Güncelleme Tarihi:
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Eğitimi Anabilim Dalı Yrd. Doç. Dr. Remziye Ege
NEZAKET ve zarafet bizi alçaltmaz, yüceltir. Tebessüm edelim, bu, sevgili Peygamberimizin biz Müslümanlara öğüdüdür. Kimse bizim o veya bu sebeple sirke satan yüzümüzle karşılaşmak zorunda değil. Tanıdık tanımadık herkese selam verelim. Zira bu bizim aramızdaki sevgi ve saygıyı açığa çıkarır ve çoğaltır. Bu da sevgili Peygamberimizin bir öğüdüdür ve onu örnek almamız gerektiği Kuran’da açıkça ifade edilmiştir.
SEVGİ NASIL ÇOĞALIR?
Duygudaşlığa yani empatiye önem verelim. Evet, farkındayım, empatik bireyler olarak yetiştirilmiyoruz. Bize yapılmasını istemediğimiz şeyi başkalarına yapmamamız gerektiğine dair öğütlerle büyütülmüyoruz. Hatta hangimiz dayak yiyip sokaktan ağlayarak eve geldiğimizde bir tokat da büyüklerimizden yiyip “Senin elin armut mu topluyordu, sen de onu dövseydin ya” sözüyle karşılaşmadı ki... Ama bir dakika, kendimiz için istediğimizi başkaları için de istemedikçe tam iman etmiş olmadığımıza dair sevgili Peygamberimizin bir uyarısı yok muydu? Ve biz o sevgili Peygamberi örnek aldığını söyleyen Müslüman bir toplumuz değil mi?
‘MERYEM ORUCU’ TUTALIM
Biraz açalım: “Her duyduğunu konuşması günah olarak, bir mümine yeter” buyurmuş sevgili Peygamberimiz. Şimdi bir günümüzü düşünelim ve farkında olmadan bu hataya ne kadar çok düştüğümüzü anlayalım. Yine “Ya iyi bir şey söyle ya da sus” buyurmuş sevgili Peygamberimiz. Aman Ya Rabbi, galiba pek çoğumuzun bu ramazan ayını fırsat bilerek biraz da “Meryem Orucu” tutmaya kendini alıştırması gerekiyor.
Susmak, susabilmek, yalnızca iyiyi konuşmak ve çoğaltmak ne zor ama ne kutlu bir eylem. (Bu arada “Meryem Orucu” da ne ola ki diyenler çıkabilir; ramazanın bereketiyle onlara iyi araştırmalar diliyorum.)
O kadar çok şeye sahibiz ki ama sanki onlar zaten bizim hakkımız ve bizde var olan bir fazlalıktan dolayı bir karşılık olarak bize verildi zannediyoruz. Müslüman, sahip oldukları arttıkça tevazusu ve telaşı da artan kişidir: O seçilmiştir ama ne için, ‘mal mülk verilerek zenginleştirilmişse o malı mülkü nasıl kullanacağı denensin’ diye seçilmiştir, kara kaşı kara gözü için değil. İlim verilerek zenginleştirilmişse, o ilmi insanlığın hayrına kullansın diye zenginleştirilmiştir, bilgisiyle insanları aşağılasın, kendini yüceltsin, diye değil. Evlat ile zenginleştirilmişse, bu büyük emanetin sadece kendine değil insanlık ailesine vereceği katkıyı hesap etmesi istenmiştir.
EVLADIMIZ DA BİZİM DEĞİL
Zira biz evladımız da olsa kimsenin sahibi değiliz, birbirimize muamelemizle insanlığımızı ortaya çıkaran tek tek bireyleriz. Yani demem o ki, Müslüman sahip olduklarının kendine bir emanet olarak verildiğini bilerek onlarla yapması gerekeni yapar ve böylelikle kendisine bu fırsatı verdiğinden dolayı o kadar çok şükretmiş olur ki, Allah onu çok şükrettiği için sever. Bu ramazan bir de bu gözle, yani bir Müslüman birey olarak “İslam bana ne söylüyor” diyerek düşünmek ve araştırmak için kendimizi motive edelim diyorum. Buna hepimizin her zamankinden daha çok ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
KURAN’DAN DUALAR
ÜZERİMİZE SABIR YAĞDIR: Davud ve yanındakiler Calut ve ordusuyla karşı karşıya geldiklerinde şöyle dua ederler: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı kaydırma ve kâfirler güruhuna karşı bize yardım et!” (BAKARA/250)
Yetimlerin mallarını verin
MEDİNE döneminde nazil olmuştur, 176 ayettir. Aile hayatı ve kadın haklarını konu edindiği için “Kadınlar” anlamına gelen “Nisa” adını almıştır. “Başlangıç ayeti, insan soyunun temel bütünlüğünü ve bu bütünlükten doğan, kadın ile erkeğin birbirine karşı yükümlülüklerini vurgulamaktadır”. (Esed, 131) Nisa suresinin ilk iki ayeti şöyledir: “Ey İnsanlar! Sizi bir tek canlıdan yaratan, ondan da eşini yaratan ve her ikisinden pek çok kadın ve erkek meydana getiren Rabbinize karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Kendisi adına birbirinizden haklarınızı talep ettiğiniz Allah’a karşı sorumluluk bilinci duyun ve bu akrabalık bağlarını gözetin. Şüphesiz Allah üzerinizde daimi bir gözetleyicidir. Yetimlere mallarını verin, temizi pis olanla değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza katarak (kendi malınızmış gibi) yemeyin; çünkü bu, büyük bir günahtır.”
