Güncelleme Tarihi:
İslam devriminden sonra İran'dan önce Şah yanlıları kaçtı. Onları Halkın Mücahitleri, sol örgütlerin elemanları ve Kürtler izledi. Nasıl kaçmasınlar, tüm ülkede korkunç bir işkence ve terör dalgası esiyordu. İnsanlar meydanlarda idam ediliyor, vinçlere asılarak ya da kamyonların arkasına bağlanarak teşhir ediliyorlardı.
Yakalanan kızlar bakire bile olsalar, asılmaktan ya da kurşuna dizilmekten kurtulamıyorlardı. Oysa İslam inanışına göre, bakire kızlar idam edilemez. Bunun da bir çaresini bulmuşlardı; hemen oracıkta bir pastarla imam nikahı kıydırıp tecavüz ettiriyor; sonra da asıyorlardı. Daha acısı, bir süre sonra bu kızların evlerinin kapısı çalınıyordu. ‘‘Anne ben senin damadınım. Kızınla asılmadan önce evlendik!’’ Sırıtan bir adam böyle söylüyordu! Bu asılan kızın ailesine ikinci bir eziyetti. Bazen de kapıyı çalıp, kurşuna dizerken sıktıkları mermilerin parasını istiyorlardı!
İran'dan kaçanlar, bu dalganın sürükledikleriydi. Çoğunun ilk durağı Türkiye'ydi. Bir ara Türkiye'deki İranlıların sayısı yüzbinlerle ifade edilir olmuştu. İslam devrimi, muhaliflerini burada da rahat bırakmıyor, peşlerine düşüyordu. Öldürülen İranlı mültecilerin katilleri bulunamıyordu. 1993 sonlarında Emniyet'in dikkatini çekti; ne zaman İran'dan resmi bir heyet gelse o günler içinde bir ya da birkaç kaçak öldürülüyordu! Savama'nın katilleri, büyük olasılıkla bu heyetlerle birlikte gelip cinayeti işliyor ve rahatça ülkesine dönüyordu!
Aradan yıllar geçti, cinayetler geride kaldı. İran'dan kaçanlar eskisine oranla azaldı. Şimdi kaçanların çoğu yıllarca cezaevinde yatanlar. Devrimin ilk günlerinde cezaevine girenler, 1990'larda dışarı çıkmışlar ama sürekli taciz edilmişlerdi...
ÇIPLAK SÖYLENEN MARŞ
1996 yılında dağları aşarak Ağrı'ya ulaşan İranlı genç de ülkesinde yaşama şansı kalmayan insanlardan biriydi. 32 yaşındaydı ve yaşamının neredeyse yarısı cezaevinde geçmişti.
Cezaevine girdiğinde henüz bir lise öğrencisiydi. Arkadaşlarıyla birlikte duvarlara yazı yazıyor; bildiri dağıtıyorlardı. Şah rejimine karşı mücadele eden herkes gibi gizlenmeye gerek görmüyorlardı. O günlerde tam bir serbestlik ortamı vardı. Mollalar iktidara gelince sol örgütlerin elemanlarını teşhis etmekte hiç zorluk çekmediler!
O da gözaltına alınanlardan biriydi. Dokuz ay boyunca işkence gördü. Cezaevi günlerinde de dayak hiç eksik olmadı. En korkunç dayağı, öldürülen bir arkadaşını andığı için yedi. İçlerinden biri, cezaevi yönetimine ihbar etmiş; anma toplantısına katılan mahkumların tümü çırılçıplak soyulup küçük bir hücreye tıkılmışlardı! Ne yiyecek, ne tuvalet! Çırılçıplak ve ayakta geçen saatler. Elele tutuşup marşlar söylediler; ayakta kalmanın başka yolu yoktu! Arkadaşlarından biri sonunda dayanamadı; tuvaletini yaptı. Az sonra gardiyanlar geldiler ve hepsini sopadan geçirdiler. Cezaevinden çıkınca iş bulmakta zorlandı. Sonunda bir pazar yerinde tezgah açtı, meyve sebze satmaya başladı. Uzun zaman sonra bir cezaevi arkadaşıyla karşılaştı. ‘‘Hadi gel, ...'in evine gidelim. onun ölüm yıldönümü.’’ Bu fikir onun da hoşuna gitti. Birlikte gidip oğlu öldürülen annenin elini öptüler. ‘‘Biz de senin oğlun sayılırız.’’ Bu anma ziyaretlerini sürdürdüler, öldürülen başka arkadaşlarının evlerini sırayla dolaştılar. Sonra İslam devrimi aleyhine duvar yazıları yazmaya, küçük kağıtlar dağıtmaya başladılar. Bu eylemleri uzun ömürlü olamadı. Öbür arkadaşı yakalandı, kendisi de yakalanacağını anlayınca kaçtı.
