Güncelleme Tarihi:
Film Festivali'nde de gösterilen haftanın yeni filmlerinden ‘‘Erkekler Ağlamaz''ın yönetmeni Kimberly Peirce, bir erkek olarak yaşayan ve cinayete kurban giden kızın hikáyesini film yapmaya nasıl karar verdiğini anlatıyor.
Erkekler Ağlamaz'' (Boys Don't Cry), Hilary Swank'a En İyi Kadın Oyuncu Oscar'ını getirmesinden bu yana hasılat rekorları kırıyor. Çok küçük bir bütçe ile, 2 milyon dolarla tamamlanan filmin ilginç bir öyküsü var. Yapıt gerçek bir olayı dramatik bir biçimde anlatıyor. Nebraska eyaletinin Falls City kasabasında yaşayan Teena/Brandon adlı, cinayete kurban gidene dek erkek olarak hayatını sürdüren bir kızın iki cinsiyet arasındaki çıkmazını yansıtıyor. Erkek ruhu taşıdığına inanan ve bir erkek olarak kendisini yaşadığı küçük kasabada sevdiren Brandon 1993’te iki mahkûm tarafından hunharca öldürülüyor. Soruşturma aylarca sürüyor ve bu cinayet bütün Amerika'yı sarsarken gençliğin ve Amerikalı kimliğinin çelişkilerini bir kez daha gündeme getiriyor.
1994 yılında Columbia Üniversitesi'nde mezuniyet tezini hazırlamaya çalışan Kimberly Peirce'in dikkatini bu cinayet çekiyor. Chicago Üniversitesi'nin İngilizce ve Japonca filoloji bölümlerini bitiren Peirce, daha sonra Columbia Üniversitesi'nde sinema okumaya karar veriyor. Bu arada, bazı küçük gazete ve dergilerde sinema eleştirmenliği de yapan Peirce, ‘‘The Last Good Breath'' adlı kısa metrajı ile katıldığı dört film festivalinde çeşitli ödüller alıyor. ‘‘Erkekler Ağlamaz''ın yönetmeni ve yardımcı senaristinin ağızından bu filmin öyküsünün dinleyelim:
‘‘Columbia Üniversitesi’nde İç Savaş'ta Güneyliler adına casusluk yapan, sonradan kadın olduğu saptanan bir subay ile ilgili tez hazırlıyordum ki Teena/Brandon cinayeti dikkatimi çekti. Hemen Falls City'ye gittim ve Teena ile ilgili bilgiler topladım. Çok ilginçti. İki cinsiyet arasında gidip gelen bu kız, erkek olarak inanılmaz sevilmişti. Senarist Andy Bienen ile oturup Teena/Brandon'un yaşamını senaryo haline getirdik. Bu arada ben tezimi Teena/Brandon'un gerçek hayat hikáyesi üzerine verdim. Sonra tam beş yıl Teena rolünü oynayabilecek bir genç kız aradık. Hatta travestilere kadar gittik. Lezbiyenleri süzgeçten geçirdik. Sokak kadınlarına başvurduk. Sonuçlar olumsuzdu. Bir ara umutsuzluğa düşerek senaryoyu rafa bile kaldırdık. Bir gün bir dostum telefon etti. ‘‘The Next Karate Kid'' filmini görüp görmediğimi sordu. Burada rol alan Hilary Swank'ı önerdi. Dün gibi hatırlıyorum, Hilary sarı saçlarını gizleyen bir kovboy şapkası, uzun bir erkek gömleği ile geldi. Kalçaları gizlenmişti. Anında bağırdım, ‘Hoş geldin Teena/Brandon' diye. Köşeli çenesi, dehşet bakışları ile o bir delikanlıydı. Tabii rolü üstlenince kendisine büyük görevler verdim. Önce altı hafta ses tonu için çalıştı. Halter kaldırıp kollarını güçlendirdi. Saçlarını kestirdi ve pantalonunun içine bir çorap yerleştirerek erkek cinsel organıyla dolaşmanın provalarını kentin en kalabalık caddelerinde yaptı. Sıra çekime geldi. Fazla paramız yoktu. Teksas'ta Dallas'a gittik ve Falls City'ye benzeyen bir küçük kasabayı plato gibi kullandık. Hilary kusursuzdu. Üçüncü hafta sonunda kadınsı yürüyüşünden, konuşmasından eser kalmamıştı. Bir tek sorunu vardı. Ne kadar uğraşsa, kalçaları kadınlığını ele veriyordu. Bunu korse giyerek giderdi. Oscar töreninde adı açıklanınca bana doğru koşmasında yine Teena'dan kalıntılar vardı. Film için Hilary'ye ancak 80 bin dolar verebildik. Şimdi Keanu Reeves’le başrolü paylaşacağı Sam Raimi'nin filmi ‘The Gift' için 2 milyon dolar alacak. Fazlasıyla hak ediyor. Demin de söyledim. Hilary Swank karşımıza çıkmasaydı ‘Erkekler Ağlamaz' hiçbir zaman çekilmeyecekti.''