Hükümdar icadı gizli yazı

Güncelleme Tarihi:

Hükümdar icadı gizli yazı
Oluşturulma Tarihi: Ocak 21, 1998 00:00

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Zahiruddin Muhammed Babur, Hindistan'daki Hind-Türk İmparatorluğu'nun kurucusuydu. 1483'le 1530 yılları arasında yaşadı ve tarihlere ‘‘Babur Şah’’ olarak geçti.

Timur'un beşinci göbekten torunuydu. Fergana'da henüz 11 yaşındayken tahta çıktı ve dedesi tarafından kurulan ama batmak üzere olan devleti kurtarmak için çalışmaya başladı. Bir aralık Şeybani Hanlığı'yla uğraştı, ve hayli maceralı bir ömür sürdü. Kendi imparatorluğunu kuruncaya kadar Fergana Padişahı, sonra da Kabil'de Afganistan hükümdarı oldu, Hindistan'a beş defa sefer düzenledi ve sonuncusunda Hind sultanı İbrahim Ludi'nin 100 bin kişilik ordusunu 12 bin süvarisiyle yenerek Hindistan'ı ele geçirdi. Sene, 1526'ydı.

Maceralarla dolu böyle bir ömür geçiren Babur, siyasi yanısıra kuvvetli bir yazar ve şairdi ve ‘‘Baburname’’ adını verdiği hatıraları dünyanın sayılı otobiyografilerindi. Şairliğinin yanısıra bir de ‘‘Aruz Risalesi’’ kaleme alarak edebiyat nazariyatçısı olmuş, hatta ‘‘Mübeyyen’’ ve ‘‘Risâle-i Validiye Tercümesi’’ isimli dini kitaplar yazmıştı.

Babur, bütün bunların yanısıra bir de ‘‘hat’’, yani yazı icat etti... Önce harflerin şekillerini yaratıp bir alfabe oluşturdu ve oğullarıyla bazı devlet büyüklerine gönderdiği mektuplarını bu yazıyla kaleme aldı. Derken, aynı yazıyla bir de Kur'an yazdırdı. Babur'un kaleminden çıkan mektupların birçoğu zamanla kayboldu ama icad ettiği yazının varlığı hep bilindi... Zaten hatıralarında da kendi buluşu olan yazıdan uzun uzun bahsediyor, bu yazıyla yazdığı mektupları anlatıyor ve ‘‘Hatt-ı Baburi’’ denilen yazının alfabesini dağıtığı kişilerin isimlerini veriyordu...

Babur'un icad ettiği yazı hakkında Türkiye'de yapılan tek araştırma, edebiyat profesörlüğünün yanısıra hat sanatının bugün en önemli ismi olan Ali Alparslan'a ait. Yazının alfabesini ve bu yazıyla kaleme alınmış olan Kur'an'ı Türkiye'de ilk defa tanıtan Prof. Dr. Alparslan, ‘‘Hatt-ı Baburi’’ konusunda 1976 ve 1980 yıllarında yayınladığı iki bilimsel makalede bakın ne yazıyor:

‘‘...Babur, Türk Kültürü'nün Hindistan'daki temsilcisiydi. Bu coğrafi sahada müşterekolan İslam medeniyeti içinde, ayrıca Türkler'e has özellikler taşıyan kültür hareketlerinin varlığına da şahit olmaktayız. Babur'la hemen hemen çağdaş olan Kanuni, Şah İsmail ve Şeybani Han devlet adamı ve muktedir birer hükümdar olmaktan başka şair ve güzel sanatların koruyucusuydular. Babur Şah da onlarda mevcud olan bu hususiyetlere ve meziyetlere sahipti.

...Babur'un alfabesi dikkatle incelenirse görülür ki elif, dal, ze, he, sad ve cim gibi bazı harflerin Arap harflerine az-çok bir yakınlığı hissedilmektedir. Babur'un ne sebeple bu yazıyı icad ettiği meçhulümüzdür. Asya'da Babur'un dolaştığı yerlerdeki yazının tedkiki ile bu yazının menşei daha iyi anlaşılacaktır.Fakat genel görünüşüyle İslâm ve Uygur alfabelerinin etkisi bellidir.’’

Reşad Ekrem'in giyim kuşam sözlüğü

Süpürge sorguç

Yeniçeri asker ocağının en büyük kumandanı olan Yeniçeri Ağası ile onun muavinliğini yapan kethüda ağanın ve Katar Ağaları denilen ocağın büyük rütbeli ağalarının törenlerde ve alaylarda serpuşlarına taktıkları büyük, şatafatlı sorguçlara denirdi. Tabur kumandanları olan Çorbacı ağalar da törenlerde süpürge sorguç kullanırlardı. sorguç, süpürgeye benzediği için bu ismi alırdı. Padişahın maiyetinde bulunan kıt'alara bağlı olan ve ‘‘peyk’’ denilen askerler de süpürge sorguç takarlardı.