Ağrı'da güvenlik görevlilerine teslim olduğunda iyice zayıflamış, avurtları çökmüştü. Soruları yanıtlarken çok tedirgindi. Geri gönderilmekten korkuyordu. Öyle olmadı, sığınma talebi kısa sürede kabul edildi; bir Avrupa ülkesine gönderildi...
KIZLARIM OLMADAN ASLA
İran'dan bir yıl kadar önce kaçan bir kadın da İslam devrimi öncesinde sol bir örgüt militanı olarak eylemlere katılmıştı. Sonraki yıllarda başından geçenler, Amerikalı Betty Mahmudi'nin ‘‘Kızım olmadan asla’’ adlı ünlü romanına taş çıkartacak cinstendi...
Onun dramı, devrim sonrasında gözaltına alınmasıyla başladı. O güne değin modern, rahat bir yaşamı vardı. O kentte araba kullanan ender kızlardan biriydi. Daha 19'undaydı. İşkence, aniden dünyasını değiştirdi!
Neyse ki, kara günler uzun sürmedi. Çok zengin olan babası, hemen devreye girdi. Tüm gücünü kullanıp, kızını 10 gün içinde serbest bıraktırdı. Bir süre sonra yeniden gözaltına alındı. Babası, bu kez ilkinde olduğu kadar çabuk kurtaramadı kızını. Genç kız, altı ay kadar tutuklu kaldı, işkencenin her türlüsüyle tanıştı.
Serbest kalınca, babası, kızını bir dahaki sefere kolay kurtaramayacağını anlamıştı. ‘‘Gel seni evlendirelim. Yoksa seni rahat bırakmayacaklar’’ dedi. Başka çaresi yoktu, kabul etti. Zengin bir tüccarın oğluyla evlendirdiler. Ama yine kurtulamadı. Üçüncü kez gözaltına alındığında ilk kızına hamileydi. ‘‘Seni de bebeğini de öldüreceğiz’’ diye karnına vuruyorlardı. Nasıl olduysa, çocuğunu düşürmedi. Cezaevinde doğan kızını dışarı verdi.
Bu arada babası da zor günler geçiriyordu. Şah döneminin zenginlerinden olduğu için malına mülküne el koymuşlardı. O nedenle genç kızın cezaevi günleri, öncekilerden daha uzun oldu. 1984'de cezaevinden çıktığında kızı konuşmaya başlamıştı bile... Sorunları yine bitmedi, kocasının ailesi onu reddetti. Kocası ona sahip çıktı. Tahran'a taşındılar. Büyük ve modern bir sitede ev tuttular. Artık evinin kadınıydı. Birbirine benzeyen günler sakin geçiyordu. İkinci kızını orada doğurdu.
Evdeki huzurlu ortam yıllar sonra bozuldu. Kocasının ‘iş yemekleri’ arttı, eve daha az uğrar oldu. Aralarındaki iletişim kopunca kavgalar, ardından dayak başladı. Annelerini korumaya çalışan kızlarını da hırpalıyordu. Daha kötüsü onu ‘pastarlar’a ihbar etmekle tehdit etmesiydi. ‘‘Veririm seni devletin eline. Yine rahat durmuyor, eve bildiri getiriyor, dağıtmasını ben engelliyorum derim.’’ Kadın korkuyordu. 1993'te babası ölmüş, tamamen yalnız kalmıştı. Kocasının pervasızlığı biraz da bu yüzdendi.
