Nitekim İslam’dan önce tek tanrılı dinlere bağlı olan Hanifler de bir kenara çekilir, günlerce düşünceye dalarlardı... Paygamber Efendimiz de aynısını yaptı. O da Hira Dağı’na çekildi...
Hz. Muhammed (s.a.v.) 40 yaşında peygamber oldu... Hira Dağı’nda “oku” emriyle başladı her şey... Ve o yıllarda, Recep ayında tek Tanrı’ya inanan Hanifler Hira (Nur) Dağı’na çekilir, azıklarını da yanlarına alarak günlerce ibadet ederek düşünceye dalarlardı...
Paygamber Efendimizde de 40 yaşına doğru yalnız kalma isteği belirdi. Hira Dağı’na çıktı ve bir mağarada düşüncelere daldı. Arada bir “Sen Allah’ın elçisisin” sesleri duyuyor, etrafına bakınıyor kimseyi göremiyordu...
Karşısında Cebrail vardı
Sonra sadık rüyalar görmeye başladı. Gördüğü rüyalar olduğu gibi çıkıyordu.
Ve yine Hira Dağı’nda 610 yılı Ramazan Ayı Kadir Gecesi Peygamberimiz yine düşüncelere daldı... Ve bir sesin kendisini ismi ile çağırmakta olduğunu duydu. Başını kaldırıp etrafına baktı; kimseyi göremedi. Bu sırada her tarafı ansızın bir nur kaplamıştı; dayanamayıp bayıldı.
Kendisine geldiğinde karşısında vahiy meleği Cebrail (a.s)’ı gördü.
Ve Cebrail (a.s.)
-”Oku” Dedi.
Hz. Muhammed (s.a.s.):
-”Ben okuma bilmem”, diye cevap verdi. Melek, Hz. Muhammed (s.a.s.)’i kucaklayıp güçsüz bırakıncaya kadar sıkdı.
-”Oku” diye emrini tekrarladı.
Hz. Muhammed (s.a.s.) yine:
-”Ben okuma bilmem...” cevabını verdi. Melek emrini tekrarlayıp üçüncü defa Hz. Peygamber (s.a.s.)’i sıktıktan sonra “el-Alak” Sûresi’nin ilk beş ayetini okudu.
Sen Allah’ın elçisisin
“Yaratan Rabb’ının adıyla oku. O, insanı alak’tan (aşılanmış yumurtadan) yarattı. Oku, kalemle (yazmayı) öğreten, insana bilmediğini belleten Rabb’ın sonsuz kerem sahibidir.” (El-Alak Sûresi, 1-5).
Meleğin arkasından Hz. Peygamber (s.a.s.)’de bu ayetleri tekrarladı. Heyecanla mağaradan çıkarak evine geldi. Yolda ilerlerken gök yüzünden bir sesin:
“Ya Muhammed. Sen Allah’ın elçisisin, Ben de Cebrail’im” dediğini duydu. Başını kaldırdığı zaman, Cebrail’i gördü. Korku içinde evine vardı. Eşi Hz. Hatice’ye:
“Beni örtünüz, çabuk beni örtünüz” dedi. Bir müddet dinlenip heyecanı geçtikten sonra gördüklerini Hz. Hatice’ye anlattı, “kendimden korkuyorum” dedi.
Hz. Hatice, “Allah’a yemin ederim ki, Allah hiç bir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen , akrabanı gözetirsin. İşini görmekten aciz kimselerin ağırlıklarını yüklenirsin, Fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın. Misafiri ağırlarsın. Hak yolunda zuhur eden olaylarda halka yardım edersin...”
Hatice daha sonra Hz. Peygamber (s.a.s.)’i amcazadesi Nevfel oğlu Varaka’ya götürdü. Varaka Peygamberimiz (s.a.s.)i dinledikten sonra:
Beddua etmedi
-”Müjde sana yâ Muhammed, Allah’a yemin ederim ki sen Hz. İsa’nın
haber verdiği son Peygambersin. Gördüğün melek, senden önce Cenab-ı Hakk’ın Musa’ya göndermiş olduğu Cebrail’dir. Keşki genç olsaydım da, kavmin seni yurdundan çıkaracağı günlerde sana yardımcı olabilseydim... Hiç bir Peygamber yoktur ki, kavmi tarafından düşmanlığa uğramasın, eziyet görmesin...” dedi. Aradan çok geçmeden Varaka öldü.
Ve Peygamber Efendimiz kendisine verilen bu mübarek görevi hakıyla yerine getirecekti ama çok da acı ve çileler çekilecek, ihanetler yaşanacaktı.
Peygamber efendimize “Şunlara bir beddua etsen, hepsi helak olur. Neden etmiyorsunuz?” diye sorulduğunda, yüce peygamberimiz şöyle yanıt verecekti:
“Bize bu görev beddua edelim diye verilmedi...”
Düşünenler için bu kadarı bile yeter...
