OluÅŸturulma Tarihi: Nisan 14, 2002 00:00
Şu anda ülkemizde de gösterimde olan ‘Akıl Oyunları’ filmiyle yeniden gündeme gelen şizofreni, akıl hastalıklarının içinde en gizemlisi ve en trajik olanı...Şizofrenler başkalarının göremediklerini görür. Gördüklerinin pek çoğu da gerçek değildir. Ancak dünyayı farklı şekilde algıladıkları için normal insanların göremediği gerçek pek çok şeyi görürler.‘Akıl Oyunları’ filmini görenler veya filmde anlatılan matematikçi Nash’in hayatını anlatan kitabı okumuş olanlar, şizofreninin hem hasta hem de doktoru için ne kadar zor bir hastalık olduğunu görürler.Şizofreni hala üzerinde bilimsel çalışmaların sürdüğü, genetik ilişkilerinin ortaya çıkartıldığı ve bir çok bakımdan da gizini hala koruyan bir hastalık. Görüntüleme tekniklerindeki gelişmeye paralel olarak, hastalığın beyinde etkilediği bölgeler tek tek ortaya çıktıkça, nedenleri ve tedavisi yolunda da önemli gelişmeler kaydediliyor. Tam şifa henüz söz konusu olmamakla birlikte yeni ilaçlar sayesinde hastalığın semptomları hafifletilebilmekte.Akıl ve bilinç düşmanıŞizofreni olarak isimlendirilen hastalık ilk kez 1890’larda Alman psikiyatrist Emil Kraepelin tarafından tanımlandı. Hala en gizemli ve en trajik akıl hastalıklarından biri olma özelliğini koruyan şizofreni, akıl ve bilincin düşmanıdır. Hasta sıklıkla sesler duyar, görüntüler görür ve bunları gerçek yaşamdakilerden ayırt edemez. Bir şizofren için sesler ve görüntüler bir radyodaki spiker ve oda içindeki eşyalar kadar gerçektir. Hastalık, ekonomik, coğrafi, kültürel, sosyal konumdan bağımsız olarak, herkesi hedef alabilir. Ne doktorlar ne de bilim adamları kimlerin şizofreniye yakalanacağını önceden tahmin edemez. Nedeni büyük ölçüde bilinmiyor. Hastalığa fetüs evresinde yanlış gelişen nöronlar yol açar, ancak semptomlar erişkin dönemde kendini belli eder. Nedeni ne olursa olsun, görülme sıklığı değişmiyor. Hastalığın tanımlanmasından bu yana yapılan araştırmalarda nüfusun yüzde 1’inde şizofreni görüldüğü tespit edildi. Genetik yatkınlığın önemi kesin olarak bilinmekle birlikte, bunun en önemli neden olmadığı da açıktır. Çünkü tek yumurta ikizlerinde, çocuklardan birinde şizofreni varsa, diğerinde görülme olasılığı yüzde 50’nin altındadır. Şizofreninin teşhisi yıllar alabilir. Oscar ödüllü ‘Akıl Oyunları’ filminde de ustaca ortaya konulduğu üzere, bazı hastalar rahatsızlıklarını yıllarca başkalarından gizleyebilir. Filmde, ünlü matematikçi John Nash’in yaşamından yola çıkarak, bir şizofrenin yaşadığı paradoks dramatik bir şekilde gözler önüne serilirken, özellikle zeka ile hastalık arasındaki kıyasıya mücadeleye dikkat çekiliyor. Bazı hastaların rahatsızlığın ilk evrelerinde müthiş bir yaratıcılık ve algılama yeteneği sergilediğini söyleyen Iowa Üniversitesi’nden psikiyatri profesörü Nancy Andreasen, ‘Şizofrenler başkalarının göremediklerini görür. Gördüklerinin pek çoğu da gerçek değildir. Ancak dünyayı farklı şekilde algıladıkları için normal insanların göremediği pek çok şeyi de -ki bunlar gerçekten vardır- görürler’ diyor.Şizofreni teşhisinin konulması için aşağıdaki semptomlardan en az iki tanesinin varlığı -sürekli olma koşulu ile- gerekli:Olmayan sesleri duymakHalüsinasyon -sanrı- görmekTutarsız, anlaşılmaz şekilde konuşmakKatatonik -dış ortamla ilgisiz- ve tutarsız davranışlarda bulunmakDuygu veya irade yoksunluğuSanrı ve ses yeterliHalüsinasyonlar ve sesler teşhis konulması için yeterlidir. Katatonik şizofreni denilen bir alt tipinde hasta uyuşmuş gibidir. Bu gibi hastalar tüm istek ve emirlere kulaklarını tıkayıp, acayip pozisyonlarda saatlerce dururlar. Abartılı mimik ve tavırlar içine girerler. Paranoid şizofrenide hasta gerçeklerle bağdaşmayan fikirleri benimser, olmayan sesleri duyar ve yalnızca kendi kafasının içinde yaratmış olduğu görüntüleri görür. Sinirbilimciler artık bu halüsinasyonların izlerini beyinde sürüyor. 