Hoşgeldin Zeki Ökten

Güncelleme Tarihi:

Hoşgeldin Zeki Ökten
Oluşturulma Tarihi: Şubat 06, 2000 00:00

Haberin Devamı

Usta yönetmen on iki yıl sonra Güle Güle filmi ile sinemaya döndü...

Zeki Ökten'in röportajı kaydedeceğimiz teybi görünce ‘‘siz onu açmayın da ben bir şey anlatayım’’ dedi:

‘‘1978'de Sürü filmini yaptım. Amerikalı bir gazeteci röportaj yapmak istiyordu. Bu işleri o kadar beceremiyorum ki, yapmamak için Bodrum'a kaçtım. 15 gün sonra, nasılsa unutmuştur diye döndüm. Adam beni aynı gün buldu, röportajı yapacak. Bir teyp çıkardı, adınızın harflerini söyler misiniz dedi. Ben, Z, E, ve K harflerini söyledim. Gerisi aklıma gelmiyor. Fenalaştım, konuşamayacak hale geldim. Meğer deneme kaydı yapıyormuş. Böyle bir teyp, kamera korkum var benim.’’

Zeki Ökten ömrü hayatında hiç kamera önüne geçmemiş. Hürriyet arşivindeki dosyasında biyografisi ve filmografisi dışında bir bilgi olmadığına göre çok da az röportaj yapmış. Ne filmleri ne de özel hayatı hakkında konuşmuyor, konuşmayı beceremediğini düşünüyor.

Oysa çok güzel anlatıyor:

‘‘Babam, ben bir yaşındayken ameliyat masasında kalmış. Annem tekrar evlenmiş, iki kardeşim daha olmuş. Sonra o kocası da bırakıp gitmiş. Bize annem baktı. Zaman zaman evlere çocuk bakmaya giderdi. Biz kardeşlerimle su, gazete satardık, pazarcılık yapardık. Para sıkıntısı çektik. Bazen namaz kılarken annemin seccadesinin üstüne yatar, namazını bozup para diye yalvarırdık. Ama parası yoktu, veremezdi.’’

İLK FİLMİM ÇOK KÖTÜYDÜ

Ökten, dokuz yıl önce kaybettiği annesi Sabriye Hanım'ı diğer kardeşleri ile birlikte sık sık mezarının başında anıyor: ‘‘Anneciğim bak biz geldik, hadi fotoğrafımızı çek, deriz. Yaşarken hakkını ödemeye çalıştık. En çok paraya sevinirdi, verdikçe dua ederdi.’’

Anne ve oğulları Üsküdar'daki tel dolaplı, iki odalı evlerinin darlığından kaçıp sık sık sinemaya gitmişler. 50'li yılların siyah beyaz filmleri, Zeki Ökten'in çocukluğunun rengi olmuş. Üsküdar'da film çekmeye gelen yönetmenler de gelecek hayali: ‘‘Sinemacı olmak istiyordum. İlk aşkımı senaryo olarak yazdım. Satıp para kazanmayı hayal ettim. Ama tamamlayamadım. Yeşilçam'a girmek kolay değildi o zaman. Ben de Şehir Tiyatrolarına gidip Muhsin Ertuğrul'un karşısına çıktım.’’

Zeki Ökten oyunlarda figüranlık yaparak yövmiyesini kazanırken bir yandan da tiyatrodaki yönetmenler aracılığı ile sinemanın kapılarını aralar. İlk kez 1960'da Nişan Hançer'e asistanlık yapar. Üçüncü asistanlığından sonra 1963'de ilk yönetmenlik teklifini alır ve ilk filmi ‘‘Ölüm Pazarı’’nı çeker: ‘‘Çektim, çok kötü olmuştu. Sen bu işi hiç bilmiyorsun dedim kendime ve tekrar asistanlığa döndüm.’’

GİZLİCE SETE GİDERDİ

Zeki Ökten'in hayatındaki Atıf Yılmaz'lı yıllar böyle başlar ve tam dokuz yıl boyunca aralarında vefaya ve saygıya dayalı bir usta çırak ilişkisi sürer. Atıf Yılmaz, Ökten'in ne kadar vefalı olduğunu bir anısında anlatıyor: ‘‘Zeki yerine birini bırakıp gittiğinde paniğe kapıldım. ‘Zeki, beni bırakıp nasıl gidersin' dedim. Meğer o her gece gizlice sete gelip işler yolunda gidiyor mu diye kontrol ediyormuş. Yeni asistanlara, ‘Atıf Ağabey'i sakın üzmeyin' diyormuş.’’

