Güncelleme Tarihi:
Hz. Muhammed, Medine’deki ilk aylarında “yoksul” Ebu Eyyüp’ün evinde kalıyor. Rivayetlere göre Ebu Eyyüp de 80 yaşında katıldığı İstanbul seferi sırasında hayatını kaybediyor; yüzyıllar sonra adını taşıyacak bir ilçeye dönüşen bölgeye -Eyüp’e- gömülüyor.
KİMİ kaynaklara göre 9 Eylül akşamı başlayan ve 14 gün süren Hicret’in sonunda Hz. Muhammed, devesi Kasva’nın sırtında Medine’ye giriyor. Zaman içinde “Herkesi seven ve yardım eden” anlamına gelen “Ensar” kavramıyla nitelendirilecek yüzlerce Medineli tarafından karşılanıyor; “Yesrib” olarak bilinen, sonrasında “Medine” ismini olacak olan kente girişiyle Kavsa’nın yularını da serbest bırakıyor.
Önlerinden geçilen evler
Kasva, hangi evin önünde çökerse, Hz. Muhammed orada kalacak. Kasva, Beni Salim bin Avf’in evinin önünden geçiyor, durmadan. O sırada İtban bin Malik ve Abbas bin Ubade, Kasva’nın yularından tutarak, “Ey Allah’ın Resulü! Bizim yanımıza yerleş” diyor. “Devenin yolunu açın, o gideceği yeri bilir” karşılığını veriyor. Beni Saide kabilesinin evlerinin önünden geçiyor, Sa’d bin Ubade’nin, Munzir bin Amr’in ve onlarca Medinelilinin evinin önünden geçiyor, durmuyor.
Gideceği yeri bilir
Beni Haris bin Hazrec, Sa’d bin Rebi, Harice bin Zeyd, Abdullah bin Revan’nın evleri Kavsa’nın arkasında kalıyor. Kasva, “Ey Allah’ın Resulü! Bize buyur. Hizmetçilerimiz, servetimiz, malımız, uygun evlerimiz var” sözlerine aldırmayan Hz. Muhammed sırtında, ilerlemeye devam ediyor. Kasva, Hz. Muhammed’in dedesi Abdülmuttalip’in annesi Selma bin Amr’ın mensup olduğu Neccar oğullarının evlerinin önünden de geçiyor. Her seferinde “Bizde kalın” diye yenilenen isteklere Kasva’nın süvarisi “Yolunu açın, o gideceği yeri bilir” karşılığını veriyor.
Kasva’nın çöktüğü yer
Medine’nin ileri gelenlerinin, zenginlerinin evlerinden yavaş yavaş uzaklaşılıyor. Kasva, yavaş yavaş kentin en yoksullarına doğru yaklaşmakta; yoksullar şimdi çok daha büyük bir heyecanla Kavsa’nın çökeceği anı bekliyor. Ve o an geliyor; Kasva çöküyor ancak Hz. Muhammed inmiyor. Kısa bir süre sonra Kasva yeniden doğruluyor. İlerlemeye başlıyor ki geri dönüyor; aynı yere yeniden çöküyor, içinde birkaç hurma ağacı ile bir yapının kalıntılarının olduğu araziye.
Menzilimiz burasıdır
Hz. Muhammed, Kasva’nın sırtından iniyor ve “Menzilimiz burasıdır! İnşallah burası evim olacak” diyor. “Bu arazi kimin?” diye soruyor. Muaz b. Afra’nın himayesindeki Sehl ve Süheyl adında iki yetimin arazisi olduğunu öğreniyor. Sehl ve Süheyl, araziyi Hz. Muhammed’e hediye etmek istiyor; kabul etmiyor, araziyi bedeli karşılığında satın alıyor. Zenginlerin arasından geçip, kendisini Medine yoksullarının arasına getiren Kasva’nın çöktüğü araziye ilk olarak bir cami yapılacak; caminin tamamlanmasına yakın doğu duvarına bitişik iki oda. Cami ve odaların tamamlanması yedi ay sürüyor, Hz. Muhammed de çalışıyor inşaatta; inşaat süresince de araziye en yakın evin sahibi Ebu Eyyüp el-Ensari’ye misafir oluyor.