Büyük Sözler

İnsan için şöhret âfettir, çünki insan şöyretten dolayı sâlihlerin dışında kaldı. Şöhretlerden tamamen kurtulunca da hâlislerin sevgilisinin bendesi oldu. Çünki şöhret hak yolunun bağıdır. Bil ki, demirden yapılmış bir bağdan eksik değildir. Gönül sırrı, şöhretten kaçmak için kendini gönül şehrinin içine yerleştirir.

İnsanlığa tuzağın şöhretten geldiğini bil, çünki şöhret insana afet getirir. Şöhretten kurtuluş bulmuş kişiye, hak tarafından has tecelliler vardır. Şöhret riyaile beraberdir, birisi kumaşdokusunun en ipliği diğeri de boy ipliğidir. Büyükler şöhret yolundan kaçar, gönüle saflığın yudumunu dökerler. Şöhretin şeytanın tuzağı olduğunu iyi bil. Şeytan şöhret vasıtasıyla imanı gaspeder.

Abdülkadir-i Belhi'nin ‘‘Künuzü'l-Árifin’’inden.

Tarihin Tuhaflıkları

Türkiye'nin ilk heykeli

Şimdi Topkapı Sarayı Müzesi'nde bulunan ve Sultan Abdülaziz'i at üzerinde gösteren bir heykel, Türkiye'de yapılan ilk heykeldir. Heykelde, hükümdarın bacaklarının kısa oluşu dikkat çekmektedir. Bir gazetede Abdülâziz'in aynı şekilde bir resmi yayınlanmış, jurnalciler gazeteyi hükümdara gösterip kapatılması emrini beklerlerken ‘‘Fevkalâde bir resim, Tıpkı bana benziyor. Bacaklarımın çarpık olduğunu görüyorsunuz. Ressam düzeltecek değildi ya!’’ cevabını almışlardı.

Hattın Ustaları

Köle Hasan Çelebi

Türk hattının en büyük isimlerinden olan Ahmed Karahisari'nin kölesiydi. Sonradan azad edildi ve hattatın evlâdlığı oldu. Maharette ve üslupta, hocasından hiç farkı yoktu ve imzasız yazılarını birbirinden ayırmak çok zordu. Hasan Çelebi, Karahisari'nin ölümünde sonra sülüs ve nesih yazılarda Şeyh Hamdullah'ın üslubuna döndü. 1594 yılında öldü ve hocasının yakınına defnedildi. Süleymaniye Camii'ndeki kitabelerin birçoğu ona aittir.

Abdülbaki Gölpınarlı

Gülbang nedir?

Gül sesi yani bülbül şakıması anlamına gelen Farsça bir terkibdir. Terim olarak yüce ve bir ağızdan bağırışa denir. Askerin davul çalınırken, Kalenderlerin kudümlerini açalıp bir yere gidecekleri vakit içlerinden birinin pek yüce sesle okudukları kısa cümleli dualara denir. Dinleyenler hep birden ve yüce bir sesle ‘‘Ámin’’ yerine ‘‘Allah Allah...’’ diye bağırışırlar. Meselâ yeniçeriler ulufe aldıkları gün içlerinden biri şu gülbangi çekerdi:

‘‘Allah Allah İllâllah, baş uryan, sine buryân, kılıç kalkan; bu meydanda nice başlar kesilir hiç soran olmaz. Eyvallah, eyvallah; kahrımız, kılıcımız düşmana ziyan, kulluğumuz padişaha iyan, üçler, yediler, kırklar, gülbang-i Muhammed, nur-ı Nebi, Kerem-i Ali, pirimiz sultanımız Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli, demine, devrânına hu diyelim Hu’’.

Gülbang ‘‘Hu diyelim’’ sözüyle biter ve dinleyenler hep bir ağızdan yüksek sesle ‘‘Hu’’ derler. Mevleviler gülbang çekilirken dinlerler, Bektaşiler ve Alevilerse ‘‘Allah Allah’’ diye zikrederler.

İftar yemekleri

Fatih zeytunesi

Bu yemeğin Fatih Sultan Mehmed'in mutfağından kalmış olduğu rivayet edilir. Kuzu incikleri üç gün boyunca sarımsaklı zeytinyağında bekletildikten sonra bir bakır tencereye yerleştirilir. Üzeri çekirdekleri çıkartılmış tuzsuz siyah zeytinle ve ‘‘dibek lâlesi’’ denilen küçük cins sovanla kaplanır, su ilâve edilir ve orta ateşte incikler dağılıncaya kadar kaynatılır. Suyu tamamen süzülür ve tenceredekilerin tamamı kızgın saç üzerinde kurumayacak şekilde kavrulur

(‘‘Ağdiyye Risalesi’’nden).






Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!