Hortlayan yeniçeri söylentisi Ä°stanbul'u birbirine katmıştı

Güncelleme Tarihi:

Hortlayan yeniçeri söylentisi İstanbulu birbirine katmıştı
Oluşturulma Tarihi: Kasım 11, 2002 00:00

Bizde devletin yanıltıcı propaganda yapmasıyla ilgili ilk örneklerden biri, Yeniçeri Ocağı’nın Ä°kinci Mahmud döneminde kaldırılmasından sonra bazı yeniçerilerin 'hortladığı' yolunda çıkartılan kasıtlı söylentilerdi. Bu dedikodular sayesinde halkın, artık zaten yok olmuÅŸ bulunan Yeniçerilerden daha da nefret etmesi saÄŸlandı.Türk folklorunda, 'karakoncolos', 'gulyabani', 'çarÅŸambakarısı' gibi hortlak kavramlarının bulunmasına raÄŸmen, cadı ve vampir yoktur. Özellikle Orta Avrupa'da yaygın olan cadı ve vampirlerden, Balkan söylentilerinde ve efsanelerde de bahsedilir. Buna karşılık Anadolu'daki ve Ä°stanbul'daki 'gulyabani', 'çarÅŸambakarısı' hikáyeleri ünlü romanlara bile malzeme olmuÅŸtur.Buna raÄŸmen, 1833 yılında, Balkanlarda yer alan Türk kasabalarından Turnovo'dan Ä°stanbul'a ulaÅŸan bir mektupta kasabada iki cadının hortladığı bütün ayrıntılarıyla anlatılmıştı. Turnovo kadısı Ahmet Şükrü Efendi'nin kaleminden çıkan mektup, 21 Cemazielevvel 1249, yani 1833 yılında devletin resmi gazetesi Takvim-i Vekai'nin 68. sayısında baÅŸtan sona yayınlandı.Mektubunda olayı bütün ayrıntılarıyla anlatan kadı Ahmet Şükrü Efendi, şöyle yazmıştı:'Turnovo'da cadılar türedi. Gün battıktan sonra evlere dadanıp, erzak namına ne varsa; un, yaÄŸ, ÅŸeker, bal gibi ÅŸeyleri birbirine katıp içlerine bazen toprak bile karıştırıyorlar. Evlerin içlerine girerek yüklüklerdeki yorgan, ÅŸilte, yastık ve bohçaları didikleyip açıyorlar. Zaman zaman insanların üzerine taÅŸ, toprak, çanak çömlek attıkları halde kimse bir ÅŸey görmüyor. Birkaç erkek ve kadının da üstüne saldırdılar. Bunlara sorduÄŸumuzda, 'Sanki üzerimize manda çöktü sandık!' dediler ama bir ÅŸey görmemiÅŸlerdi. Bu sebeple birçok mahalle sakini evlerini baÅŸka yerlere taşımak zorunda kaldılar. Halk, en sonunda bunun cadı iÅŸi olduÄŸuna karar verdi.Civar kasabalardan Ä°slimye'de yaÅŸayan ve cadı çıkartmakla şöhret bulmuÅŸ olan Nikola isimli bir Rum, bu iÅŸi halletmek üzere kasabaya çağırıldı ve kendisiyle iÅŸi halletmesine karşılık 800 kuruÅŸa pazarlık edildi. Nikola, beraberinde getirdiÄŸi üzeri resimli bir tahtayla kasaba mezarlığına gitti ve bunu parmağının üzerine yerleÅŸtirerek çevirdi. Resimli tahta hangi mezara dönük durduysa o mezarın cadılı olduÄŸunu gösterdi.Resimli tahtanın dönük kaldığı mezarlar hayattayken ÅŸimdi kaldırılmış olan Yeniçeri Ocağı'na mensup iki yeniçeriye, Ali Alemdar ve Abdi Alemdar adındaki iki eÅŸkıyaya aitti. Bunların mezarını açtığımızda karşılaÅŸtığımız manzara korkunçtu. Her ikisinin cesedini de yarım misli büyümüş, kılları ve parmaklarıyla tırnaklarını üçer dörder kat uzamış bulduk. Mezarlıkta, mezarlar açılırken bekleÅŸen bütün kalabalık bu manzarayı gördü. Bu iki zorba, Yeniçeri Ocağı kaldırılırken her nasılsa yaÅŸlarının ileri olmasından dolayı cellát eline düşmeyerek ecelleriyle ölmüşlerdi. SaÄŸlıklarında yaptıkları zorbalığın devamı olarak ÅŸimdi de kötü ruhları zavallı kasaba halkını rahatsız etmeye baÅŸlamıştı.Cadıcı Nikola'ya göre, bunların sonsuza kadar ortadan kaldırılmaları için karınlarına birer aÄŸaç kazık saplanması ve yüreklerinin kaynar suya atılarak haÅŸlanması gerekiyordu. Mezarlarından çıkarttığımız ölülerin karınlarına söylendiÄŸi gibi birer aÄŸaç saplayıp, yüreklerini dahi yerlerinden sökerek kaynar suya atıp haÅŸladılar. Fakat bunların hiçbirisi kár etmeyince Nikola bu sefer cesetlerin yakılması gerektiÄŸini söyledi. Åžer'an izin verildi ve cesetler hemen oracıkta yakıldı. Böylelikle çok şükür kasabamız cadı belásından kurtulmuÅŸ oldu!..’ReÅŸad Ekrem'in bundan 50 küsur sene önce naklettiÄŸi bu mektup, aslında Turnovo'da yaÅŸanan tuhaf bir olayın gazeteye yansıması deÄŸil, yeni kaldırılan Yeniçeri Ocağı’nın halkın gözünde iyice kötülenmesiydi. Ä°kinci Mahmud, büyük