Tek örtümüz, yorganımız
Zengin mahallelerinden geçen Kasva, “tercihi” ile Hz. Muhammed’in evi ve ölümüyle mezarı da olacak, Mescid-i Nebevi Camisi’nin temellerinin, yoksulların mahallesinde atılmasına neden oluyor; yoksulların arazine inşaat, yoksulun evinde konaklama. Rivayetlere göre, Ebu Eyyüp, evinin alt katına yerleşen Hz. Muhammed’le ilgili ilk gece anısı şöyle anlatıyor: “Bize ‘Evin alt katında bulunmam daha uygundur, siz rahatsız olmayınız’ dedi. Biz de üst kata yerleştik; uyurken su testimiz kırıldı. Misafirimizin üstüne damlayıp onu rahatsız etmesinden korkarak, odadaki tek örtüyü, yorganımızı suyun üstüne bastırdık.”
Medine’den İstanbul’a
Ki (Hz. Muhammed’i evinde ağırlayan) Ebu Eyyüp 80 yaşında katıldığı İstanbul seferi sırasında hayatını kaybediyor. Rivayettir, Bizans surlarına yakın; yüzyıllar sonra adını taşıyacak bir ilçeye dönüşen bölgeye gömülüyor. İlçe Eyüp; 1960’lı yıllar, Zeytinburnu’nun ardından İstanbul’daki ilk ve en önemli gecekondu bölgesi. Hz. Muhammed’e evsahipliği yapmış Medine’deki o yoksul mekanın sahipliğinden, İstanbul’un yeni yoksullarına evsahipliğine. Kim bilir belki de şu demektir: “İnsan için ancak emeği vardır.” (Necm 39)
Tevbe ayetinde anlatılır
KURAN-I Kerim, “Siz Peygamber’e yardımcı olmasanız da Allah ona mutlaka yardım edecektir. Nitekim inkarcılar iki kişiden biri olarak onu yurdundan çıkardıklarında Allah ona yardım etmişti: Hani onlar mağaradaydılar; arkadaşına ‘Tasalanma, Allah bizimle beraberdir’ diyordu...” (Tevbe-40) ayetiyle tanımlar Hz. Ebubekir’in Sevr Dağı mağarasındaki tedirginliğini; Hz. Muhammed’in “Hicret” arkadaşına verdiği güveni. Ki Hz. Muhammed’in, Ebubekir’le birlikte, peygamberliğinin 13. yılında Mekke’den Medine’ye hicret edişiyle ilgili Kuran-ı Kerim’deki en açık ayet de budur.
Misafirpervere gökten inen müjde...
BİR adam Allah Resûlü’nün (sav) huzuruna gelerek, “Açım, yâ Resûlallah” dedi. Bunun üzerine Efendimiz önce kendi ailesine başvurdu. Ne var ki, Hz. Peygamber’in o gün için misafiri ağırlayacak yiyeceği yoktu. Bu yüzden ashabına hitaben “Bu şahsı kim misafir edebilir?” dedi. Ensardan Sâbit b. Kays, “Ben!” diye atıldı. Sonra da misafiri alıp evine götürdü. Hanımına, Allah Resûlü’nün misafirini ağırlamasını söyledi. Eşi, “Çocuklarımın yiyeceğinden başka bir şeyimiz yok” cevabını verince Sabit, “Yemeğini hazırla, kandilini yak, çocuklarını da uyut” dedi. Eşinin söylediklerini bir bir yapan evin hanımı, ardından yanan kandili de söndürüverdi. Böylece ev sahipleri, aslında yemek yemedikleri hâlde gecenin karanlığından yararlanarak yiyormuş gibi yaptılar. Misafire de bunu hiç hissettirmediler ve o geceyi aç geçirdiler. Sâbit b. Kays sabahleyin Hz. Peygamber’in yanına gitti. Onu gören Merhamet Önderi o gece misafirlerine yaptıkları ikramdan ötürü Allah’ın onlardan memnun kaldığını müjdeledi. Bu cömert sahâbî ve eşi hakkında şu âyet nazil oldu: “Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları (muhacir kardeşlerini) kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Haşr, 59/9; Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr,10, no:3798)
