Sefa KAPLAN
Oluşturulma Tarihi: Ekim 31, 2008 00:00
"Teyzem Marta’yı Erivan’da, dayımı Amerika’da, amcamın oğlu Simeon’u Paris’te gömdük.
Her parçamız bir başka ülkeye gömülmek zorunda mıydı? Neden, neden? Sormadan edemiyor insan." Serkis İmas, ne yazık ki bu sorunun cevabını hiçbir zaman alamayacaktır. Çünkü o da 7 Aralık 2007’de Almanya’da verilecektir toprağa. O kadar önemsediği, ’Serkis Bu Toprakları Sevmişti’ kitabını göremeden.
"Annemin hayli acıklı başlayan bu hikáyesine ben 1932 yılında katılmışım. Bana Serkis adını vermişler. Serkis, dayımın adıymış. Biz Ermeniler, şubat ayındaki büyük perhizin yapıldığı kutsal günlere ’Surp serkis’ deriz. Bana verilen Serkis ismi buradan geliyor. Ben hayatta kalan ikinci oğullarıyım. Annem, ilk oğluna sevkiyatta öldürülen küçük kardeşi Antranik’in adını koymuş ama o da adaşı gibi uzun ömürlü olamamış. Üç ay sonra ateşli bir hastalığa yakalanıp ölmüş zavallı kardeşim."
Serkis’in çocukluğu, bu ülkede yaşayan hemen her çocuk gibi travmalarla geçmiştir elbette ama onun travmasını artıran başka sebepler de vardır. Bir kere o, doğrudan kendisi yaşamamış olsa bile, 1915’teki büyük trajedinin mağdurudur. Zaten, sokakta güle oynaya birlikte koşuştuğu arkadaşları farkettirecektir bir süre sonra farketmesi gerekeni:
"Bazı çocuklar bana, ’Biz sizinle akrabayız. Senin babanla benim annem emmi kızı ve emmioğlu’ demişlerdi. Benim adımı sormuşlardı, ’Ben Serkis’im’ demiştim, ’Küçük kardeşimin de adı Horen.’
Akraba olduklarını söyleyen çocukların isimleri beni şaşırtmıştı. İsimleri bizimkilerden farklıydı. Sadece halamın oğlunun adı ’İbiş’ti, hep yanında duran bacısının adı da Sıdıka. Hem akrabamız olup, hem de isimlerinin bizimkilerden farklı olmasını bir türlü anlayamıyordum. Ama böyle olması beni hiç rahatsız etmemişti, önemini ayırt edememiştim. Ne var ki, günler haftalar geçip de çocukların bizim arkamızdan ’Kafir fille Armen" (* Fille, Kürtçe’de Hıristiyan anlamında.) diye bağırıp, bizimle dalga geçip her fırsatta hakaret etmeye başladıkları zaman kavradım aramızdaki farklılığı."
Serkis İmas, altı-yedi yaşlarında yani 1940’larda, çocuk sezgisiyle kavramıştır "gavur" olduğunu. Benzer bir ruh halinin hálá mevcut olması, akıl-fikir sahibi olduğu umulan isimlerin "Ermeni" kelimesini hakaret amacıyla kullanması ise asıl travmanın belki de Türklerin bilinçaltında olduğunu seriyor gözler önüne. Zaten ağabeyi Hazar da Serkis’i bir kenara çekip anlatacaktır olup biteni:
"Bak kardeşim. Biz Ermeniyiz. Bundan uzunca yıllar önce bizim dedelerimiz bu köyde doğmuş. Bu topraklarda asırlar boyu ekip biçip, Türklerle beraber gayet rahat yaşamışlar. Sonra bir gün ne olmuşsa olmuş, Ermeniler ile Türklerin araları açılmış. Devlet bizleri 2000 senelik dedemizin doğup büyüdüğü bu topraklardan silah ve asker zoruyla toplayıp götürmüş. Nereye diye sorma. Çünkü dedenler gideli neredeyse 30 yıl olmuş. Hálá ne ölü, ne de diri haberlerini alan kimse var."
İstanbul yolcusu
Serkis İmas, 1947’de bir yaz akşamında, iki gün, üç gece süren bir tren yolculuğundan sonra Haydarpaşa İstasyonu’nun mermer basamaklarında durmuş, İstanbul’a bakmaktadır. İstanbul da bakılmayacak gibi değildir hani. 15 yaşındaki bir yeni yetmenin içine bile yanardağlar salabilecek bir kenttir karşısındaki. Elazığ’da bakırcılık yapan ve kısa sürede ustalaşan Serkis, İstanbul’da tornacılık yapmak zorundadır artık. Ama çok da umurunda değildir aslında. Çünkü o, İstanbul kentiyle birlikte aşkı da bulmuştur karşısında. Bağos Usta’nın kızı Annagül, bizim Serkis’in yüreğinin kuytularındaki gölgeliklere sokulmayı bilmiş, Serkis’in yüreği de sarıp sarmalamıştır bu güzel misafiri.
