Güncelleme Tarihi:
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler mezunu. Uzun süre reklamcılık yapmış; metin yazıp bazı filmleri de yönetmiş. Aynı zamanda karikatürist, yazar. Ha, bir de altın varak restoratörü. Cengiz Dönmez bütün bunların yanında, şimdi de Nasreddin Hoca'yı bugünlere getirmekle meşgul: ‘‘Nasreddin Hoca, bugünlerden bir gün...’’ adını verdiği bir kitap hazırlıyor.
Kitap, yüzyıllardır popülaritesini yitirmeyen bizim ünlü hocayı, 21. Yüzyıl'ın eşiğindeki Türkiye'de gezdiriyor, ünlü fıkralarını bugüne uyarlıyor. Fıkralarda Hoca, bugün olan bitene zaman zaman şaşırıyor ama bildik hazırcevaplığını da elden bırakmıyor. Eşeği Karakaçan da, kavuğu da aynen duruyor ama hayatında artık Timur değil de Mesut Yılmaz, Reha Muhtar, Türkiye güzeli bir sevgili filan var... Artık kürk yerine smokin giymek durumunda! Kendisini sadaka istemek için aşağı çağıran dilenciyi, ‘‘Allah versin’’ demek üzere, oturduğu gökdelenin sekizinci katına çıkarıyor artık. Maya çalacağı göl kalmamış; Haliç'in pis sularında ‘‘Ya tutarsa’’ demesinin de mümkün olmadığının farkına hemen varıyor. Karakaçan'a hálá ters biniyor ama her türlü elektronik ekipmana da sahip. ‘‘Düşmeseydi ineceği’’ yer ise artık bir genel müdürlük koltuğu...
İKİ HOCA VAR
Cengiz Dönmez, Nasreddin Hoca'yı bugünlere getirmeye, birgün onunla ilgili bir kitap okurken karar vermiş. Okurken kafasında bir ampul yanmış ve ‘‘Hayret’’ demiş, ‘‘Yüzyıllardır aynı fıkralar biliniyor, anlatılıyor ama yine de satıyor. Farklı şekilde düşünemez miyiz?’’ Ve düşünmüş: ‘‘Acaba Hoca bu çağda yaşasaydı ne olurdu? Olayları, kendi üslubuyla nasıl yorumlardı?’’
Ardından oturmuş yazmaya ve de çizmeye... Bunca yıldır varolabiliyorsa ve önümüzdeki çağlarda da olacaksa, bugünü de yaşasın, istemiş. Öncelikle hocayla ilgili hemen tüm çalışmaları gözden geçirmiş. ‘‘Fıkralarda iki çeşit Nasreddin Hoca var’’ diyor: Birincisi alabildiğine zeki, nüktedan, hicivci, hazırcevap; ikincisi ise Temel tiplemesine benzer, mantıksal düşünme yeteneğinden yoksun, cahil bir hoca... Burada bir çelişki var. Bence fıkraların bazılarının uydurma olmasından kaynaklanıyor. Ben birinci hocayı temel aldım, benim ve hepimizin hocası o. Onu bu çağa getirdim, diğeri gelse çok perişan olurdu zaten!''
Cengiz Dönmez, üniversitede okurken, harçlığını çıkarmak için bir altın varak ustasının yanında çalışmış ve yetişmiş. Şimdi, profesyonel olarak, antika kültürünün önemli bir parçası olan altın varak eşyayı restore ediyor. Çerçeveler, kavukluklar, koltuk takımları, bazı yalıların ve köşklerin tavan süslemeleri, tarihi çeşmelerin kitabeleri... Parçaların aslına uygun olması için araştırma yapıyor, bunun için Osmanlıca öğrenmiş. Bu işi severek yapıyor.