RAMAZAN SÖZLÜĞÜ
MİHRAB: Sözlükte “oda, çardak, evin veya odanın yüksek ve kıymetli yeri, baş köşesi” anlamına gelen mihrâb, ıstılahta, camilerin kıble tarafında bulunan, cemaatle namaz kılınırken imamın durduğu, genellikle duvardan dışa doğru çıkıntılı olan yere denir. Caminin en değerli mekânı olarak kabul edildiği için bu isim verilmiştir. Mihraplar, mimari tarzına göre değişik şekillerde süslenmiş ve tezyin edilmiştir. Mihrapların üzerinde genellikle Âl-i İmrân sûresinin 37. veya Bakara sûresinin 144. âyeti yazılıdır. Kur’ân’da bu kelime; İsâ (a.s.)’ın annesi Hz. Meryem’in Mescid-i Aksa’da kaldığı oda (Âl-i İmrân, 3/37), Dâvûd (a.s.)’ın odası (Sâd, 38/21) ve mabed (ibâdet edilen yer) (Âl-i İmrân, 3/39; Meryem, 19/11) anlamında kullanılmıştır.
DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU KARARLARINDAN
KAMU malını çalmak: İslâm dini kamu malını korumayı emreder. Kamu malına saygı duymayıp şahsi mülkiyete geçirilmesini ise yasaklar. Buna rağmen kişi gayrimeşru yolla kamu malını mülkiyetine geçirmişse bu mal mevcutsa onu kamuya iade etmesi, eğer bu mal elde mevcut değil ise değerini takdir edip karşılığında sevap
beklenmeksizin onu, kamu hizmeti veren hayır kurumlarına veya yoksullara vererek elden çıkarması ayrıca tövbe etmesi gerekir. Bu durumda bağışlanması umulur.
PEYGAMBER DUALARI
HZ. Yusuf hapisten kurtulup Mısır’a Hazine Bakanı olunca şu duayı yapmıştır: Rabbim! Gerçekten bana mülk verdin ve bana sözlerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni iyilere kat.” (Yusuf 12/101)
ESMA-İ HÜSNA
el-BARİ: “O Allah, yaratan, var eden, varlıklara şekil verendir.” (Haşr, 59/24) Sözlükte icat eden, ayıp, kusur vs’den kurtulan anlamına gelen “bâri” ismi Allah’ın sıfatı olarak yaratan, örneği olmadan varlıkları icat eden demektir. Bitkileri, ağaçları, hayvanları, meyveleri, sebzeleri daha nice varlığı benzeri ve örneği olmadan yaratan yüce Allah’tır. Allah’ın bu nimetlerinden yararlanmak, yaratılanların mükemmelliğinden bunları Yaratının mükemmel olduğunu anlamak ve takdir etmek, yaratılan olarak bizim görevimizdir.
(Hazırlayan Doç. Dr. İsmail Karagöz)
Oruç Baba Türbesi’ne umut yağdı
Seyit ERÇİÇEK / İSTANBUL
FATİH’teki Oruç Baba Türbesi’nde Ramazan ayının ilk iftarını yapmak isteyen ve dilekte bulunan vatandaşlar, türbeye akın etti. Çoğunluğunu kadınların oluşturduğu kalabalık ellerindeki şişelerde birbirlerine sirke ve kesme şeker ikram etti. Demir parmaklıkları aşarak içeri girmeyi başaranlar mezar taşına ev ve araba için anahtar, para için cüzdan, iş ve sınavlarda başarılı olabilmek için de kalemini sürttü. Bazıları ise türbenin demir parmaklarına kağıttan yaptıkları bebek beşiklerini ve ipliklerini bağladı. İçeriye giremeyenler ise çantalarını ve anahtarlarını mezarın olduğu bölüme girenlere verebilmek için birbirlerini ezdi.
