Güncelleme Tarihi:
İlk filmi “Tatil Kitabı”yla sinema dünyasına başarıyla adım atan ve hala vizyonda olan “Bizim Büyük Çaresizliğimiz” filmiyle yurtiçinde olduğu kadar yurtdışında da büyük övgüler alan Teoman muhabirlerin sorularını yanıtladı.
Sanatsal içeriği olan filmlerin tüm dünyada karşılanma şekillerinin aynı olduğunun altını çizen Seyfi Teoman, “Sanatsal içeriği daha evrensel, tekrar izleme değeri yüksek olan, arkasında ticari bir hesap olmayan filmlerin tüm dünyada karşılanma şekli gişesinin az olması, ancak bu durumun istisnaları da olabilir. Türkiye'de siyasi bir yere denk gelen ama sinemasından da taviz vermeyen 'Sonbahar', 'İki Dil Bir Bavul' gibi filmler seyirciye ulaştılar. Çünkü politika insanların hayatında çok önemli” diye konuştu.
Bu durumun, 'sanat mı? tüketim mi?' ikileminden kaynaklandığını ifade eden Seyfi Teoman, “Bu bizim çözebileceğimiz bir sonuç değil. Dünyanın her tarafında, edebiyatta da olan bir sorun. Bir taraftan da aslında bizim kabahatimiz de vardır. Arada olan filmlerin sayısının artması lazım. Biraz seyirciyi aptal yerine koymayan filmlerin de olması lazım. Bu, ticari sinemanın değerini de yükseltir. Çünkü bizde bazı örnekler çok yerlerde sürünüyor. İçerik açısından değil, özen ve kalite açısından bahsediyorum” şeklinde konuştu.
Bir filmin festivale seçilmesinin onun değerini ne azaltacağını ne de artıracağını düşünen Seyfi Teoman, “Ne abartacağız, ne de önemsiz göreceğiz. Onlar sadece bizim daha çok insana ulaşmamız için bir platform bulmamızı sağlıyor. Biz mesela Berlin'e gitmeseydik, bir şekilde sanat sinemasına diş bileyen yapımcıların filmleri gidebilecek miydi? Biz mi engelliyoruz onları” değerlendirmesinde bulundu.
Yönetmen Teoman, Türkiye'de “usta” olarak gördüğü yönetmenlerin de bu çemberin içine girmediğini ve alnının teriyle, hiç taviz vermeden, tamamen kişisel tarzla film yaptıklarını ifade ederek, “Bunu zamanında Metin Erksan da yapmış, Lütfi Akad da yapmış. Ben, kendi geçmişimi orada görüyorum. Yeşilçam, avantür filmlerin bir devamı. Biz de öteki sinemanın, Yılmaz Güney'in devamıyız” ifadelerini kullandı.
Seyfi Teoman, “İnsanlar her şeyi istemesinler. Beş milyon izleyiciniz varsa aynı zamanda tüm ödülleri toplamak istemeyin. Belli sayıda ödül aldıysanız ve festivaller tarafından onurlandırıldıysanız, (ben aynı zamanda 5 milyon seyirci istiyorum) demeyin. Hem çantayı hem içindekini istemeyin yani. Biraz şuurlu olmak lazım” dedi.
“BİZİM BÜYÜK ÇARESİZLİĞİMİZ”
Teoman, “Bizim Büyük Çaresizliğimiz”in çok sevdiği bir Barış Bıçakçı romanı olduğunu belirtti. Romanı daha öğrencilik yıllarında okuduğunu ve 'Yapsam ne güzel olur' diye düşündüğünü aktaran ödüllü yönetmen, ilk filmi “Tatil Kitabı”nı yaparken de Bıçakçı'nın iki öyküsünü filmde kullanmak için yazarla tanıştığını ve onunla çok iyi anlaştığını söyledi. “Ben de zaten biraz Barış'ın edebiyatta yapmak istediği şeyin sinemada karşılığını yapmak istiyorum duygu olarak...Daha sade, insanlık üzerine filmler” şeklinde konuşan Teoman, bunun üzerine Barış Bıçakçı'ya teklif götürdüklerini ve sonrasında beraber senaryo çalışmalarına başladıklarını kaydetti.
Filmin, 22 yaşındaki genç bir kızın, beraber yaşayan 30'ların sonunda iki adamla geçirdiği iki yılı anlattığını dile getiren Seyfi Teoman, şunları anlattı:
“Ankara'nın mimari açıdan çok ilginç bir yapısı var. Çünkü hem 1930'larda yapılmış binalar hem de sonrasında yapılmış modern binalar var. Bir kere Ankara'nın merkezi dediğimiz Çankaya, Emek, Bahçelievler'de bize daha geçmişi anlatan bir mimari yapı var. Ve onu ben çok seviyorum. Aslında şehir de çok simetrik ve derli toplu bir şehir. Bu anlamda sinemaya çok uygun. Daha metropol hayatını yansıtabilecek bir şehir olarak da çok iyi çalışıyor. Onun için hepsi birleşti ve filmi izleyenler Ankara'yı beğeniyor. Filmimi izleyen bir kaç kişi bana “Ben artık Ankara'da yaşamak istiyorum” dedi. Sonuçta biz beğendiğimiz tarafları gösteriyoruz ama ben Ankara'yı hiç bilmiyordum. Onun için de biraz heyecanla geldim.
