Güncelleme Tarihi:
Dün “Ülke gündemi yeterince meşgul. N’olur beni konuşmayın” dediniz. Bugün röportaj yapıyoruz. Ne değişti?
- Bir şey değişmedi aslında. O sırada haberin tam içeriğini ve ne olduğunu anlamaya çalışırken, en kısa ve doğru cevabı vermeye çalıştım. Durum bundan ibaret.
Chicago’ya taşınmanızda, iddia edildiği gibi, hükümetten bir bakanın ilişkinize verdiği tepkinin etkisi var mı?
- İddianın kaynağı, kim ya da ne bilmiyorum ama tamamen yanlış. Herhangi bir bakan veya kişiden de böyle bir tepki almadım.
Peki, neden Chicago’dasınız?
- Yeni projelerimizde daha hızlı, pratik, sağlıklı yol almak için. Bir yandan Broadway müzikali üzerinde çalışıyoruz. 2015’i kendimize hedef koyduk. Elif Şafak’ın Aşk’tan İngilizceye çevrilen romanı ‘Forty Rules of Love’ını sahneleyeceğiz. Müzikal yönetmeni David Bell ile çalışıyoruz. Müthiş bir ekip ve Northernwest Üniversitesi var arkamızda. Diğer yandan kendi isimlerimizi bırakıp kurduğumuz ‘Painted on Water’ grubunu ABD’ye tanıtma çabasındayız. Upuzun bir yolculuk bu.
Yazıldığı gibi, haziran ayında Akdeniz Olimpiyatları’nda sahne almanız istendi mi?
- Evet. Ben ve Demir Akdeniz Olimpiyatları açılışında ‘Aşk’ şarkısını birlikte yorumlayacaktık. Hatta 200 dansçıyla birlikte açılışın en önemli anlarından biri olacak. Kostümler bile hazırdı...
Sonra?
- O dönemde iptal ettiğimiz diğer tüm konserler gibi açılıştaki performansımızı da yapamayacağımızı organizasyonu yapan şirkete söyledik.
Nasıl bir yanıt aldınız?
- Anlayışla karşıladılar zaten çekilen sanatçılar da yalnızca bizler değildik.
Hükümet değil devletten yana
Son yıllarda bir ‘hükümet yanlısı Sertab’ lafıdır gidiyor. Rahatsız olmuyor musunuz?
- Bir kere böyle bir duruş benim hayat felsefeme ters. Tamamen yanlış algılar üzerine inşa edilmiş bir tabir bu. Şöyle bir gerçek var: Ülkenin temsilcisi haline gelmiş birinin devletle iletişim halinde olmasından daha normal bir şey olamaz. Eurovizyon’u kazandığımızda, Meclis’te ağırlandık, Başbakan tebrik etti. Ama anlamadığım şekilde insanlarda böyle bir ‘hükümet yanlısı’ algısı oluştu. Devletle hükümeti karıştırmamak gerekir. Hükümetler gelir gider ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti baki kalır.
Bu tabirin yeşermesi Başbakan eşliğinde yapılan Somali ziyaretine dayanıyor aslında...
- Bir sosyal sorumluluk projesi olarak kalktım, tek başıma Sri Lanka’ya gittim yıllar önce tsunami sonrası. Oradaki çocuklara sırtımızda ilaçlar, iğneler taşıdık. O köylere, çocuklara çok zor şartlar altında ulaştık. Yine tamamen aynı dürtüyle kalktım Somali’ye de gittim. Ama oraya Sri Lanka’ya gittigim gibi bir ticari havayoluyla gitmek mümkün değildi. Ancak devletin sağladığı uçuş imkânıyla gidilebiliyordu. Ciddi ve tehlikeli bir yolculuktu. Ve bu gidişimin hükümete yakın durmakla uzaktan yakından alakası yoktur.
Bir de geceyarısı gelen meşhur ‘tebrik’ telefonu var tabii.
- ‘Ey Şûh-i Sertab’ adında bir Türk Sanat Müziği albümü yaptım ve bunu babama hediye ettim. Her kim olursa olsun biri beni albümle ilgili tebrik etmek için ararsa bana ancak kibarlıkla teşekkür etmek düşer. Bu, sadece çok yakınlarımın bildiği bir hikâyeydi. Üzerinden 9 ay geçti. Bir sabah uyandım ve gazetede o konuşmanın ayrıntılarını okudum. Rahşan Gülşan bir şekilde duymuş ve duygularımı sanki ona ifade etmişim gibi yazma yanılgısına düşmüş. Maalesef bu da benim hayatımda en gurur duyduğum olaylardan biriymiş gibi algılanmasına neden oldu. Ki ben yine Cengiz Semercioğlu’nun yazısında olduğu gibi hiç kimseye bu olayı haber yapsın diye ne anlattım ne röportaj yaptım.
Tüm bu tepkiler sonrası “Neden ben?” diyerek işin iç muhasebesini yaptığınız oluyor mu?
- Şunu söylemek zorundayım: Meyve veren ağaç taşlanır. Bu, dünyanın her yerinde böyle.
Sanatçıların Gezi Olayları ve sonrasında takındığı/takınmadığı tavırlar hararetle tartışıldı. Sizin “Gezi’de neredeydiniz” sorusuna cevabınız?
- Aslında tatilimizi yarım bırakıp İstanbul’a döndük. Tüm süreci bizzat yaşadık, biz de Gezi Parkı’ndaydık. Başbakan’ın Taksim Dayanışma Örgütü’yle bir araya geldiği gece biz de oradaydık. Uzlaşma sağlanılması için elimizden geleni yaptık.
Sizce uzlaştırabildiniz mi?
- Bir noktaya kadar kontrol edebiliyorsunuz. Sonra avucunuzdan kayıyor mevzu. Kontrolden çıkıyor. İsteseniz de elden bir şey gelmiyor. Birleşeceğimize daha çok bölünüyoruz şu an. Küçücük bir çocuğun ölümü için Facebook sayfamı karartıp Sezen’in yazısını paylaştım. Sırf daha iyisini yazamayacağımı düşündüğüm için. Hakaret boyutuna erişen yorumların, eleştirilerin dozunu tarif edemem size. Kimsenin de uzlaşmaya istekli olduğunu düşünmüyorum maalesef.
Sezen Aksu’nun yazısına da tepki veren, ‘Yetmez ama evet’çiliğini hatırlatarak rüzgâra göre pozisyon almakla eleştiren de çok...
- Sağduyumuzu, masumiyetimizi yitirdik artık. Gözlerimiz karardı. Öfkeyle, korkuyla bakıyoruz her şeye. Tarih bunlarla dolu. Şu an ihtiyacımız olanlar belli: Sağduyu, sevgi, tolerans, empati ve masumiyet.
Bu röportajınız sonrası da muhtemelen “Sustu, sustu, niye şimdi bunların izahatını yapıyor?” eleşirilerileri gelecek, “Rüzgâra göre pozisyon alıyor” yorumları yapılacak... Cevabınız ne olur?
- Türkiye’de her an, her dakika, her yönden rüzgâr esiyor. Herhangi bir rüzgâra göre pozisyon almak zaten mümkün olamaz. Hakkımdaki yalan yanlış söylentilerin ben sustukça gerçek olarak algılanma ihtimalini gördüm. İşte bu yüzden bu konuda bir kerelik ve son defa sizinle bu röportajı yaptım.