüleri, gördüğümüz anda o acıları aynı şekilde hissettik. Bugün dünyanın en fakir bölgelerinden biri olan Afrika’da kırk milyondan fazla insan açlıkla karşı karşıya. Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bu açlığı ortadan kaldırmak için bir kampanya başlattık. Açlık nerede varsa biz oraya yardım etmeye çalışacağız. İnanıyoruz ki bize lütfedilen nimetleri ihtiyacı olan insanlarla paylaşmalıyız” dedi. Görmez, Türk milletinin kampanyaya çok ciddi destek verdiğini belirterek, “Şu anda yardım 100 milyon TL’ye ulaştı” bilgisini verdi.
Bozdağ: Utanılacak durum
Başbakan Yardımcısı Bozdağ da Somali’de yaşanan açlık ve bu nedenle Türkiye’nin başlattığı yardım kampanyasına değinerek, “Dünyada bu kadar imkan, nimet varken, dünyanın bir köşesinde insanların açlıktan ölmesi, ilaçsızlıktan tedavi edilemediği için hayatını kaybetmesi ve bu manzara karşısında dünyanın seyirci kalması kadar utanılacak bir durum olamaz” dedi.
Bu 67 ağaç sütunun altında 737 yıldır namaz kılınıyor
A.A
ESKİŞEHİR’in Sivrihisar İlçesi’nde 1274 yılında Mevlana’nın müritlerinden Eminiddin Mikail tarafından yaptırılan 67 ağaç sütunlu Ulu Cami, 737 yıldır ibadethane olarak hizmet veriyor. Yapı bakımından ahşap direkli camiler sınıfında incelenen ve 67 ağaç sütunu bulunan Ulu Cami, Selçuklu ahşap mimarisinin şaheser örneklerinden biri olma özelliğini taşıyor. 85 metrekare alana sahip Sivrihisar Ulu Cami, Anadolu’nun en büyük ahşap direkli camilerinden birisi. Cami, İstanbul’un ilk Kadısı Hızır Çelebi tarafından 1439 yılında tamir ettirildi. Caminin kalın mermer bloklar üzerine oturtulmuş durumdaki minaresi de, binanın inşasından 139 yıl sonra Hacı Habip tarafından yapıldı.
Vicdanın sesi önemsenmelidir...
HİCRETİN dokuzuncu senesinde, kabilesinden on kişilik bir heyetle Medine’ye gelip Müslüman olan Vâbisa b. Ma’bed el-Esedî Hz. Peygamber’den İslâm ile ilgili gerekli hususları öğrenip yurduna geri dönecekti. Medine’de kalacağı süre zarfında İslam’a girdikten sonraki yaşamını dizayn etmek adına nelerin iyi/sevap nelerin kötü/günah olduğunu öğrenip dönmek istiyordu. Bu amaçla Resûlullah’a geldi. Ne var ki, Hz. Peygamber’in etrafında oldukça kalabalık bir cemaat vardı. Ancak Vâbisa kalabalığı yararak ilerlemeye ve ‘yanı başında olmaktan en çok mutluluk duyacağım insan’ dediği Allah Resûlü’ne yaklaşmaya çalıştı. Vâbisa’nın bu telaşını takip eden Nebî (sav), “Yaklaş ey Vâbisa, yaklaş!” dedi. Vâbisa henüz sorusunu sormadan Allah Resûlü şöyle buyurdu: “Bana iyilik ve kötülüğün (sevap ve günahın) ne olduğunu sormaya mı geldin?” “Evet” dedi Vâbisa. Elleriyle Vâbisa’nın göğsüne dokunan Resûl-i Ekrem (sav): “Kendine danış ey Vâbisa! İyilik, gönlünün huzur bulduğu ve içine sinen şeydir; kötülük ise, insanlar ona onay verseler bile gönlünü huzursuz eden ve içinde bir kuşku bırakan şeydir.” Buyurdu. (İbn Hanbel, IV, 227, no: 18164)
Hazırlayan:
Dr. Mahmut Demir/ Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU KARARLARINDAN
İSLAMIN Beş Şartı: İslâm âlimleri dinin temelinde yer alan ilkeleri genel hatları ile belirten “İslâm beş şey üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şehated etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak” (Buhari, “İman”, 1) anlamındaki hadise dayanarak İslâm’ın beş şartı vardır, demişlerdir. Bu dinin en önemli hükümlerini ön plana çıkaran bir söylemdir. Dolayısıyla bu hadis bir sınırlama yapmaktan çok, dinin en önemli esaslarını belirtmek içindir. Kur’an’da yer alıp yerine getirilmesi ya da kaçınılması kesin bir şekilde istenen her hüküm İslâm’ın şartıdır.