1995 yılında Cornell Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Dr. David Silbersweig ve Dr. Emily Stern’in, Londra Üniversitesi’nden bir ekip ile birlikte gerçekleştirdiği bir çalışmada, halüsinasyon krizi sırasında hastaların beyin taramaları alındı. Bir görüntü belirdiği veya bir ses duyulduğu zaman hastadan bir düğmeye basmaları istendi. Bu şekilde bilim adamları anormal faaliyetlerin ne zaman başladığını saptayabildi. Anormal faaliyet yoğunluğu tahminlerinin üzerindeydi. Örneğin, bir hasta kesik başlar gördüğünü söylediği zaman hareket, renk ve şekilleri işlemden geçiren duyusal korteks aktif hale geçiyordu.Hastaların ses duyduğu zaman işitsel korteks ve lisan-işleme bölgelerinin harekete geçtiği anlaşıldı. Gerçekte bu bölgelerin karmaşık işitsel ve lisana dayalı bilgileri işlemden geçirdiği bilindiği için hastaların hayali sesleri gerçeklerinden ayırt edememelerinin altındaki neden de böylece ortaya çıkmış oldu.Halüsinasyon sırasında beynin derinliklerinde yer alan bellek (hipokampus), duygular (amigdala) ve bilinç (talamus) ile ilgili bölgeler, hava kararır kararmaz yanan sokak lambaları gibi ışımaya başlar. Bu, halüsinasyonlara duyguların niçin eşlik ettiğini açıklar. Duyusal sinyaller beynin derinliklerine iletildiği zaman burada bellek ve duygularla buluşur. Ancak sinirsel trafiğin bunun tam tersi yöne doğru da ilerleme olasılığı vardır. Nash’in Nobel kazanan ‘Oyun Kuramı’Rekabetçi oyunlar (ki bunlar sadece bir bölü kesinlikle rekabetçi oyun, zero, sum game olarak tanımlanabilir, futbol, santranç, poker gibi) genelde iki veya daha çok sayıda oyuncunun belirlenmiş bir dizi kurallar çerçevesinde kazanma stratejileri saptayarak kendi çıkarlarını Ğya da kazanma seçeneklerini- en yükseğe çıkarma ve karşıtlarının kazanma şanslarını en aza indirgeme yarışması olarak tanımlanabilir.John Nash, ABD’nin prestijli üniversitelerinden biri olan Princeton’da 50’li yıllarda daha öğrenci iken, yardımlaşmalı (cooperative) ve yardımlaşmasız (noncooperative) oyunlar için geliştirdiği matematiksel çözümüyle oyun kuramına (Game Theory) yenilik getirdi ve 1994 yılında ekonomi dalında Nobel Ödülü aldı. Yakın zamanda vizyona giren ‘Akıl Oyunları’ adlı filminin toplam 4 Oscar Ödülü alması nedeniyle de yaşam öyküsü -- daha doğrusu paranoya-şizofren rahatsızlığı gündeme oturdu. Basınımızda da konu hakkında epey yazılıp çizilmesine karşın konunun uzmanı olmayan sıradan seyirci tarafından Nash’ın yapmış olduğu katkının içeriği tam olarak anlaşılamadı. Bu katkı filmde bir bar sahnesinde, bara giren bir kızın nasıl ‘paylaşılacağına’ ilişkin bir sahneyle geçiştirilmişti.Nash, yardımlaşmalı oyunlar ile yardımlaşmasız oyunlar arasındaki farkları matematiksel anlamda açıklamıştı. Yardımlaşmasız oyunlarda, yardımlaşmalılardan farklı olarak, bir dış otorite oyuncuların kurallara katı olarak uymasını sağlamamaktaydı. Yani otorite gerekmiyordu. Otorite olsa bile kuralların sağlanmasıyla yükümlü değildi. Nash gösterdi ki, bu tür oyunlarda optimal strateji kümeleri oluşturulabilmekteydi Ğ öyle ki, bir oyuncu stratejisini değiştirse bile diğer oyuncuların stratejileri sabit kaldığında bu denge değişmiyordu, yani o oyuncu kendi durumunu tek taraflı olarak iyileştiremiyordu.Yeri gelmişken belirtmekte yarar var; artık bu tür