Güncelleme Tarihi:
Tibet denince özellikle Batıda akla şöyle bir imaj geliyor: karlarla kaplı dağları, rüzgarla titreşen dua bayrakları, pırıl pırıl mavi gökyüzü ve dua çarklarını çeviren keşişleriyle zamanın dışında bir hayal ülkesi.
Tibet’in ruhani lideri ve Batı dünyası karşısındaki muhatabı Dalay Lama da benzer bir izlenim uyandırıyor: bilgelik ve merhametin sembolü, ahlaki bir pusula ve ilham kaynağı, içinde yaşadığımız delilik çağında sükunetin timsali bir adam.
Tibet’le ilgili bu düşünceler sayesinde dünyanın diğer ucundaki insanlar, Asya’daki bu azınlık grubunun kaygılarına bu kadar aşina olabiliyor. ABD sokaklarında balkonlarında Tibet bayrağı asılı evler görülebiliyor, Başkan Barack Obama, Çinli yetkililerin bütün karşı çıkmalarına rağmen Dalay Lama’yı Oval Ofis’te ağırlayabiliyor.
Foreign Policy dergisinde yer alan makalesinde Christina Larson, geçmişte Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen, iki kez Time dergisinin “En etkili 100 insan” listesine giren Dalay Lama’yı Batı dünyasının aslında tanımadığını ifade etti. Özellikle solcular, Dalay Lama’nın şefkat felsefesini ve çevreci söylemlerini yakından takip ediyor ancak sosyal açıdan muhafazakar görüşleri ya bilinmiyor ya da kasten göz ardı ediliyor.
Dalay Lama, kürtaja karşı, eşcinsellerle ilgili belirsiz görüşler ortaya koyuyor. Geçmişte bu konuda daha sert sözler sarf eden Dalay Lama son dönemde “eşcinselliğin sadece Budistler için yasak olduğunu” söyledi ama yine de yaptığı açıklamalar kafa karıştırıyor.
Larson, Tibet’in de Batılıların düşündüğü gibi bir hayal ülkesi olmadığı görüşünde. 130 bin kişinin yaşadığı Tibet, son onyıllarda inşa edilen orta büyüklükteki diğer Çin şehirlerine benziyor.
“Eski” ve “yeni” olmak üzere iki bölüme ayrılan Tibet’in “eski şehri” aslında yeni şehirden saha sonra inşa edilmiş. Ahşap köy evleri ve el değmemiş taş döşeli sokaklarıyla bu eski şehir dışarıdan gelenlerin akıllarındaki Tibet’i bulabilmeleri için hizmet veriyor. Ancak Larson, bu görüntülerin bir üretim ürünü olduğunun altını çizdi.
Ülkenin doğusundaki Han Çinlileri de Tibet’in en yaygın ziyaretçileri arasında. Kalabalık turlarla gelip lüks otellerde kalıyor ve karaoke barlarına takılıyorlar. Eski Çin’in masalsı ortamında çok vakit geçirmediklerinden olsa gerek bu kişiler Tibet halkına batılı turistler kadar ilgi göstermiyor.
Yazar Tibetlilerin dünyanın kendilerine yönelik ilgisini paraya dönüştürebileceklerinin farkına vardıklarını ve Batılıların düşündüğünün aksine o kadar da “ruhani insanlar olmadıklarını” belirtti. Özellikle genç Tibetliler, Batılıların kafasındaki imajın aksine Adidas ceketler, dar kot pantolonlar giyiyor, saçlarını jöleyle dikiyor.
Larson’ın konuştuğu Tashi isimli gencin izlediği Amerikan filmlerinde gördüğü küresel seksapel standartlarının bir örneği olmak istediğini anlattı ve dış görünüşlerine bakılırsa yeni nesil Tibetlilerin “o kadar da Tibetli olmadığını” belirtti.
Ancak biraz derine inildiğinde bu gençlerin Han Çinlilerinden farklı düşündüğü de görülebiliyor. Bu gençler Deng Xiaoping’in “Çin rüyası” olarak tanımlayabileceğimiz zenginlik hedeflerini benimsemiyor, hayatlarıyla ilgili önemli kararlar alırken hala dini liderlerine başvuruyor.
Çin’de halk Budizmin pek çok farklı versiyonunu yaşıyor ancak Tibet Budizmi’nde dini liderin otoritesi siyasi otoriteye rakip olduğu için iktidar çatışmaları ve dolayısıyla sosyal anlaşmazlıklar yaşanıyor.
Tibetlilerin karşı olduğu üç şey var: Birincisi Han Çinlisi göçmenlerin hükümet yardımlarından yerel halka göre daha fazla faydalanıyor olması. İkincisi hükümetin Tibetlilerin aslında ne istediğine dair tutarsız varsayımlarda bulunmaları. Üçüncüsü de hükümetin Tibetlilerin dini ve kültürel faaliyetlerini kısıtlaması. Hatta bazıları gerçek Tibet kültürünün Çin’de öğrenilemeyeceği görüşünde.
Bu şikayetler 2008 yılının Mart ayında Tibetli keşişlerin siyasi tutukluların salıverilmesini istemek için düzenlediği barışçıl bir gösteri sert polis tepkisiyle karşılaşınca zirveye çıkmış. Ayaklanmalarda her iki taraftan kayıplar yaşanmış. Pek çok gözlemci, Tibetlerin rahatsızlığının asıl kaynağının yıllar boyunca süre gelen eğitim ve gelir dağılımı farklılıkları ve dini kısıtlamalar olduğu görüşünde.
Pekin yaşananların “Dalaycıların” planladığı bir olay olduğu görüşünü savunuyor. Ancak henüz taraflar arasında bölgenin geleceğiyle ilgili sağlıklı bir diyalog kurulabilmiş değil. Yakın zamanda ufukta çözüm görünmüyor. Bunun en önemli sebebi de Batı’da Tibet’in etrafında oluşmuş romantizmin eleştirel düşünceye engel olması.