Batıl inanışlar bidat ve hurafeler (II)
Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ
KÖPEĞİN ulumasının bir felaket habercisi olduğu, nazar değmemesi için evlerin kapısına veya duvarına at nalı ve aynı inançla çocuklara mavi boncuk takılması, baykuş ötmesinin ölüm habercisi olarak algılanması, çocuğu olmayanların türbelerde/mezarlarda kurban kesmeleri, yatırlara veya bazı ağaçlara bez, çaput bağlamaları veya beşik yapıp türbelere bırakmaları, konuşmayan çocuğun konuşması için ayağına kilit vurulması, yürüyemeyen çocuğun ayağına ip bağlanması ve Cuma namazından çıkan ilk kişiye bu kilidin açtırılması ve ipin çözdürülmesi, iş bulma, evlenme, bir sınavı kazanabilme ve benzeri bir istekte bulunmak amacıyla türbelerden yardım istenmesi, yeni doğan çocuğun kırk gün evden çıkarılmaması gerektiği, gelin eve ilk geldiğinde bolluk olması için dolu bir su kabının döktürülmesi, bir yolculuğa çıkan kimsenin sağlıkla gidip gelmesi için arkasından su dökülmesi, kirvenin kızı ile evlenilemeyeceği, iki bayram arasında nikah kıyılmasının doğru olmadığı, kadının kestiği hayvanın etinin yenmeyeceği, eşinden şiddet gören kadının kocasına eşek dili yedirdiği takdirde şiddetten kurtulacağı, tespih çekilerek hatim yapılacağı, mezarlıklardaki ağaçların meyvelerinin yenilemeyeceği inancı; cenaze törenlerinde siyah elbise giyilmesi, cenazenin alkışla veya müzikle uğurlanması veya yüksek sesle zikir yaparak taşınması, ölenin arkasından ağıt yakılması, üçüncü, yedinci, kırkıncı ve elli ikinici günlerinde merasim yapılması, hacdan gelenlerin ellerinin içinin öpülmesi, kurşun döktürülmesi geleneği, batıl inanış ve hurafelerdir.
Müslüman’ın bu tür inanış ve uygulamaları terk etmesi gerekir. İslam ile bağdaşmayan bu tür inanış ve uygulamaların terk edilmemesi, Allah ve Peygamberin hak davetine çağrılan insanların, “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz din bize yeter” demelerine benzer. Batıl inanış ve hurafelerin ortaya çıkışında ve varlığını sürdürmesinde eski dinlerden kalma inanç ve âdetler ile Kur’ân ve Sünnet hakkında yetersiz bilgi etkili olmaktadır. Sözgelimi karga ve kara kedinin, baykuş ötmesinin uğursuz sayılması Şamanizm ve Budizm’den kalma batıl inanışlardır. Başına gelmesini istemediği bir şeyi gördüğü ve duyduğu zaman bir insanın kulak memesini çekip parmakları ile sert bir şeye vurması, işleri iyi giden bir kimsenin şeytan kulağına kurşun demesi, el falına bakması ve baktırması Yahudiliğin nazar inancına dayanır.