dengelere ‘Nash dengeleri’ (Nash Equilibria) denmektedir. Nash’ın yardımlaşmasız oyunlar konusundaki yaklaşımı, gerçek yaşamda varolan uygulamaları daha iyi açıkladığı için oyun kuramında devrim yarattı. Özellikle ekonomi alanında, askeri uygulamalarda, diplomasi ve politikada, psikoloji ve evrimci biyolojide çığır açtı. ‘Nash, kuramını geliştirerek, yardımlaşmalı oyunlarda da optimal bir strateji geliştirilebileceğini ortaya koydu. Nash’ın yardımlaşmalı oyunları analiz ederken kullandığı yöntem, oyunu yardımlaşmasız oyun formuna indirgeyerek çözmeden ibaretti.’ Böylece, örneğin, bu tür oyunlarda pazarlık ve koordinasyon kavramları ortaya çıktı. Öyle ki, iki veya daha çok oyuncunun başarısızlığı her birinin erişebileceği sonucu en kötü yapabilmekteydi. Nash’ın oyun kuramını açıklarken kullanılan en yaygın örnek ‘Tutukluların Açmazı ’ (Prisoner’s Dilemna) adıyla bilinen örnektir. Tutukluların açmazı örneğiBirlikte işlemiş oldukları kanıtlanan küçük sayılabilecek bir suçtan iki kişi tutuklanmış olsun. Suçun cezası her biri için 2 yıl hapis yatmak olsun. Bu arada, tutukluların ikisi birden, yargıç tarafından delil olmadığı için kanıtlanamayan daha büyük bir suçu da işlemiş olsunlar. Bu suçun cezası da her biri için toplam 8 yıl tutuklu kalmayı gerektirsin.Ayrı ayrı hücrelerde tutulan ve iletişimi olmayan tutuklulara yargıç diğer tutuklunun işlemiş olduğu suçları itiraf etmesi karşılığında %50 indirim yapacağını açıklasın. Bu durumda, oyun kuramına göre en iyi strateji ne olmalıdır?Stratejiyi bir tablo ile gösterelim: Tutuklu 2Konuşur KonuşmazTutuklu 1Konuşur 5 yıl, 5 yıl 1 yıl, 10 yılKonuşmaz 10 yıl, 1 yıl 2 yıl, 2 yılBu durumda, her ikisi için de en iyi strateji (Pareto Optimum) her ikisinin de susmasıdır. Eğer her ikisi de konuşursa, her biri 5 yıl ceza alır (İkisinin de zararına durum). Biri susar, diğeri konuşursa konuşan 1 yıl, susan ise 10 yıl ceza alır (Biri kazançlı çıkarken diğeri kaybeder). Sonuçta, her ikisi de karşılıklı kazançlı çıkmak için konuşmama konusunda karara varmak durumundadır. Tabii diğerinin konuşmayacağından emin olanın uyanıklık yapma hakkı saklıdır! Kollektif çıkar ve bireysel çıkarın çatıştığı, üstelik de kollektif çıkarı gözetmenin kişiyi bireysel olarak başlangıç noktasına göre daha kötü bir sonuçla bıraktığı durumlarda tutukluların açmazı ile karşı karşıyayız demektir.Bu örnek, bugüne dek bir çok kişi tarafından yeri geldiğinde devletin veya diğer otoritelerin bireylerin seçiminin kısıtlaması gerekebileceğini savunmak için yaygın olarak kullanılmıştır. Oysa burada dikkat edilmesi gereken önemli nokta şudur: Gerçekte, otorite de her zaman oyunun içindedir. Hiçbir zaman olayın dışında, olaya etki etmeyen bir bağımsız organ niteliğinde bulunmaz. Otoritenin en yüksek faydayı sağladığı sonuç her iki oyuncu için kollektif olarak en kötü sonuçtur. Otorite mekanizmayı dizayn eden, yani oyunun kurallarını saptayan oyuncu olarak beklediği sonucu sağlayabilmektedir.* * *Oyun kuramına ilişkin daha bir çok Ğbelki de sonsuz sayıda- örnek bulunabilir: Şirketlerin fiyat attırma politikaları, toplu iş sözleşmeleri, evlilik, boşanma, iflas, petrol boru hattı anlaşmaları, işgal, savaş gibiÉdiğer insanlarla girdiğimiz her türlü ekonomik, sosyal, duygusal vb. ilişki aslında bir oyun olarak modellenebilir.Hatta, kimbilir belki de ‘Akıl Oyunları’ filminde tartışma yaratan ‘Nash ilaç içip de mi, yoksa ilaç içmeden mi iyileşti?’ tartışması bile oyun kuramı çerçevesinde ele alınabilir.Dr. Talip TANSELBellek ve duygularla ilgili merkezlerdeki faaliyetler sesleri ve görüntüleri tetikleyebilir.
