Güncelleme Tarihi:
Kanlıca'daki Özel Eski Köşk Huzurevi yedi yıldır faaliyette. Burada sadece on yaşlı teyze bulunuyor. Aylık ücretler 200-250 milyon arası değişiyor. Mekanın sakinleri kimi zaman bahçede gazete okuyor, uyuyor, kimi zaman sahilde yoğurt yiyor ya da çay içiyorlar. Bazı teyzelerin önce hatırlarını sonra da hatıralarını sorduk.
Kanlıca, Hacı Muhittin Sokak'ta gizlenmiş iki katlı bahçeli bir ev. Kapıda ‘‘Özel Eski Köşk Huzurevi’’ yazıyor. Yedi yıldır burada yaşlılar kalıyor. Bugünlerde 10 yaşlı teyze günlerini ya uyuyarak ya da bahçede kiraz, kızılcık ağaçlarının altında geçiriyor. Elma ağacı yeni budandığı için, bu yaz gölgesi az olacak, biliyorlar. Bahçede asma da var; kimi zaman yapraklarını toplayıp sarma dolma yapıyorlar.
Bahçe 250, 300 metrekarelik bir yer. Burada gazete okurken zaman zaman açık havada, divanda uyuyorlar. Kimi zaman bazıları araba ile sahile inip yoğurt yiyip, çay içiyor. Bu küçük yolculuklarda yalnız bırakılmıyorlar tabii ki. İşletmeci Mücella Yaman'ın annesine ait olan yarı ahşap köşkteki teyzelerin yaşları altmıştan doksanın üzerine kadar uzanıyor.
Yemekleri Yaman hanım bir yardımcısı ile yapıyor yıllardır. Mekan büyük bir aile ortamına sahip. Odaların bir tanesi bir kişilik, bir tanesi iki kişilik, diğerleri dörder kişilik. Huzurevi sakinleri buraya tanıdıkları sayesinde bulup geliyor. Kalanlardan birinin yakını bir başkasını, o da bir başkasını getiriyor. Ayvalık'tan, Ankara'dan gelmiş olanlar bile var. Yaşlı teyzeler arasında hiç ziyaretçisi olmayanlar olduğu gibi, her gün taa Çekmece'den ziyarete gelenler de var. Kimilerine de arada telefon ediliyor.
Huzurevi işletmecisi Yaman hanımın geleceğe yönelik bir projesi de Beykoz, Çavuşbaşı'nda bir şube açmak. Yer bulunmuş ama bürokratik engellerden dolayı isteğini henüz hayata geçiremiyor.
Huzurevi sakinlerinden bazı yaşlı teyzelere önce hatırlarını, sonra da hatıralarını sorduk.
Önce Güzide Çetinkaya anlattı:
Menderes’in falına baktım
‘‘Yarım asır evvel gazetede çalışıyordum. Röportajlar yapıyorduk. Birileri ile konuşmayı çok seviyordum, canım gidiyordu. Tekel işçileri ile röportajlar yapardık. Hem Halk Parti'yle hem Demokratlar'la yaptık. Samet Ağaoğlu vardı, Adnan Menderes'in yanında bağırdım. Hayat pahalı diye. Ne oldu, dedi. Ekmek dokuz kuruş olmuş, bu ne pahalılık dedim, bu ne rezalet? O zaman avukattı. Ekmeği ucuzlatacağım, dedi. Sonra Başbakan Yardımcısı oldu. Daha çok pahalılaştırdı. Bir keresinde de Menderes'in falına baktım.
‘‘Bir gün Tekel'de oturuyordum. Baktım orada bir içki şişesi, bira gibi bir şey konmuştu. Bir bey geldi. Hanımfendi, dedi, okuma yazmanız yoktur, bu zehirli ilaçtır, bunu içmeyin. Bakın ne yazıyor, diye heceledi. İ-l-a-ç. Kadındır okuma bilmez, cahildir, içmesin, zehirlenmesin, diye düşündü. Bana bakın beyefendi, biraz dikkatli olun, ben size harfleri öğretirim, dedim, siz bana öğretemezsiniz.