Zamanla dayaklar dayanılmaz bir hal aldı. Kadın, canını dişine takıp boşanma davası açtı. Adam umursamadı, sadece kızlarını vermeyeceğini söylemekle yetindi. Kadın, bunu kabul etmiş göründü. Bir yandan sordu soruşturdu. İslam Hukuku'na göre, regl dönemi başlayan kızların velayetinin anneye verilebileceğini öğrendi. Kızlarını alıp kaçmayı kafasına koymuştu. Kaçış hazırlıklarını gizlice yürütmeye başladı.
Son duruşmada, kızlarının regl dönemine girdiklerini söyleyip velayetlerini istedi. Bu isteğinin kabul edilmesi kocasını çılgına çevirdi. Tehditlerini artırdı. Kadın itiraz etmeyip bir iki gün oyaladı. Bu sırada pasaport ve diğer hazırlıkları tamamladı. Kızlarını yanına alıp kaçtı. Ankara'ya ulaşınca onun ve kızlarının yaşamında yeni bir perde açıldı. Aylar süren bekleme döneminin ardından mülteci statüsü kazandılar. Ve şimdi Batı'da bir ülkede dayak ve korkulardan uzak bir yaşam sürüyorlar...
Nereye gittiğimizi bilmiyorduk
Afrika'dan gelen insanların yaşadıkları öyküler korkunç kanlı. Bir kız çocuğu vahşeti ‘‘Evimizi silahlı adamlar bastı. Anneme tecavüz edip boynunu kestiler. Kız kardeşimi ahıra götürdüler. 15 dakika sonra sesler kesildi’’ cümleleriyle anlatıyordu. ‘‘O adamlar köyümüze geldiğinde biz oyun oynuyorduk. Bum bum diye ses çıkaran ve birçok kişiyi öldüren bomba seslerini duydum.’’ Sudanlı bir çocuk ise böyle özetliyordu yaşadıklarını. ‘‘Nereye gittiğimizi bilmeden öyle kaçtık’’ diyen çocuk soluğu Türkiye'ye almıştı. Onun gibi Afrika'dan gemilerle Türkiye'ye ulaşanların sayısı hiç de az değildi. Geçen yıl sığınma talebinde bulunan Afrika kökenlilerin sayısı 77. Ancak kaçak Afrikalılar'ın sayısı bu rakamın çok çok üzerinde. Çoğu kez bu insanların ülkelerinden gerçek kaçış nedenlerini, hatta hangi ülkeden olduklarını bile bulmak mümkün olamıyor. Ülkeleri belirlense bile uçak paraları bir problem. Sadece geçen yıl 60 milyar lira uçak parası gerekiyordu! Batı ülkeleri de çoğunun ekonomik nedenlerle kaçtığını öne sürüyor ve özel durumlar dışında Afrikalılar'ı mülteci olarak kabul etmiyor.
Oğlumun kafasında verici var!
İran'dan kaçmıştı genç adam. Korktuğu her halinden belliydi. Elinden tuttuğu oğlunu gösterdi, fısıltıyla konuştu:
- Onu kaçırıp beynine bir alet yerleştirdiler.
Dinleyen görevli, anlayamadı.
- Nasıl bir alet o?
Adamın yüzü buruştu. Bir kez daha tekrarlamak zorunda kalmaktan hoşlanmamıştı. Görevlinin kulağına biraz daha yaklaştı:
- Kafasına verici koydular. O alet sayesinde bizi takip ediyorlar.
Genç adam ve oğlu, Ankara'da bir otele yerleştirildi. Birkaç gün sonra adam polise başvurdu:
- Otelde oğluma tecavüz etmeye kalktılar.
9-10 yaşlarındaki oğlu, olup bitenleri sessizce izliyordu. Sorulara yanıt vermiyor; dakikalar boyu hiç kıpırdamadan oturuyordu. Duyduğu acıyı, sadece gözleri ele veriyordu... Günler sonra öğrenildi ki, adam doğru söylemiyordu. Eşinden ayrılmış, mahkemenin kendisine vermediği oğlunu gizlice annesinden kaçırmıştı. Eşinin onu terketmesinin nedeni, psikolojik problemleriydi. Ülkesinden kaçmasını gerektiren ne bir baskı söz konusuydu ne de başka bir problem...
YARIN: İNSAN KAÇIRMA SEKTÖRÜ