İşkence gibiBütün bunlar niçin bazı insanların balina, bazılarının ise kesik kafa gördüğünü açıklamaya yetmiyor. Bilinen tek şey, halüsinasyonların içeriğinin büyük bir olasılıkla kişisel deneyimleri yansıttığı. Sesler de aynı şekilde bellekteki anılardan kaynaklanıyor olabilir. ‘Seslerin en kötü yanı kendi beyninizin tam içinden gelmesi’ diye konuşan Washington Üniversitesi’nden psikiyatrist Carol North, kendisi de 16 yaşındayken hayali sesler duyduğunu belirterek, yaşadığı sıkıntıları şöyle dile getiriyor: ‘Çünkü bu sesler sizin en gizli duygularınızı ve sizi en fazla rahatsız eden düşünceleri bilir ve bu bilgileri bir silah olarak size yöneltir. Sizi en fazla korkutan konuların üzerine giderek korkularınızla baş etmenizi engeller. Bu bir işkence değil de nedir?’
Sessiz bölgeŞizofreni ile ilgili diğer bir beyin bölgesi ise tümüyle sakin ve suskundur. Cornell-Londra ortak çalışmasında elde edilen bilgilere göre şizofreninin en belirgin semptomlarından biri frontal loblardaki (alnın tam arkasındaki beyin bölgesi) anormal hareketsizliktir. Bu bölgeler duygusal sistemi yönetmek ve duyusal bilgileri değerlendirmekle yükümlüdür. Başka bir deyişle, bu bölgeler gerçek ile hayal arasındaki sınırı belirler. Silbersweig durumu şöyle açıklıyor: ‘Şizofreninin psikotik semptomlarının eksiksiz bir şekilde ortaya çıkması için iki büyük darbe yemeniz gerekiyor. Biri, duyusal ve duygusal foksiyonlarda çarpıklık, diğeri ise frontal lob fonksiyonlarındaki çarpıklık. Bu durumda halüsinasyonlar üzerindeki tüm baskılar kalkar ve gerçeklik duygusu tamamen yok olur. Sonuçta halüsinasyonların gerçekliğine inanırsınız.’Gerçeklik ile hayal arasındaki sınırların kalkması, şizofreniden çıkma, halüsinasyonlardan kurtulma isteğini de ortadan kaldırır. ABD Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü’nden Dr. Richard Wyatt, şizofrenlerde iyileşme arzusunun olmadığını ileri sürüyor. ‘Akıl Oyunları’ filminin de bilimsel danışmanlığını yapan Dr. Wyatt, filmin sonlarına doğru Nash’ın, hasta olduğunu kabullenmesiyle birlikte hayalinde yarattığı tipleri ‘görmezlikten geldiğini’ belirtiyor. Gerçek yaşamda ise durumun daha da vahim olduğuna dikkat çeken Wyatt, onlarca yıldır hasta olanların içinde -ilaçlar sayesinde bir dönem halüsinasyonlardan kurtulsalar dahi- çok azının herkesin duyduğu seslerle yalnızca kendi duydukları sesler arasında bir ayırım yapabildiğini söylüyor.