ÖYKÜMSÜ FIKRALAR
Yine okul yıllarında Semih Balcıoğlu, Oğuz Aral gibi isimlerden karikatür dersleri almış; İstanbul Üniversitesi Karikatür Kulübü'nü kuranlar arasındaymış. Karikatürleri pek çok mizah dergisinde yayınlanmış. Sergilere katılmış, yurt içi ve dışında ödülleri var. Bir de karikatür kitabı yayınlanmış; Düşünce albümü. Bu işi de çok seviyor.
Eğitimini aldığı Uluslararası İlişkiler konusuna da kafa yorduğunu anlatıyor: Düşünce Albümü kitabının son bölümünde bir denemesi yeralıyor. ‘‘Globalizmi ele alan, dile getiren ilk kişilerden biriyim’’ diyor. ‘‘Altı yıl önce yayınlandı, benden iki yıl sonra Beyaz Saray'ın Uluslararası İlişkiler Danışmanı Brezinski, yaklaşık aynı şeyleri söyledi.’’ Yani anlayacağınız, bu alanı da seviyor.
Ama onu en çok yazmak mutlu ediyor. Dönmez'in ‘‘Hoca Bugünlerden Birgün...’’ adlı kitabı önümüzdeki günlerde basılacak. O, ‘‘öykümsü fıkralar’’ dediği bu fıkraları, dizi film yapmayı da düşünüyor. Meraklısına duyurulur.
Hiç kaza yapmadı!
Hoca kalabalık trafikte eşeğine ters binmiş olarak gitmektedir. Herkes alay ederek laf atmaktadır:
- Yahu hoca, eşeğe gene ters binmişsin!
- Bir eşeğe binmesini öğrenemedin...
Hoca bu laflara iyice kızar ve şöyle cevap verir:
- Siz otomobillerinize doğru biniyorsunuz da ne oluyor? Yılda binlerce insan trafik kazalarında ölmüyor mu? Ben yüzyıllardır eşeğime ters biniyorum, daha bir kaza bile yapmadım!
Kazanova Hoca
Hoca, duvarlarında Karakaçan'ın resimleri bulunan ofisinde oturmuş, hayranlarından gelen mektupları okumaktadır. Karşısında emektar karısı, arkasında ise eski Türkiye güzellerinden olan yeni sevgilisi hocayı hayranlıkla izlemekteler. Hocanın karısı ve sevgilisi her ne kadar birbirlerini kabullenmişlerse de kıskanmaktan geri durmazlar.
Karısı bir yoklama çekmek ister: ‘‘Nasreddin'ciğim, söyle bakalım arkandaki kadın ve ben birlikte denize düşsek önce hangimizi kurtarırsın?’’
Hoca şöyle cevap verir: Karıcığım, sen biraz yüzme biliyorsun değil mi?''
Mesut Bey'in gözyaşları
Mesut Yılmaz Başbakandır ve somurtkan suratı çevresindekileri çok rahatsız eder. Nasreddin Hoca'yı sık sık Mesut Bey'le görüştürürler, biraz olsun neşelensin diye.
Bir gün yine Mesut Bey ve Hoca oturmuş sohbet ederken bir yandan da TV'yi açarlar. Hoca'nın olanca tatlı diline, esprilerine rağmen Mesut Bey'in suratında birazcık olsun gülümseme oluşmamıştır.
TV'de haberler başlar. İlk haber Mesut Bey'in sabah yaptığı bir konuşmayı vermektedir. Kendi asık suratını gören Mesut Bey, o kadar üzülür ki ‘‘Allahım ben neden güleryüzlü olamıyorum ki’’ der, başlar ağlamaya. Hoca da onunla birlikte ağlar. Bir müddet sonra Mesut Bey ağlamasını keser ama mümkün değil, hoca susmuyor. Mesut Bey dayanamaz sorar:
‘‘Hocam ben halimi gördüm ağladım, sana ne oluyor?’’
Hoca Mesut Bey'in suratına üzgün üzgün bakar: ‘‘Sen TV'de birkaç saniye kendini gördün, ağlamaya başladın. Biz çevrendekiler ve halk seni devamlı görüyoruz. Nasıl susayım!’’