Güncelleme Tarihi:
Bugün ülkemizin hemen her yerinde sergilenen insan manzaralarını yakın geçmiş içinde cereyan eden sosyo-ekonomik ve tarihsel olaylarla, tutarlı bir biçimde açıklama imkanına sahip olduğumuzu düşünürüz. Örneğin türedi zenginlerin ve sözüm ona "sanatçı"ların iç-kaldırıcı ve insanlığımızı yeni baştan gözden geçirecek kadar bizi zorlayan davranışlarını kolayca "sonradan görmelik"le açıklamamız bize çok anlamlı gelebilir. Yanı başında üst-geçit dururken ölümü göze almak pahasına pervasızca karşıdan karşıya geçenlerin yaptıkları traji-komik cambazlıkları, köyden kente göçenlerin henüz trafik bilinci geliştirememiş oluşlarıyla açıklamak mümkündür. Aynı şekilde köyden kente göç ve henüz kent kültürüyle yeterince kadar tanışık olmama, insanımızın komşuları rahatsız ettiğini aklına bile getirmeden sabahlara kadar davul zurna çalıp eğlenebilmesi; kadınlarımızın apartmanlarının önlerinde el-işi yapıp sohbet etmeleri gibi olgular için doyurucu bir açıklama sunabilir. Estetikten yoksun giyim kuşam tarzını yoksullukla; bedenleri taşımaktaki gösterişi ve hantallığı da kalabalık caddelerde yürüme konusunda acemilikle açıkladığımıza inanabiliriz. Gecekondularımızdaki ve köylerimizdeki minarelerin birbirleriyle yarışırcasına alabildiğine yüksek yapılmaya çalışılmasını, mağlupların kırılan gururuyla ve can havliyle eski değerlere sarılmayla açıkladığımızı düşünebiliriz. Çok zorlanırız ama yine de gökleri delen minarelerine rağmen camilerimizin, ibadethanelerimizin apartmanların bodrum katlarına, en olmayacak yerlere yapılmasını açıklayacak buna benzer nedenler sıralayabiliriz.
Bence tüm bu açıklama biçimleri, gerçekliğin bir kısmına işaret ediyor olabilirler ama gerçekliği tümüyle tüketemezler. Nasıl birey olarak şimdiki davranışlarımızda çocukluğumuzda yaşadığımız olayların bir payı varsa, Türk olarak sergilediğimiz davranışlarımızda da büyük ihtimalle tarihimizin çok eski zamanlarından beri bizimle gelen inançlarımızın, tutumlarımızın payı vardır.
Şimdi soruyorum size, dünyanın pek çok yerini görmüş olanlarımız: "Siz hiç gidip gördüğünüz yerlerde, Türkler kadar piknik yapan bir topluluğa rastladınız mı?" Türklerin piknik sevgisini; bir söğüt gölgesi, çeşme başı, akarsu gördüklerinde hemen oracığa çıkınlarını açarak piknik yapmaya koyulduklarını, bu piknik eylemi sırasında envai çeşit eğlenceler yaptıklarını görmek için bir araştırmaya bile gerek yoktur. Kış aylarında biraz yoğunluğu azalsa da, resmi tatil günlerinde Türk halkının kahir ekseriyeti piknik yapar. Piknik sevgisi, Türk grup davranışının şaşmaz göstergelerinden birisidir. Biz Türkler, domuz eti yememek, ezan okunurken "Aziz Allah" demek kadar yüksek bir kesinlikte, piknik sevgisi oranına sahibiz. Üstelik bu piknik sevgisinin ne Araplardan devralınan İslamiyet ile ne de batılılaşmakla ilgisi kurulabilir. Piknik sevgisi, gösterişli sünnet merasimlerimiz kadar öz be öz bir Türk davranış örüntüsüdür.
Türklerin piknik sevgisi o boyutlardadır ki, mekan ve zaman tanımaz; bir miktar güneş, bir ağaç gölgesi, bir su şırıltısı, domates, biber, kaynamış yumurta veya kan gibi bir karpuz dilimi yeterlidir. Son zamanlarda aşırı sıcakların ve artan teknolojik imkanların etkisiyle bu sayılan koşullardan "bir miktar güneş"in kalkmış olabileceğine dair gözlemler bulunmaktadır. Türkler artık geceleri de piknik yapmaktadırlar. Piknik sevgisinin mekan tanımazlığı bazen şaşırtıcı olduğu kadar zararlı olma potansiyeline de sahip piknik eylemlerine de yol açmaktadır. İnanılması zor bir durumdur ama Türkler hastanelerin bahçelerinde, şehirlerarası karayollarının ortasındaki yeşilliklerde hatta bataklık kenarlarında da piknik yapabilirler. Türklerin piknik sevgisi o boyutlara ulaşmıştır ki, Avrupa'nın Türklerin yoğun yaşadığı ülkelerinin parklarını ve bahçelerini onların piknik sevgisinden korumak, neredeyse siyasi partilerin programlarına bile girmek üzeredir. Hatta bir keresinde bir uluslar arası platformda, Türklerin bu tutumlarına sert tepki veren Hollanda Dış İşleri Bakanı ABD'li meslektaşından sert bir azar işitmiştir.
Türklerin piknik sevgisini anlayabilmek için bildiÄŸim bütün sosyoloji ve sosyal psikoloji teorilerini yardıma çağırmama raÄŸmen, bugüne kadar tutarlı bir açıklama yolu bulamadım. Neyse ki iyi bir açıklama fırsatını, Türk tarihsel psikolojisi saÄŸlıyor. Türk tarihini, Türklerin en eski, temel, ilksel (Primordial) inançlarını tanıdıkça, Türklerin "Türk grup davranışı" adını verdiÄŸim tarihsel psikolojilerindeki dinamikleri fark ettikçe piknik sevgimizin nedenlerini derinlemesine görebileceÄŸimizi düşünüyorum. Eski inançlar kolayca deÄŸiÅŸmiyorlar tam tersine dilsel ve duygusal repertuarımızla birlikte, çocuk yetiÅŸtirme pratiklerine sızarak grup davranışımızın en dirençli yanlarını oluÅŸturuyorlar. Ä°slam-öncesi inançlarımızda su, aÄŸaç, orman, daÄŸ baÅŸta olmak üzere tüm tabiat kültleri öyle önemli bir yer tutuyor ki… BaÅŸta Türk topluluklarının koruyucusu kayın aÄŸacı olmak üzere kutsal bilinen aÄŸaçlara adaklar adanıyor, at kurban ediliyor, aÄŸacın her ÅŸeyin anası olduÄŸuna inanılıyor. Kısır kadınlar çocuk sahibi olmak için aÄŸaç gölgesinde yatıp yuvarlanıyorlar. Tabiat her zaman biz Türklerle konuÅŸuyor, hem başımıza gelen belalardan onları sorumlu tutuyor hem de her zaman tabiat güçlerinden medet umuyoruz. Tabiata verdiÄŸimiz önem, Ä°slamlaÅŸmaya birlikte azalmıyor, artıyor.Â
Eski inançların, geçen onca zamana ve geçirilen onca siyasal ve kültürel değişimlere rağmen her yerde sapasağlam ayakta kaldıklarını görünce, neden piknik sevgimizin temelinde de bir fırsatını bulup modern yaşamın bizden uzaklaştırdığı tabiatla buluşma arzusu olmasın diye düşünüyorum. Pikniğe hazırlanışımız, pikniğe gidişimiz, piknik rituellerimiz, bir topluluğun dinsel eylemini; tabiatla kucaklaşmamız, iki sevgilinin kavuşmasını öyle çok andırıyor ki…
Â