Eski kuramlar geçersizŞizofrenik halüsinasyonlar sırasındaki beyin faaliyetlerinin tespitinde büyük ilerlemeler kaydeden bilim adamları, bunların nedenlerini de ortaya çıkartmak üzere olduklarına inanıyor. Öncelikle eski kuramlar artık geçersiz. Örneğin soğuk ve ilgisiz annelerin çocuklarının şizofreniye yatkın olduklarına ilişkin eski tezin doğru olmadığı artık biliniyor. Gerçek neden henüz bilinmemekle birlikte bazı bilimsel çalışmalardan umut verici sonuçlar alınıyor. Örneğin, babaların yaşı çok önemli. Columbia Üniversitesi’nden Dr.Dolores Malaspina’nın son çalışmasına göre 25 yaşında baba olmuş bir erkeğin çocuğunu 21 yaşına dek şizofreni belirtileri göstermesi olasılığı 198’de 1 iken, 40 yaşında baba olmuş bir erkekte bu risk bunun iki katı. 50 yaşındakinde ise risk üçe katlanıyor. Ayrıca fetüsün beyinsel gelişimini etkileyen virüsler ve stresler de riski artıran faktörler. Hamileliği sırasında yetersiz beslenen veya kızamıkçık geçiren kadınların çocuklarında bu risk yine yüksek. Ve ailede şizofreni vakasının bulunması doğacak çocuğun hastalığa yakalanma riskini arttırıyor.  Şizofreni ile ilgili bir diğer yanılgı da yaratıcılık ile ilgilidir. İki kutuplu akıl hastalıklarının yaratıcılıkları -manik depresif örneği- şizofrenlerden daha fazladır. ‘John Nash’in yaratıcılığının büyük bir kısmı hastalığından önceki evreye aittir’ diye konuşan Wyatt, ‘Şizofreni çok parlak fikirlere zemin hazırlayabilir. Ancak bunları herkesin anlayacağı bir şekle dönüştürmek çok zordur. Tedavi edilmeyen şizofreni vakalarında hasta o kadar kötü haldedir ki, bırakın roman yazmasını veya beste yapmasını, günlük yaşamındaki sıradan işleri bile beceremez. Ancak matematik ve fizik gibi bilim dallarında sürdürülebilir disipline gereksinim duyulmadığı ve pek çok fikir sezgi yoluyla geldiği için şizofrenik bir beynin de katkısı yabana atılmayabilir’ diyor.Şu anda şizofreni tedavi edilemeyen hastalıklar sınıfındadır, çünkü ilaçlar düğüm haline gelmiş sinirsel devreleri çözemez. Ancak ilaçlar hastaları sakinleştirebilir. Ses duyan, halüsinasyon gören hastaların beyinlerindeki dopamin salgısı miktarı normalin üzerinde olduğu için ‘Thorazine’ gibi ilaçlar dopamin reseptörlerini bloke eder. Sonuçta salgının nöronları etkilemesi engellenir.
İlaçların etkisiAncak dopamin aynı zamanda hareketleri de etkilediği için Thorazine alan hastaların hareketleri yavaşlar ve yumuşaklığını yitirir. Dopamin ayrıca dikkat ve zevk alma bölgelerini düzenlediği için hasta duygusal yönden de yoksullaşır, zevk alma yetisi zayıflar.Yeni antipsikotikler akıllı bombalara benzer. ‘Clozaril’, ‘Risperdal’, ‘Zyprexa’, ‘Geodon’ ve ‘Seroquel’ yalnızca domanin seline maruz kalan bölgeleri etkiler. Bu ilaçlar seslerin ve görüntülerin tümüyle kaybolmasını sağlamasa da, hastaların aileleri ile yaşamalarına, işte çalışmalarına izin verir. Bunların en önemli yan etkisi iştahı artırması ve sonuçta kilo aldırmasıdır. Diğer bir yan etki de düşüncelerin bir sis perdesi ardındaymış gibi bulanıklaşmasıdır. Libido azalması da bir diğer yan etki. Bütün bu ilaçlar yalnızca hastalığın rahatsız edici semptomlarını hafifletir; hiçbiri tam şifa sağlamaz.
Kaynak: Newsweek9-15 Nisan 2002Â
button