Oluşturulma Tarihi: Şubat 01, 1998 00:00
Kenafet bir yazı!..Geçenlerde, kapatıldıkları için merkez binalarından mallarını kaçıran Refahlı'ları televizyonda görünce beni bir gülme tuttu. İki adamcağız, söktükleri hela taşını zar zor merdivenlerden indirip bir kamyonete bindirmek için debelenmekteydiler. Çok az beslenmelerine rağmen Türkler'in hayatında helaların gerçekten önemli bir yeri vardır. Refahlı'larda kenef taşına bunca değer vermekte haklılar. Başka dillerde helanın adı ikiyi geçmezken Türkçe'de hela,kenef, ayak yolu, tuvalet, yüz numura, memişhane gibi bir sürü ismi vardır. Bu da helaya verdiğimiz önemin göstergesidir.Hatta biz, asırlar önce mermer helalara şeyimizi yaparken Avrupa saraylarında bile helaya tanımazlardı, oturağa edip pencereden sokağa dökerlerdi diye övünürüz.Bu, köklü kenef kültürünün edebiyatımıza ve resim sanatımıza büyük katkıları olmuştur. Bir tuvalet kapısında okuduğum bir özdeyişi yıllardır hala unutamadım.Tosuruksuz mıçmak, davulsuz düğüne benzer!.. yazıyordu kapıda. Gülmekten az kala deliği ıskalıyordum. Zaten. bir alaturka tuvalate gidipte ıskalanmamış delik gördünüz mü hayatınızda?.. Bunca asırlık tuvalet kültürümüze rağmen aziz milletimizin hela kullanımı konusunda pek başarılı olduğunu söyleyemem özellikle kırsal kökenli yuttaşlarımız, tarlada hacet giderme özgürlüklerini kent tuvaletlerine taşıyalı beri insan dışkısına basarak düşmeden helada iş görmek bir marifet halini almıştır. Bir ayağınızın burnunu balerinler gibi taşın temiz kenarına, diğer ayağınızın topuğunu helanın tek boş köşesine basıp ve devrilmeyesiniz diye de elinizi yan duvara dayayarak hacet görmeye çalışmak ancak bir akrobatın becereceği pozisyondur.*Babıali'de, benim ilik gördüğüm alafranga tuvaletli gazete binası Milliyet'inki oldu. Rahmetli Ali Naci Karacan, kredi bulup 1954 yılında beş katlı bir bina yaptırmıştı. Kaloriferi ve asansörü bile vardı. Eski ve ahşap bir İstanbul evinden yeni Milliyet'e gelince, bina bize saray gibi görünmüştü. En önemlisi, alaturka hela da bacakları uyuşan ve fazla kilolu oldukları için çömelince bir türlü doğrulamayan bazı ağabaylerimiz iki de bir kapıyı kırıp kurtarmak zorunda kalmıyorduk artık...Ama alafranga tuvaletlerin de Türk hela kültürüne pek uymadıklarını kısa zamanda öğrendik. Birgün, alt kat tuvaletlerinden gelen feryatlarla yerimizden fırlayıp koşuşturduk. Epeyce şişman olan ünlü bir makina ustamız vardı. Alafranga helaya bir türlü alışamadığı için üstüne çıkıp tünemiş yine. Hela taşının da bu ağırlığı kaldıramayacağı tutmuş. Ustayı en nazik yerine batan kocaman kırık bir seramik parçasıyla beraber gelen cankurtarana hiç sarsmadan taşıdıklarını anımsıyorum. Zavallının feryatları cankurtaran düdüğünü bastırıyordu.*Çok uzun yıllar önce, bir gece eşim Tolga'ya Babıali Caddesi'nden aşağıya iniyorduk. Tolga, o sıralarda bir böbrek rahatsızlığı geçiriyordu. Yokuşun başındayken:‘‘Ben zor durumdayım. Bir tuvalet bulmamız gerek!..’’ dedi. Devletimiz ve belediyelerimiz Türk Halkı'nın sürekli peklik çektiğine inanmış oldukları için umumi hela yapmak gibi bir adetleri yoktur. 1,2 hanın tuvaletine girmeye çalıştık ama hanlar kapanmıştı. ‘‘Sirkeci Garı'nın yanında bir umumi hela vardır. Aman oraya kadar sık dişini!..’’ dedim. Küçük ve dikkatli adımlarla Sirkeci'yi buldurunca Tolga bir inilti koyuverdi. Çünkü. umumi helayı otopark yapmak için yıkmışlardı. Kız, Sirkeci Meydanı'nın kalabalığında gözleri yerinden uğramış boncuk gibi terliyordu. Zor durumlard benim kafam müthiş çalışır, darhal pratik bir çözüm bulurum.‘‘Vapura kadar dayan!..’’ dedim. Oyıllarda, vapurlar Galata Köprüsü'nden kalkardı. Zzar zor bir vapura canımızı attık. Ttolga, hemen vapurun tuvaletine girdi. Girdi ama, bir girdi pir girdi. Çıkmak bilmiyordu.