BİR MANİ
Davulumun ipi kaytan
Kalmadı sırtıma mintan
Virin ağalar bahşişim
Alayım sırtıma mintan
HZ.ÖMER
Bal şerbeti
MEDİNELİ zenginlerden biri Hz. Ömer’i iftar yemeğine davet etmişti.
Yemek sırasında herkese sunulmayan sadece kendisine sunulan kase içindeki şerbeti görünce sordu:
- Bu nedir böyle?
- Bu bal şerbetidir efendim, sizin için hazırlamıştık da...
Hz. Ömer bunu içmeyi reddetti ve şöyle dedi:
- Benim halkım kuyu suyu bile bulup içemezken, ben burada nasıl bal şerbeti içerim...
BİR AYET
“Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve ‘ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir? İyilikle kötülük bir olmaz. (Sen, kötülüğü) en güzel olan şeyle sav; o zaman (bakarsın ki) seninle arasında düşmanlık olan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiştir.” (Fussilet; 33-34)
SORU-YANIT
SORU: Dinimize göre seferi(yolcu) kime denir ve yolculukta farz namazlar nasıl kılınır?
YANIT: 190 km. uzak bir yere gidene ve 15 günden az kalmaya niyet eden kişiye seferi denir. Bu kişi dört rekatlı farz namazları iki rekat olarak kılar.
SORU: Kaza namazı nedir?
YANIT: Vaktinde kılınmayan beş vakit namazın daha sonra kılınmasıdır.
SORU:Tevekkül ne demektir?
YANIT: Bir şeyi elde etmek için gereken her türlü tedbiri aldıktan sonra Allah’a güvenmek ve sonrasını Allah’tan beklemektir.
SORU: Çıkar gözetmeden Allah rızası için ödünç para vermeye ne denir?
YANIT: Dini kitapları okurken Karz-ı Hasen tabirine rastlarsanız işte bu Allah rızası için ödünç para vermek anlamına geliyor.
SORU: Hicaz hangi şehirleri içine alıyor?
YANIT: Mekke ve Medine’nin bulunduğu bölgeye Hicaz deniyor.
SORU: Teyemmüm ne demektir?
YANIT: Suyun bulunmadığı durumlarda abdest veya gusül yerine vücudun belli yerlerini temiz bir toprakla meshetmeye teyemmüm denir.
Kızlar Ağası’nın ricasıdır...
SULTAN II. Mahmut’un Tahsin Ağa isminde bir Kızlar Ağası vardı. Çok cahil biriydi, aynı zamanda da kibirli ve ukalaydı. .
Oysa Sait Ağa zeki, hazırcevap biriydi, zaten sohbetlerde her zaman Sultan II. Mahmut’un yanında yer alıyor saatlerce söyleşiyorlardı. Sait Ağa, Tahsin Ağa’yı cahilliğinden ve kibrinden dolayı hiç sevmiyordu...
Bir Ramazan günü onu padişahın gözünden düşürmek istedi. Ve Tahsin Ağa’nın huzuruna huşu ile çıktı:
- Efendi hazretleri, dedi. Müslüman kardeşlerimiz adına sizden bir ricaya geldim. Çok iyi bildiğiniz gibi eskiden Ramazan orucu 6 aydı. Müslümanlar, Padişah’ın Kızlar Ağası’na rica ettiler. O da padişaha söyleyerek orucu 3 aya indirtti. IV. Murat’ın Kızlar Ağası da bir aya indirtti. Şimdi de siz himmet etseniz de bir haftaya indirtseniz.”
Diğer padişahların Kızlar Ağası yapar da Tahsin Ağa yapmaz mı. Soluğu Sultan II. Mahmut’un huzurunda almış ve dileğini de iletmiş...
Sultan, küplere binmiş tabi... Tahsin Ağa da Mekke’ye sürülünce herkes derin bir “oh” çekmiş...
Padişaha Yumurta-yı Hümayun
TOPKAPI Sarayı terkedilip padişahlar Dolmabahçe Sarayı’nda veya diğer dış saray yahut mevsimlik köşklerde oturdukları zamanlarda bile Kadir geceleri mutlaka Topkapı Sarayı’na gelip burada iftar ederek yatsı ve teravih namazlarından sonra yapılan Kadir Gecesi dua törenine katılır ve bazen de o gece orada kalırlardı. İşte, Topkapı Sarayı’ndaki iftarda padişaha Yumurta-yı Hümayun ikram edilmesi ve onun bunu yemesi Osmanlı hanedanı geleneklerindendi. Bunun için evvela halka halinde kıyılmış soğan Halep yağında öldürülür derecede kavrulur, sonra ince dilimlenmiş tütünlük pastırma ilave edilip biraz da su katılarak pişilir, yeteri kadar şeker ve sirke ile de bir iki taşım kaynatıldıktan sonra açılan yuvalara günlük yumurta kırılıp kapağı kapatılarak kaskatı olmayacak derecede pişirilirdi. “Yumurta-yı Hümayun” her yerde pişirilmeyip daha çok “vükela ve vüzera” konaklarına mahsustu. Çok yerde bunun yerine normal pastırmalı veya ıspanaklı yumurta ikram edilirdi.