Batıl inanışlar ve hurafelerin toplumda varlığı ve yaygınlaşmasında eski inanış, gelenek ve alışkanlıkların etkisi olduğu gibi inançsızlık, kumar, fuhuş, hırsızlık, yalan, iftira, gıybet ve benzeri haramların yay-gınlaşmasının da etkisi vardır. Nitekim Kur’ân’da birçok ayette bu hususa işaret edilmektedir. Mesela Mekkeli müşrikler; “Çirkin bir iş işledikleri vakit, “Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize bunu emretti” dediler. (Ey Peygamberim!) De ki, “Şüphesiz, Allah çirkin işleri emretmez. Siz bilmediğiniz şeyleri Allah’ın üzerine mi atıyorsunuz?” (A’râf, 7/28; bk. Yunus, 10/78)) İbrahim Peygamber; “babasına ve kavmine, “Ne bu tapınıp durduğunuz heykeller?” demişti. Onlar, babalarımızı bunlara ibadet ediyor bulduk (Enbiya, 21/52–53), (bu yüzden) putlara tapıyoruz ve onlara tapmağa devam edeceğiz dediler. (Şuara, 26/71, 72) İbrahim, “Onlara yalvardığınızda sizi işitiyorlar mı?” dedi. “Hayır, ama biz babalarımızı böyle yaparken bulduk” dediler. (Şuara, 26/74) İbrahim de onlara, “Siz de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz, dedi. (Enbiya, 21/54) Kendilerine, “Allah’ın indirdiğine uyun”, denildiği zaman, “Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” derler. Şeytan kendilerini cehennem azabına çağırıyor olsada mı? (Lokman, 31/21) Hayır! Onlar sadece, “Şüphesiz biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk ve biz onların izlerinden gitmekteyiz” dediler. (Zuhruf, 43/22) İşte böyle, biz senden önce hiçbir memlekete bir uyarıcı göndermedik ki, oranın şımarık zenginleri, “Şüphe yok ki biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de elbette onların izlerinden gitmekteyiz” demiş olmasınlar.” (Zuhruf, 43/23) ”Gönderilen uyarıcı, “Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş olsam da mı?” dedi. Onlar, “Biz kesinlikle sizinle gönderilen şeyi inkâr ediyoruz” dediler” (Zuhruf, 43/24; bk. 34/43-44; 37/69-72) anlamındaki ayetler, insanların batıl inanış ve hurafelere sahip oluşlarını atalarını bilinçsizce taklit etmenin sonucu olduğunu ifade etmektedir.
Taklitçilikte insanların atalarının etkisi kadar gelişmiş toplumların ve baskın kültürlerin etkisi de vardır. Meselâ Kur’ân ve Sünnet ile örtüşmediği halde dövme yaptırma, erkeklerin giyim tarzları, müstehcenlik, teşhircilik, burçların insan karakterine etkili olduğu, medyumların gayp âlemi ve gelecek ile ilgili verdiği bilgilere inanma ve benzeri hurafelerin varlığında, çağımızın baskın kültürlerinin etkisi vardır.
Müslümanların, yaşadıkları toplumda atalarından kalma inançlarını, İslam ile örtüşmeyen başka toplumların kültür, düşünce ve inanışlarını, gelenek ve uygulamalarını terk edip Kur’ân’a ve Sünnete uymaları gerekir. Kur’ân ve Sünnete uygun olmayan, din adına bir takım uygulamalar da bidattir, dine eklemedir, terk edilmesi gerekir. Peygamberimiz (s.a.s.), “Kim İslam’da, olmayan bir şeyi (din adına) ortaya çıkarırsa o reddedilmiştir.” (Buharî, Sulh, 5) “İşlerin en kötüsü (din adına) sonradan ihdas edilen şeylerdir. (Din adına) sonradan ihdas edilen her şey bidattir. Her bidat dalalettir. Her dalalet ateştedir” (Nesaî, Iydeyn, 22) buyurmuş, “Allah’ım! Kabrimi (ibadet edilen) bir put yeri haline getirme. Allah, peygamberlerinin kabirlerini mescit edinen kavmi rahmetinden uzaklaştırsın” (Ahmed, II, 246) sözleriyle bidat ve hurafeciliye dikkati çekmiştir. “Dinde aşırılıktan sakının. Sizden öncekiler, dinde aşrı gitmeleri sebebiyle helâk olmuştur” (Hâkim, Hac, 1711) anlamındaki sözleriyle Müslümanları aşırılıktan, ifrat ve tefritten sakındırmıştır.