bir ihtimalle haberdar olduÄŸu bu metnin gazetede yayınlanmasından sonra Ä°stanbul'da izi kalmış birkaç yeniçeri yapısıyla beraber mezarlıklarda bulunan yeniçeri taÅŸlarını da kırdırarak ortadan kaldırttı. Göz önünde bulunan ve yeniçeriliÄŸi hatırlatan son birkaç kalıntı böylelikle yokedilmiÅŸ oldu.Halk arasında, özellikle de Ä°stanbul'da hemen yayılan haber, ÅŸehirde yeniçerilere hálá yakınlık besleyen bir takım insanların da yeniçerilerden iyice nefret etmesini saÄŸladı.Efendiler efendisi Efendimiz AllahRumca 'sahip' ve 'malik' anlamına gelen Efendi, Anadolu Türkçesi'ne 13. asırdan önce girmiÅŸti. 'Efendim' sözü, çaÄŸrılan kiÅŸinin, çağırana cevabıydı. Tarikat mensubu, çağırılınca, 'Efendim' yerine 'Eyvallah' derdi. Yanılıp da 'Efendim' derse, çağıran, 'Efendimiz Allah' sözüyle onu uyarırdı.'Efendi' Rumca 'sahip', 'malik' anlamına gelen bir sözdür. Mevláná'nın ÅŸiirlerinde geçtiÄŸine göre miladi 13. yüzyıldan önce Anadolu'da kullanılmaya baÅŸlanmıştır. KonuÅŸma dilimizde bu söz, birçok deyimler meydana getirmiÅŸtir. Terbiyeli anlamına 'Efendi adam', 'Efendi efendi konuÅŸtu, dinledi', 'Efendice muamelede bulundu', 'Efendilik etti' gibi...Son iki örnek, ayni zamanda 'iyilik etti', 'birÅŸeyler verdi' anlamına da gelir. 'Efendiye gel' deyimi ise, kendisinden umulmadık hareket görülen, umulmadık söz duyulan kiÅŸi hakkında kullanılır. Söz arasında, lákırdının arkasını getiremeyen, diyeceÄŸini bulabilmek için 'Efendime söyliyeyim' der.'Efendi', ÅŸehzadelere, bilginlere, yaÅŸlılara, saygı deÄŸer kiÅŸilere denirdi. Gençlere, efendi derecesinde saygı gösterilmeyecek kiÅŸilere 'Bey', mülkiye hizmetlerinde bulunmakla beraber yaşı biraz ilerlemiÅŸ bilgin kiÅŸilere ÅŸse 'Beyefendi' derlerdi.'Efendim' sözü, çaÄŸrılan kiÅŸinin, çağırana cevabıydı. 'Efendim' diye cevap verdiÄŸi halde gelmeyene, 'Efendini bırak da gel' denirdi. Söz anlamayana ise 'Efendim nerde, ben nerde' denerek anlamadığı anlatılırdı.Tarikat mensubu, çağırılınca, 'Efendim' yerine 'Eyvallah' derdi. Yanılıp da 'Efendim' derse, çağıran, 'Efendimiz Allah' sözüyle onu uyarırdı. 'Efendiler efendisi' sözü de sahiplerin sahibi, herÅŸeyin Rabbi ve yaratıcısı olan Allahu Teala hakkında kullanılırdı.SofraGezgin derviÅŸlerin yemek yerken kullandıkları kapların altına serdikleri örtüye denir. Etrafındaki halkalar, gerektiÄŸi zaman büzülüp toplanmasına yarar. DerviÅŸ, gerektiÄŸi zaman halktan topladığı günlük yiyecek ihtiyacını da bu bohça benzeri örtüye koyar.'Ä°mam Ali Sofrası' da denen bu örtü, yeri geldiÄŸinde serilir ve derviÅŸler biraraya gelerek nefislerini bu sofranın başında körletirler. Tarikat ehlinin Özbekiyye kolu, 'sofra' denen bu örtüyü kullanırdı.Mehmed Tahir EfendiMahmud Celáleddin Efendi'nin en önde gelen öğrencilerindendir. MeÅŸkini tamamladıktan sonra bazı resmi görevler aldı. Bunlardan sonuncusu, sarayda hat hocalığı oldu. Sultan Abdülmecid'in yazı hocalığını da o yaptı. Ãœsküdar Harem Ä°skelesi Camii ve Galata'daki Arap Camii'nde bazı levhaları vardır. 1845 yılında 47 yaşındayken ölen Tahir Efendi, Eyüp sırtlarında Kırk Merdiven mezarlığına gömüldü. Sülüs ve celi sülüste üstad mertebesinde olan Tahir Efendi, küçük kıt'ada sülüs ve nesih yazısı yok denecek kadar azdır.LalangaDerince bir kaba on yumurta kırılıp iyice çalkalanır. Sonra azar azar has unla karıştırılır ve koyulaşıncaya kadar yeniden çalkalanır. Ä°yice kıvama geldikten sonra iki tutam tulum peyniri, biraz da ekÅŸi hamur mayası iláve edilip yeniden karışırılır. Ãœzeri kapatılıp iki saat kadar bekletilir. Daha sonra bir tavada sade yaÄŸ eritilip kızartılır ve bekleyen hamurdan büyükçe bir kaşık ile alınarak tava doluncaya kadar yağın üzerine konulur. Ä°ki tarafı da iyice kızartılır, kepçe ile çıkartılıp uygun bir kaba dizilir, üzerine ÅŸeker veya bal dökülür. Lalangaya 'Lálin gıda' da denir ve birkaç türlü yapılır ama, en lezzetlisi, bu tarifi verilendir.Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!