İğne orucu bozar mı
İĞNENİN orucu bozup bozmayacağı, kullanılış amacına göre değerlendirilebilir. Ağrıyı dindirmek, tedavi etmek, gıda vermek gibi amaçlarla enjeksiyon yapılmaktadır. Gıda ve keyif verici olmayan enjeksiyonlar, orucu bozmazlar. Ancak gıda ve/veya keyif verici enjeksiyonlar orucu bozar. Hastaya serum veya kan verilmesi de aynı hükme tabidir. (Oruç- Sıkça Sorulan Sorular/ Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları)
Prof. Dr.Hasan ONAT
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Küresel mezhep çatışması riski var
MÜSLÜMANLARIN yaşadığı bölgelerde, ramazanda bile kan akmaya devem etmektedir. Her gün onlarca, yüzlerce çocuk, kadın, yaşlı masum insan hayatını kaybetmektedir. Vahşetin İslam’la irtibatlandırılması insanın içini acıtmaktadır... Müslümanlar, 14 asrı aşan tarihlerinde ilk defa, küresel boyut taşıyan bir mezhep çatışması riski ile karşı karşıyadırlar.
TEMELDE İKTİDAR KAVGASI
Çatışmaların temelinde, iktidar kavgası vardır. İnsanlar hem egemen olabilmenin, hem de egemenliklerini uzun süreli kılabilmenin doğrudan ilgili olduğunu çok erken dönemlerde fark etmişlerdir. Bu bağlamda dinin toplumsal boyuttaki en temel işlevlerinden birisinin meşrulaştırmak olduğu tespiti yanlış değildir.
ÇATIŞMANIN ODAĞINDA DİN
Egemen olanlar çoğunlukla yaptıklarının doğru olduğuna inanmakla yetinmezler, onların meşruiyetinin toplum tarafından da kabul görmesini beklerler.
Bu durum, her türlü “güç” arayışının dinle irtibatlı olmasına yol açtığı gibi, her türlü egemenlik çatışmasının da meşruiyeti dinde aramasını gerektirmiştir. Sonuçta insanın olduğu her yerde var olan din, tarih boyunca çatışmaların bir parçası olmuş, ya tam odağında yer almıştır. Öyle anlaşılıyor ki, bundan sonra da din, hem insanla birlikte var olmaya, hem de başta küresel boyutlu kimlik krizi olmak üzere, her türlü krizde ve çatışmada etkin olmaya devam edecektir.
Müslümanların özgürlük sorunu
İSLAM dünyasında özellikle son iki asırdır yaşananlar, Müslümanları ciddi bir kimlik krizinin içine itmiştir. Bu kriz, etnik ve dinsel aidiyetler üzerinden çatışmaya dönüşmektedir. Arap dünyasında yaşananların temelinde kimlik arayışının yattığını söylemek pek yanlış olmasa gerektir. Son iki asra damgasını vuran sömürge ortamı, İslam’ın bir tür kurtuluş ideolojisine indirgenmesine ve dinin anlam ve özgürlük üzerinden değil, siyasi egemenlik üzerinden okunmasına yol açmıştır.
SİYASET AYRIŞTIRIR
Müslümanların önemli bir kısmı, her şeyin siyasi egemenlik olduğunu, din ve siyasetin birbirinden ayrılmayacağını düşünmektedirler. Siyaset doğası gereği ayrıştırır. Din dili, siyasetin ayrıştırıcı dili ile bütünleşince, Müslümanlar İslam ortak paydasından iyice uzaklaşmaya başlamışlardır. Böylece özünde birleştirici olan din, ayrıştırmaya ve ayrılıkçı duruşlara meşruiyet kazandırmaya başlamıştır. Bu süreçte, belki de Müslümanların tarihinde ilk defa, yaşanan olumsuzluklar Şiilik, ya da Sünnilik üzerinden okunmaya ve akan kan, Sünnilik ya da Şiilik adına kutsanmaya, meşrulaştırılmaya başlanmıştır.
ÖZELEŞTİRİ ŞART
İşin en kötü yanı, özeleştiri yapmak yerine İslam dışı güçleri suçlayarak sürekli yeni günah keçileri yaratılmakta; İslam, egemenlik hırsına ve aç gözlülüğe kurban edilmektedir. Müslümanların sorunu en temelde özgürlük sorunudur. Cehalet ve hamakat, özeleştiriyi engellediği gibi, çözümün de öncelikle din konusunda özgürce düşünebilecek kadar doğru bilgi ve birey bilincine bağlı olduğunun fark edilmesini zorlaştırmaktadır.
İSLAM’IN EGEMENLİK İDDİASI YOKTUR
DİN alanında tahmin edilenin çok ilerisinde bir bilgi boşluğu vardır. Her türlü dinsel bilginin “doğru bilgi” olarak kabul edilmesi, sanılanın aksine boşluğu derinleştirmektedir. Örnek verecek olursak mezhep çatışmasına yol açan sebeplerden birisi, mezhep ve dini özdeş algılamaktır. İslam’ı ana kaynaklarına dayalı olarak anlamaya çalışan bir insan, dinin ilahî, mezhebin beşerî olduğunu bilir. Aynı şekilde Hz. Muhammed’in sağlığında mezhebin de, tarikatın da, cemaatin olmadığını, bunların sonradan ortaya çıktığını öğrenmiş olmalıdır. Bu basit bilgilere bile sahip olmayan bir kimsenin İslam’ı bildiği nasıl söylenebilir.
Mezhep çatışmasını önlemenin en kestirme yolu, İslam’ın egemenlik iddiasının olmadığını yeniden keşfetmektir. İslam siyasi meseleleri insanın sorumluluğuna bırakmıştır. Ünlü Türk bilgini Maturidi 1100 sene önce çözüm yolunu göstermiştir: “Diyanet ayrıdır, siyaset ayrıdır.”