‘‘Haydi gerisini eve sakla...’’Bak, vapurun zili çaldı!..'' diye yalvarmalarıma rağmen Tolga'yı söktüremedim. Vapur da düdüğünü öttüre öttüre kaktı. Böylece, son vapurlu evimiz Nişantaşı'nda olmasına rağmen biz Büyükada'ya gittik. Zamanlarda yokluk zamanlarımız. Cebimizde cezalı bilet ödeyecek para var ama otel parası yok. Ada iskelesinde güneşi doğdurup ilik vapurla döndüktü.*Umumi heladan söz açınca Tayyip'in Taksim Meydanına Refah'ın zafer anıtı gibi diktiği helayı hatırlamamak imkansız. Deliğine para atınca kapısı otomatik olarak açılan elektronik ve modern bir tuvalet. Bir kişilik parayla içeriye üç kişi girerek çiş parasından tasarruf etmeye kalkan bir sürü uyanığın helada mahpus kalması bir yana, elektrikler birkaç saat kesilince helanın kilidi açılıyor mu merak ediyorum. Yaşım ilirledikçe daha da sevdiğim bir fıkra var. Bildiğinizi sanıyorum ama yine de yazacağım:80 yaşındaki bir adamcağız
Sayısal Loto'da 6 bilmiş. Kazandığı 200 milyarın tamamıyla şehrin göbeğine İtalyan mermerinden bir umumi hela yaptırmış. Öyle bir hela ki; Kapısı sedef kakmalı, muslukları som gümüşten.. ‘‘Yyahu, sen deli misin bunca para bir helaya harcanır mı?..’’ demişler. Adam da homurdanarak cevap vermiş:‘‘Bu yaştan sonra, gelen paranın içine işte ben böyle mıçarım!..’’*Geçen akşam kızım Amerika'dan telefon etti, ağlamaklı bir sesle:‘‘Ben Alaska'ya gidiyorum. Filip kötü bir kaza geçirmiş...’’ dedi. Bizim damat açık arazide çalışan br maden mühendisidir. Dünyanın her yerinde uydu ile ilişki kurup şirketi adına maden arar. Bu kez de Alaska'ya gitmişti. Çalıştığı arazide zemin buz tabakasıyla kaplı olduğu için kanalizasyon filan kazmanın mümkünü yok. Amerikalı'larda doğal ihtiyaçları için elektrikli bir tuvalet icat etmişler. Bu tuvalet içine düşen maddeyi elektrik gücüyle anında yok ediyormuş. Ama bizim damat, bu elektrikli tuvalete büyük abdestini yapmamış da küçük su dökmeye kalkmış. Şimdi elektrik çarpmasından yatak döşek yatmaktaymış. ‘‘Ttürkiye'ye gide gele oğlanın keneflerle arası bozulmuştur!..’’ dedim.*Merter'de 60 daireli bir blok apartmanda oturuyorduk. Gece yarısı kapıcı alı al, moru mor geldi.‘‘Sığınakta hırsız var. Sığınak kapısının kilidini kırmış. Paldır küldür dolaşırken duydum!..’’ dedi. Bloğun altında kalorifer kazanları, kapıcı dairesi ve büyük bir sıınak vardı. Hemen koca bir sopa kaptım. Ama bitişik komşum Ercan daha teşkilatlıydı. Ruhsatlı tabancasıyla bir el feneri aldı yanına. Oo sıralarda blokta soyulmayan daire kalmamıtı. Bir koşu sığınağa indik. Çömelmiş bir karaltı bizi görünce yine çömelik durumda oradan oraya koşturmaya başladı. Ercan:‘‘Dur yoksa vururum!.. ’’ diye bağırdı. Karaltı ağlamaklı bir sesle:‘‘Duramam gidin başımdan be!..’’ diye inledi. Ercan herifi korkutmak için boşa bir kurşun sıktı. Patırtımıza bütün apartman halkı koşup sığınağa doluştu. Nihayet adamı çömelik bir durumda köşede kıstırdık. Fenerin şığını yüzüne tuttuk. Ben, hayatımda bu kadar acıklı bakan bir çift göz görmemiştim. Gözlerin sahibi bizim bloğun yöneticisi başkomiserlikten emekli Saffet Bey'di. Burnundan kıl adırmayn mağrur ve sert bir adamdı. Karısı evde yokmuş. Saffet Bbey'de anahtarını unutmuş. O sıralarda bağırsakları fena halde bozulmuş. Gece yarısı komşuların kapısını çalıp kenefe koşmayı da onuruna yedirememiş... Ssancı bastırınca altına etmemek için sığınağa koşmuş . Biz de işin en nazik yerinde üstüne varmışız. Saffet Bey, Ercan'ın tabancasına bakıp;‘‘Az kala bok yoluna gidiyorduk!.. ’’ diye homurdandı, ve bir aya kalmadan da bloktan taşındı.*‘‘Türk'ün aklı başına ya kaçarken ya mıçarken gelir.’’ diye bir atasözümüz vardır ve pek doğrudur. Bizler, kollektif yaşamaya alıştığımız için ancak tuvalette kendi kendimizle yalnız kalabilip aklımızı başımıza devşiririz. Bu nedenle binlerce şarık sözü,
film konusu, karikatür esprisi tuvalette bulunmuştur. Bu yüzden helaları çok severim. Eğer bir gün büyük bir yazar olursam tuvalette kurulan hayaller üzerine bir kitap yazmayı düşünüyorum.
button