Yılmaz ve Ökten'in filmlerine de yansıyan mizah duygusu yine ortak bir anıdan çıkıyor: ‘‘Ticari bir film çekiyorum, Zeki de asistanım. Hikaye, hayatta hiçbir karşılığı olmayan kötü bir polisiye. Kamerayı koyacak yer bulamıyorum, oyunculara mizansen veremiyorum. Zeki de ne kadar bunaldığımın farkında. En sonunda dedi ki, ‘Ya Atıf Ağabey, kötü film yapmak ne kadar zormuş be!’’

YAŞARKEN DE FİLM ÇEKİYORUZ

Zeki Ökten 1972'den itibaren yönetmenlik yapmaya başladı. Pisi Pisi, Hanzo, Kapıcılar Kralı, Sürü, Faize Hücum, Pehlivan çektiği 27 filmden birkaçı. Filmlerinde, iyi bildiği ve kendine yakın hissettiği orta sınıfın hikayelerini anlatmayı tercih etti. 1988'de yaptığı ‘‘Düttürü Dünya’’dan sonra da film çekmedi.

Şimdi insan sormadan edemiyor. Bir yönetmen 12 sene boyunca film çekmeden nasıl durabilir? Zeki Ökten Akatlar'daki evinden her gün yürüyerek geldiği ve mutlaka bir kaç saatini geçirdiği Rumeli Hisarı Kale Çay Bahçesi'nde cevaplıyor bu soruyu:

‘‘Aslında yaşarken de film çekiyoruz. Mesela ben burada oturuyorum. Sahilde iki sevgili yürüyor, yanlarından bir yaşlı geçiyor. Martılar uçup konuyor. Kuşlara ekmek atanlar oluyor. Bunların hepsi benim filmlerim.’’

Usta yönetmene ve büyük

oyunculara yakışmayan yapımcı

Zeki Ökten'le röportaj yapmadan önce, hafta başında henüz vizyona girmemiş olan Güle Güle'yi seyretmek istedim. Ve bakın başımdan ne talihsiz bir macera geçti!

Pazartesi günü yapımcı firma UFP'nin sahibi Faruk Aksoy'u telefonla aradım. Bana filmi gösterip gösteremeyeceğini sordum. Ertesi gün 16.00 sularında gelip filmi videodan seyredebileceğimi söyledi. Firmaya gittiğimde kaset henüz gelmemişti. Bana bir yer gösterilmediği için Faruk Aksoy'un oturduğu odada beklemeye başladım. İçeride tanıştırılmadığım iki kişi daha vardı. Aksoy'un telefon konuşmalarından kasetin bir saat sonra geleceğini anladım ve bir süreliğine ofisten ayrıldım. Döndüğümde kaset yine gelmemişti. Hiç konuşmadan beklemeye devam ettim. Daha sonradan filmin senaristi olduğunu öğrendiğim Fatih Altınöz, psikitayrist olduğunu ve beni gergin bulduğunu söyledi. Bu vesile ile tanışmış olduk. Ben de kendisine, bekleyen her insan kadar gergin olduğumu söyledim. Ardından Faruk Aksoy, odaya negatif elektrik yaydığımı ve buna hakkım olmadığı söyledi. Ben de kendisinin ev sahipliğinden (buyur edilmeme, tanıştırılmama gibi) memnun kalmadığımı belirttim. Memnuniyetsizliğimin onu ilgilendirmediğini, kasetin bir saat daha gecikeceğini, ister izlememi, istersem gitmemi söyledi ve ekledi: ‘‘Senin bu röportajı yapman benim umrumda bile değil!’’ Daha sonra hızını alamadı ve bağırdı: ‘‘Hemen buradan git, sana izletecek filmim yok!’’

Bu röportaj, yapımcı sıfatıyla filmin bizzat sahibi olan Faruk Aksoy'un umurunda olmayabilir, ama bizim umurumuzda. Çünkü on iki yıl sonra sinemaya dönen usta yönetmen Zeki Ökten'le yapacağımız söyleşiyi, bir gazeteciyi ofisinden kovacak kadar nezaketten uzak bir yapımcının kaprisine feda edemezdik.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!