Huzur ve hüzün aynı şeyler mi ki?

Güncelleme Tarihi:

Huzur ve hüzün aynı şeyler mi ki
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 18, 2003 21:31

14.07.2003 Pazartesi günü, Ayşe Arman kendi köşesinde bir okurunun ona yolladığı mektubu yayınladı.

Ben bu mektuba aşık oldum!

Bir insan duygularını, yaşadıklarını, daha doğrusu yaşamadıklarını; hele hele yaşanan ona göre bir tragedya ise ve dahi genel ahlak kurallarının kabul etmediği duygular ise; ancak ve ancak bu kadar samimi ve mertçe dile getirebilir.

Hele hele, cesur sözlerin sahibi ülkemizde duygularını bastırmak ve yok saymak için özel gayret gösterdiğimiz kadın cinsinden ise sevgim, sempatim dışında ona saygım da daha büyüdü.

Kişiyi katiyen tanımıyorum ama sanki onun duygularını, o, o kadar başarılı anlattığı için, hem sezebiliyor, ötesi hissedebiliyorum.

Belki ben de uzun yıllar önce bir süre benzer bir girdapta boğuştuğum için mektup sahibi ile 'yoldaşlık' kurabiliyorum.

* * *

Bazı parçalarını bu köşeye taşıdığım mektubun yazarı diyor ki:

‘‘...Çok korkuyorum, çünkü aşığım. Çok mutluyum, çünkü aşığım. Çok acı çekiyorum, çünkü aşığım. Bunu da kendime ve sana ilk defa burada itiraf edebiliyorum. Biliyorum, 'Git ve aşkını dibine kadar yaşa' diyeceksin. 'Geberene dek, sev, sevil, seviş!' Ama öyle değil işte...‘‘

* * *

‘‘...Çünkü ikimiz de evliyiz. Üstelik aile dostuyuz. Üstelik çok sık bir araya geliyoruz. Ve beraberken birbirimize dokunmak için en küçük fırsatları bile değerlendiriyoruz...‘‘

* * *

‘‘...Ofiste çalan her telefona 'odur belki' diye cevap veriyorum. Sana bunları yazarken ağlamak istiyorum. Gözlerim dolu dolu şimdi. Kazık kadar ben, aşk için ağlıyorum ve çok korkuyorum...‘‘

‘‘..Dün gece ondaydım. Bana, beni korkutuyorsun‘‘ dedi. Yüzüne baktım. Başını dizime koydu, saçlarını sevdim, yüzüne dokundum. Hani insanın hep hatırlamak istediği, gözlerini kapatıp düşününce mutlu olduğu sahneler vardır ya, benim için de dün gece öyle bir andı.

Bana 'gideceksen, gözünü seveyim çabuk git', dedi.

70 yaşına geldiğimde '40 sene önce böyle bir gece geçirmiştim' diyebilmeyi istiyorum. Eşimi seviyorum, aile düzenimi ya da onunkini bozmayı istemiyorum ama hayatta çok az şeyi onunla bir gece geçirmek kadar çok istiyorum. Sadece sarılıp kollarında mışıl mışıl uyamak yetecek. Yeter ki, yeni güne onunla başlayayım...‘‘

* * *

İnsanoğlu sanki huzur ve hüzün ayrı şeylermiş gibi düşünür; hatta hüzünü/hazanda, huzuru/baharda arar.

Birbiri ile zıt olarak algıladığımız bu duygular sanki birbirlerine zıt mevsimler kadar uzaktır.

Halbuki yaşanan hayat bu kadar sade ve tekdüze değil.

İç içe ve yan yana!

Zaten, huzur ve hüzün yaşananın bir elma gibi ortadan kesilmiş iki parçası olmasaydı, her ikisinin de hiç ama hiç anlamı olmazdı.

Hüznü tatmayan insanın huzuru tanıması ve ondan tad alması, huzuru bilmeyen insanın hüzne aşina olması, hatta hüznün buruk tadının keyfine varması -hüzün de kendine ait acılı/ekşili tadı olan bir duygudur!- mümkün değildir.

Ölüm olmadan hayatın, hayat olmadan da ölümün bir anlamı yoktur!

* * *

İnsan huzuru da, hüznü de yaşadığını; bunun içindir ki her iksinin de tadını bildiğini ama bu duyguları ayrı ayrı ve değişik 'mevsimlerde' yaşadığını düşünecektir.

Doğrudur!

Ancak, bazen hayatta çok az ama şanslı kişiye bu iki duyguyu birden yaşamak nasip olur.

Tıpkı, mektup sahibi hanımefendinin başına geldiği gibi!

Bazen hüzün ile huzur; hazan ile bahar iç içe geçer.

Zıt yönlerden gelen bu yumruklar karşısında insan önce tam anlamı ile sersem olur.

İnsan fıtratının (yaradılışının) önemli bir parçası olan sevgi (aşk) ile ona öğretilen arasında (ahlak) sıkışan insan, önce çok sıkılır, hatta perişan olur. Ama bu hanımefendi gibi ona daha evvel öğretilmeyen, öğretilmediği için bilinmeyen, hatta tabu sayılan, kaçınıldığı için de çok az insanın yakaladığı bir duyguyu yakalamıştır.

İnsan aynı anda, farklı yoğunlukta/kompartımanlarda, iki değişik insanı birden sevebilir!

Karşı cinsten iki insanı!

Cinselliğin baş döndürücü anlık hovardalığından değil, kalıcı bir duygu olarak sevgiden bahsediyorum!

* * *

Kendisinde o güne kadar olmadığını zannettiği bir duygunun benliğinde tecelli ettiğini gören insan artık öyle parça parça kodlanmış bir bilgisayar programı olmadığını, başkalarının da aynı duyguya sahip olabileceklerini, hatta onu sevenlerin de başkalarını sevebileceğini kabul eder.

Bunlar ona 'normal gözükmeye' başlar.

Daha evvel 'normal olmadığını' zannettiklerinin 'normal olduğunu' fark edince de negatif enerji yüklü 'kıskançlık', 'haset', 'insan üzerinde mülkiyetçilik', 'cinsel rekabet', 'süreli mukayese ihtiyacı', (erkeklerde) 'iktidar mücadelesi' gibi duygular en azından eski güçlerini ve etkilerini yitirirler.

* * *

‘‘Ahlak yok mu?‘‘, diyeceksiniz!

Var, hem de nasıl var!

Ancak, ahlak sosyaliteyi korumak için var.

Cinsellik konusunda ahlaki kurallar aile kurumunu, zürriyeti, en önemlisi sermaye birikimini korumak için var!

Ahlak, fıtratın (yaradılışın) emrindeki duyguların ifrata (aşırı) kaçmasını engellemek için var.

İki insanı birden sevmek 'ifrat' mı, yoksa sosyal öğreti dışında kalan saf haldeki 'bütün insan' mı?

Kendiniz karar verin!
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!