Bilmediğiniz bir mekanda film çekmek çok güzel. Çünkü o zaman grafik açıdan da değerlendirebiliyorsunuz. Hiçbir şeye angaje olmadığım ve Ankara ile ilgili bir ön yargım olmadığı için algılarım da farklı oluyor. Ben mesela çok sevdim Ankara'yı. Biz burada 3 ay geçirdik. Bayağı kendimi yakın hissettim bu kente. Burada yaşayabileceğimi hissettim. Ankara'ya karşı genelde iki yaklaşım var. Bazıları çok seviyor, bazıları ise hiç sevmiyor. Ben anlamıyorum bunu. İnsanları da çok rahat ve olumlu anlamda çok sakinler. Biz öyle gördük, belki romantize etmeye çalıştık filmde ama öyle gördük ve yansıtmaya çalıştık filmde.”
Eskiden şiir ya da resmin çok yazılıp çizildiğini söyleyen Seyfi Teoman, şimdilerde ise en önde olan sanat dalının sinema olduğuna işaret etti. Şu anda gerçekten bir şeyler üretmek isteyen insanların yüzünü sinemaya döndüğünü aktaran genç yönetmen, “Bende İstanbul Film Festivalinde film seyrede seyrede aklıma yerleşti filmle uğraşma fikri. Sektöre girdim, sonra aklımda sürekli yönetmenlik yapmak olduğu için o tarafa doğru yöneldim ve yaptım” dedi.
“HER FİLMDE YENİ BİR ŞEY DENEMEYE ÇALIŞIYORUM”
Biçim fetişizmine inanmadığının altını çizen Teoman, biçimsel trikler, numaralar ya da anlatım formatlarını fetişleştirmemek gerektiğini savundu. Bu nedenle her filmde yeni bir şey denemeye çalıştığını anlatan başarılı yönetmen, (Ben bir biçim buldum ve onu devam ettireyim)den çok, mümkün olduğunca yeni bir biçimin acemisi olup heyecanla bir şeyler yapmak gerektiğini belirtti. Teoman, “Bir şeyde ustalaştım dediğiniz anda orada eskimeye başlıyorsunuz. Onun için hep biçim konusunda bir yenilik yapmaya çalışıyorum. Bu yeni bir mekana gelip film çekmek gibi bir şey. Ayrıca bunu yaparken dürüst, samimi olmak ve mümkün olduğu kadar işe yalan ve hesap sokmamak da önemli. Dürüstçe, ne hissediyorsan onu anlatacaksın” diye konuştu.
Kültür Bakanlığının son 3-4 yılda sinemaya verdiği desteğe de değinen Seyfi Teoman, şunları anlattı:
“Bu herkesin alabildiği bir destek değil. Çok az bir destek veriliyor ve çok fazla insan film yapmak için başvuruyor. Bu şöyle bir şeye neden oluyor. Öyle bir ihtimal olduğu için insanlar başvuru hazırlıyorlar ve proje geliştiriyorlar ve bir şekilde orada tutulup destek alamazlarsa da kişiler imkanlarını zorlayarak filmlerini yapıyorlar. Bu anlamda üretimi harekete geçiren bir yapısı var. Benim filmim almadı o desteği. Alan da var ama çoğu almadı. Ama en azından biz o başvuruyu yaptık. Onu yapmak için de desteğin çıkabilme ihtimali üzerinden filmin yapılabilirliği de arttı. Bir ivme kazandırdı. Bu işin materyal boyutu.
Onun dışında, iyi örnekler çıktıkça daha çok insan teşvik oldu. 3-4 tane genç yönetmen başarıya ulaşınca daha çok insan bu işi yapmaya çalıştı. Projeler daha çok geliştirildi. Bu, kendi kendine bir hareket gibi bir şey oldu.”
İçinde bulunduğu “Yeni Sinema Hareketi” grubundan da bahseden Teoman, yapımcı ve yönetmenlerden oluşan, belli kalitede ve kalburüstü filmler yapmış 30 üyeleri olduğunu dile getirdi. Genel anlamda mümkün olduğu kadar minimal koşullarda filmi kotarmaya çalıştıklarını aktaran Seyfi Teoman, “Biz mesela bu filmde mümkün olduğu kadar prodüksiyon kalitesini çok yüksek tutmaya çalıştık. O da imkanlarla ilgili bir şey. Biz mesela belli fonlardan para alabildik bu filmin yapımı aşamasında. Gelen paraların hepsini -hatta daha fazlasını- filme harcadık. Bizim temel farkımız bu. Bir filmi en iyi olsun diye yapabileceğimiz her şeyi yapıyoruz. Bu ruh var benim etrafımdaki 'Yeni Sinema Hareketi' içindeki insanlarda. Elinden gelen her şeyi filme koyup iyi film yapmaya çalışmak. Bence bu devam ediyor ve devamı da gelecek. Bizim gücümüz tamamıyla yaptığımız filmlerden geliyor. Üretim devam ettikçe de bu güç devam edecek” şeklinde konuştu.
Filminin kategori olarak ana akım ticari sinemanın içinde görünmese de gri bölgede olduğunu düşündüğünü anlatan genç sanatçı, “İzleyicinin hoşlanabileceği, daha rahat yaklaşabileceği, içeriğinden kesinlikle taviz vermeyen bir film” dedi.