"İstanbul, hayatımda yepyeni bir sayfa açmakla kalmadı, aşkı da getirdi bana. Gözüm bizim evin tam karşısında oturan, Ahurlu Abo diye tanınan gemi ustası Boğos’un kızı Annagül’den başkasını görmüyordu. O da beni seviyordu. Askerlik zamanım yaklaşırken babama ve amcama gidip bu kızı bana istemelerini söyledim. Gidip istediler. Boğos amca, onur kırıcı bir şekilde reddetmiş, ’Kümesteki tavuklarım kadar kızım olsaydı yine de bunların biri Serkis’e düşmezdi’ demiş. Bunu duyunca ’Eğer ben de senin kızını almazsam bana da insan demesinler’ diye yemin ettim. Sözleri, izzet-i nefsimi zedelemişti. Annagül’e de, ’Eğer sağ salim askerden dönersem seninle evleneceğim’ diye namus sözü verdim."
Nitekim öyle de yapar. Askerden sağ salim gelir, Annagül’le de evlenir. Sadece o kadar da değil. Kadıköy’ün en namlı kaportacısı da Serkis Usta’dan başkası değildir artık:
"Kadıköy’ün bir numaralı kaporta ustası olarak şöhret kazanmamın en büyük nedeni Muşlu bir taksicinin artık hurda haline gelmiş, eski model Pleymut marka arabasını dört ayda yeniden yaratıp, herkesin gıptayla baktığı pırıl pırıl bir araba haline getirmemdi. Boyacı Nasuhi usta da bütün sanatını bu araba için ortaya koymuş, o da bu araba sayesinde tanınmıştı. ’Ünlü kaportacı Serkis usta’ olarak iyi para kazanıyordum. Elime geçen paranın bir kısmını da biriktiriyordum. Tabii bugünkü gibi bankaya para yatırmıyorduk, Annagül’e veriyordum o evde saklıyordu tasarrufumuzu. Üç yıl içinde 20 bin lira para biriktirmiştim."
Almanya trenleri
Ne var ki, bu coğrafyada doğup büyüyen insanların kaderi, gelip bir noktada gurbetle kesişir. Serkis İmas da bir gün Almanya’ya giden bir trende buluverir kendisini. Yıl 1964’tür. Türkiye’nin Almanya’ya vagonlar dolusu işçi gönderdiği yıllar yani. Almanya’da yeniden evlenir Serkis, kendine bir işyeri açar. Ama memleketiyle bağlarını da kopartmaz. Dünyaya dağılmış bir milletten, bir aileden onun payına Almanya isabet etmiştir. İşte, arkadaşımız Faruk Bildirici’ye o sarı zarfı da Almanya’dan gönderecektir. İçinde 15 defter bulunan bir zarftır bu ve aslında o defterlerde sadece Serkis İmas’ın değil, onun şahsında Ermenilerin ve Anadolu’nun tarihi vardır.
23 Ağustos 2005’te bu kez Serkis İmas’ın oğlu Denis’den bir mesaj gelir Bildirici’ye. Babası büyük bir
trafik kazası geçirmiş, hastaneye kaldırılmıştır. 71 yaşındaki birisi için sonun başlangıcıdır aslında bu. Üstelik, defterler tamamlanmamış, pek çok şey yarım ve eksik kalmıştır. Nihayet, beklenen
haber de gelir. Sözü, Bildirici’ye bırakmanın yeridir artık:
"Aralık sonunda gelen bir mail ile öğrendim kara haberi. Denis, Serkis amcanın yaşamını yitirdiğini bildiriyordu. Oysa daha yapacak işimiz vardı. En kötüsü de onu hiç görememiş, yüzyüze konuşamamıştım. İyileşeceği yönündeki beklentilerim boşa çıkmıştı. O, Anadolu’nun hafızasına kendisinden bir şeyler bırakmak istemişti; yıllarca uğraşıp anılarını yazmasının nedeni de buydu. Ben de onun isteğini yerine getirecek, kitabı yayınlayacaktım. Maalesef artık elimdekilerle yetinmek durumundaydım. Daha fazla zaman kaybetmemeliydim."
(Serkis Bu Toprakları Sevmişti, Faruk Bildirici, Doğan Kitap)