‘‘Çocukluğum Beşiktaş'ta geçti. Kanburun Bahçesi'nin ilerisinde oturdum. Hep Kanbur'a, devamlı sinemaya giderdik. Kanbur hoş adamdı, herkese hürmet ederdi. Gürel Sineması'na, Suatpark Sineması'na giderdik. İki film, üç film, hepsi birden oynardı. Sinemaya gidip ağlardık. Babama yalvarırdık bizi sinemaya götürün diye, film değişir değişmez.’’
Söz sırası Zehra Tanrıkut Mete’de
Ecevit alabildi mi Kıbrıs'ı?
‘‘İki çocuğumun ismini de Atatürk koydu. Çocuklarımın adları: Buyan, Bilgen. Atatürk 1938'de öldü. Hasta olduğunda Amerikan Hastanesi'nden pek çok doktor geldiler. Evim yakındı, Şişli'deydi, Amerikalı doktorlar bende yattı. Kayınpederim ile Atatürk'ün babası Ali Rıza bey kardeşten ileriydiler. Kocam Atatürk'ün hem akrabası, hem de ölene kadar başberberiydi. Adı: Mehmet Tanrıkut Mete.
‘‘Ben o zaman yeni gelinim, liseyi yeni bitirmişim. Safiye Ayla Atatürk'ün çok yakınıydı. Bütün balolara, danslara o gidiyordu. Rumeli şarkıları söylerdi. Vardar Ovası... Atatürk çok beğenirdi. 20 yaşında harbi kazandı. Laf aramızda, Ecevit gitti, alabildi mi Kıbrıs'ı. Alamadı. Ama Atatürk gitseydi alırdı. Niçin? Harpçi adam.’’
Bu kez Nilüfer Tanışman konuşuyor
Atatürk'ten her şeyi istediler
‘‘28 yıl öğretmenlik yaptım. Felsefe öğretmeni idim. Biraz zordur öğretmenlik fakat zevklidir. Lisede derslere girecektik, Müdür bütün öğretmenleri çağırdı. Biz koştuk tabii, ne var diye. Meğer Atatürk gelecekmiş. Ziyaretimize gelecek diye çok şaşırdık, sevindik. O da hakikaten geldi. Derslere girdi. Çok heyecanlandık. Çocuklar ayakta beklediler, Atatürk gelecek deyince. Birşeyler söylediler. Hatta ayıptır dedim öğrencilere, misafirimizdir diye. Dinlemediler. Hepsi bir şey söyledi. Atatürk hepsini dinledi, dediklerinizi yapacağım, hiç merak etmeyin, dedi. Ben bir şey istemedim, her şeyimiz vardı. Çocuklar, çocuk aklı, herşeyi istediler. ‘‘Atatürk Erkek Lisesi'nde öğrenci okuttum. Ankara Kız Lisesi'nden emekli oldum. Siz görmediniz ama biz o seneleri yaşadık. Güzel senelerdi.’’
Zübeyde Kabalioğlu da anlattı
Kereste fabrikası idare ettim
‘‘Çocukken Kadıköy iskelesinde atlı arabalar vardı. Beyler binerlerdi, dayım gibi. Yengem şahane bir hanımdı. O zamanlar hanımfendiler çarşaf etek ya da pelerin giyiyorlardı. Bir de kollarında gümüş çantalar vardı.
‘‘Kocam şeker hastası olunca fabrikanın başına geçtim. Kereste fabrikasının. Herkes otomobillerle geldi. Hayatta kereste fabrikasının başına geçen kadın bulunmamıştır, dediler. Ben bir tane idim, gelenler söyledi. Doğruyu söylüyorum. Orayı idare ettim. Hiç zor olmadı.
‘‘Kocam saf, temiz adamdı. En ufak bir şey gördü mü, ameleyi yolcu yapardı. Ne oldu diye sorardım. Onun için insan gönderilir mi? Benim en iyi elemanım, neden çıkardın, derdim. Eğer öyleyse çağırttır, derdi. Ben de çağırttırırdım. Beni çok severlerdi. Elma sandıkları yaptırdım, yumurta sandıkları yaptırdım. Çok güzel idare ettim fabrikayı.’’