Efendimiz Hz. Peygamber’in merhamet ahlakı (1)
Prof. Dr. H. Kamil Yılmaz
Hz. PEY-GAMBER’in, merhameti beşerî münâsebetlerde ortaya çıkan bir husustur. Onun insanî ilişkilerini bu gözle değer-lendirdiğimiz zaman merhamet ahlâkının en şâhika; hoşgörü ikliminin en müşahhas örneklerini onda görürüz. Çünkü o lânetçi değil, rahmet peygamberiydi. (Enbiya 21/107) Aile hayatından toplum ve devlet hayatına varıncaya kadar onda bu hoşgörü, merhamet, şefkat ve sevginin derin izleri vardır.
Rahmet peygamberinin insânî ilişkilerdeki temel özelliği merhametiydi, hoşgörü ve şefkatiydi. Kuran onun bu özelliğini şu lâfızlarda takdim etmektedir: “Allah’ın rahmeti sâyesinde ey Muhammed sen insanlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz insanlar etrafından dağılır giderlerdi. Onları bağışla, onlar için mağfiret dile, iş konusunda onlarla istişâre et. Bir kere karar verdin mi Allah’a tevekkül et! Allah kendisine güvenenleri sever.”( Âl-i İmrân, 3/159 ) Bu âyette Allah Rasûlü’nün insânî ilişkilerinin zemini rahmet ve şefkat olarak belirleniyor. İnsanların yanlışlık ve taşkınlıklarına hoşgörü ile mukabele edilmesi ve onlar için Allah’tan bağışlanma dilenmesi öngörülüyor. Ayrıca yapılacak işlerin karar aşamasında insanların görüşlerine başvurulması tavsiye ediliyor. Ancak karar aşamasına gelmiş işlerde ise kararsızlık göstermeden Hakk’a tevekkülle işin sonuçlandırılması emrediliyor.
Eş ve baba olarak aile
hayatındaki merhameti
İnsanın olduğu gibi göründüğü yer âilesinin yanıdır. Hiç kimse âilesinin içinde, olduğundan fazla görünme şansına sâhip değildir. Bu yüzden insanların insanî ve ahlâkî özelliklerini en iyi bilenler, insanları âile içinde görüp tanıyanlardır. Bu açıdan Hz. Peygamber’in beşerî ilişkileri hakkında eşleri, çocukları ve hizmetçilerinin tesbit ve değerlendirmeleri büyük önem arzetmektedir. İlk eşi Hz. Hatice onun hakkında şu tesbitlerde bulunmaktadır: “Sen yakınlık bağlarına saygı gösterir, kimsenin hakkına tecâvüz etmezsin.”(Buhârî, Bed’ü’l-vahy,1) Hz. Âişe ahlâkını Kuran olarak gördüğü Allah Rasûlü’nü şu lâfızlarla anlatmaktadır: “O evinde ayakkabılarını tâmir eden, söküğünü diken, önüne konursa yiyen, değilse asla istemeyen, insanların kusurlarını bağışlayan bir insandı.”(İbn Hanbel, VI, 106, 256.) On yıl kadar onun hizmetinde bulunan Enes (r.a.)’in: “Beni yaptığım ve yapmadığım şeyler sebebiyle hiç azarlamadı” (Ebû Dâvûd, Edeb, 1.) sözü, onun insan gönlüne verdiği değeri gösterir. Hz. Zeyd b. Hârise’nin onun yanında bulunmayı, baba ocağına tercih edişi insanların kişiliklerine gösterdiği saygıyı ifâde eder.(İbn Hişâm, I, 267; İbn Sa’d, III, 42.) Torunları Hasan ve Hüseyin ile Zeyd’in oğlu Üsâme’yi kucağına alarak, okşayıp iltifat ederek gösterdiği şefkat tavrı, ondaki merhamet duygusunun bir başka tezâhürüdür.
* Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz
Diyanet İşleri Başkan Yrd.