Hisli çocuklar

Güncelleme Tarihi:

Hisli çocuklar
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 09, 2009 16:50

Bugün idrak ettiğimiz ekonomik krizin karşılaştırıldığı Büyük Buhran döneminde geçen Halk Düşmanları’nın ana karakterlerinde Johnny Depp, Christian Bale ve Marion Cotillard’ı izliyoruz. Bir yandan da FBI’da ne kadar hisli çocukların çalıştığına tanıklık ediyoruz.

Haberin Devamı

İsmail Türkmen / citizenoff@gmail.com

Yapımcılar listesinde de adı geçen Michael Mann bugünleri öngörmüş müydü bilmiyorum ama Public Enemies (Halk Düşmanları) konusu itibarıyla fazlasıyla ilgi görebilecek bir film. Çünkü 1920’lerin sonunda baş gösteren ve yaklaşık on yıl boyunca Amerikan “halkının” deyim yerindeyse anasını ağlatan ekonomik kriz sırasında banka soygunlarıyla ünlenen ve devlet gözünde bir numaralı “halk” düşmanı, anası ağlayan halkın en azından bir kısmına göre ise modern Robin Hood olan John Herbert Dillinger’i (Johnny Depp) anlatıyor. Ne var ki filmin, işlediği dönem ve konunun vaat ettiklerinin çok gerisinde kaldığını söylemek sanırım haksızlık olmayacaktır.

Halk Düşmanları’nın en büyük handikaplarından biri, bir iskeletinin, omurgasının ya da odağının olduğu izlenimini verememesi. Bir filmin iyi olması için böyle bir şart tabii ki yok ama burada hem konu başka türlü olmasına pek izin vermiyor hem de anladığım kadarıyla yönetmen filmin omurgasız olması üzerine kurmamış planlarını. Herkesin harcı olmasa da serbest çağrışım ya da sayıklama metoduyla bile böyle bir film yapılabilir. Ancak belli ki Mann önü sonu belli bir hikayeyi beyazperdeye taşımak istemiş yalnız ortaya pek de öyle bir şey çıkmamış. Örneğin Dillinger’in düşman mı dost mu olduğuna yönelik tartışma için çok önem arz eden halkın sefaletini anlatan resimler filmde neredeyse hiç yok. Ya da mesela Dillinger’in “halk”la ilişkisine dair de akılda kalıcı bir kare bulunmuyor.

Haberin Devamı

Ama bir alanda filmin hakkını vermek lazım. Amerikan Federal Soruşturma Bürosu’nda (FBI) çalışan insanların ne kadar hisli, ne kadar insancıl olduklarını çok iyi veriyor. Bu bağlamda iki örnek çok öne çıkıyor. Dillinger’i ortadan kaldırmakla görevlendirilen ve ona gelene kadar da sanırım epey bir insanı tırpanlayan gözü pek FBI Azrail’i Melvin Purvis (Bale) her katlin ardından kurbanına melul mahzun bakıyor. Purvis’in bakışlarını görüp de onun  ya da patronlarının içinde zerre kadar bir kötülük olduğuna inanmak epey zorluyor insanı. Zaten film bittiğinde perdeye yansıyan bir notta, çok sonraları da olsa Purvis’in intihar ettiğini öğreniyoruz. Vicdanlı profesyonel tabii.

Haberin Devamı

BYE BYE BLACKBIRD

FBI’da ne kadar duygu dolu insanların çalıştığına ikinci örnek ise Dillinger’in avlanmasından (film, sonu belli bir adamın hikayesi olduğuna göre bu kadarını yazmakta sakınca görmüyorum) sonra aktarılıyor. Purvis’le omuz omuza avlananlardan Charles Winstead (Stephen Lang) sokakta eğilip Dillinger’in fısıltı halinde çıkan son sözlerine kulak veriyor. Efkarlanıyor. Sonra da Dillinger’in hapiste olan sevgilisi Billie Frechette’ye (Cotillard) ziyarete gidip ona emaneti teslim ederek ne kadar hakikatli bir insan olduğunu gösteriyor. Winstead’e göre Dillinger son nefesinde sevgilisi Billie’ye, tanıştıkları mekanda çalan ünlü şarkıyla veda etmişti: “Bye bye blackbird.”

Haberin Devamı

Belki de çoğu kimse Halk Düşmanları’nın bir Robin Hood’u nasıl anlattığını merak ederek izlemek isteyecek. Uyarmak boynumun borcu. Filmde FBI da en az Dillinger kadar insanileştiriliyor.

 

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!