Güncelleme Tarihi:
Tıp literatüründe hipnoz ile ilişkili ilk ölüm vakası 1894’te kayda geçirildi. Bir Macar kontunun kuzeni olan Ella Salamon transa sokulmuştu ve derken, orada hazır bulunan bir doktorun deyişiyle “boğuk bir çığlık atıp sandalyesinden düştü.” Dönemin ünlü psikiyatristi Richard von Krafft-Ebing “Hipnozda öldüğü şüphe götürmez, ama hipnoz yüzünden ölüp ölmediği tartışmaya açık,” diye yazmıştı.
O günden beri ara sıra hipnozla ilişkili ölüm ya da psikiyatrik hasar vakaları ara sıra görüldü. 1979’da bir sahne hipnozcusu genç bir İsrailli anneden çocukluğuna, Nazi’lerden saklandığı yıllara dönmesini istedi. Kadın daha sonraları, yeni keşfettiği anılarının ona yıllar boyu sıkıntı verdiğini söyledi. Transın kini süjeleri uyuşuk ya da intihara meyilli hale getirdiğini söyleyenler de var. Fakat bu vakalar sistematik olmayan verilerden ibaret. Araştırmalar gösteriyor ki hipnozun olumsuz yan etkileri genelde hafif. 1970’lerde Fresno’daki California Eyalet Üniversitesi’nden araştırmacılar 209 lisans öğrencisini hipnotize ederek riskleri araştırdılar. Birkaçında baş ağrısı ya da baş dönmesi görülürken, içlerinden 25’i kendilerini sarhoş ya da uyuşuk hissettiklerini rapor etti ki, ders dinleyen ya da sınava giren öğrencilerin durumundan pek de farklı değildi bu. “Hipnoz kendi başına tehlikeli değildir,” diyor psikolog Bruce N. Eimer. Bir terapi aracı olabilir, ama tüm araçlar gibi, yetkisiz kişilerin elinde ya da uygun kullanılmadığında zarar verebilir. “Bir masaj terapisti, osteoporoz hastası 84 yaşında birine akubası (aküpresür) uygular mı?” diye soruyor Eimer. Muhtemelen uygulamaz. Benzer biçimde, bir klinisyenin de hastaya psikolojik bakımdan kırılgan olup olmadığını belirlemeden hipnoz uygulaması pek akıllıca değil.
popsci.com.tr Tarafından Hazırlanmıştır.