İŞTE HİÇ YAYINLANMAMIŞ FOTOĞRAFLAR
BİRİNCİ GÜN: KABE'NİN KADIN ERKEK KURALI
İKİNCİ GÜN: KOSTÜMLÜ MAHŞER PROVASI
ÜÇÜNCÜ GÜN: SAFA VE MERVE TEPELERİ DÜMDÜZ
STARBUCKS’TA TANIK OLDUĞUMUZ İLGİNÇ OLAY
Cidde’den Medine’ye hareket ederken, bu yolun maneviyatını berhava edecek bir şey söylüyorum.
Yolda bir Starbucks bulup kahve alabilir miyiz?
Hicret ve Starbucks...
Yolun ilahi havasını mahveden bir kelime. Hayat bazen böyledir.
Bir cümle, bütün bir geçmişi bir anda yıkar geçer.
Ama burada söz konusu olan şey kahve...
Bazı sabahlarımın sonsuz Gılgamış’ı.
Ölümsüzlüğün sırrı, hayata açılan kapının şifresi.
Ne yapacaksınız, bir yanda maneviyatın inancı, öte yanda günlük hayatın bağımlılığı, hazzı.
Starbucks’a uğruyoruz.
Ahmet Hakan “Americano” istiyor, bense “Günün kahvesini...”
Biz Manhattan’da gibi kahvelerimizi beklerken içeri bir kadın giriyor.
Başı örtülü, üstü örtülü.
Bize servis yapan sempatik Suudi delikanlının yüzü birden asılıyor ve kadına biraz da azarlayıcı havayla, “Buradan alamazsın, yan tarafa geç, orada aile tarafından al” diyor.
Kadın, ilahi bir emir almış gibi hiç itiraz etmeden, çıkıp yan tarafa geçiyor.
O an anlıyoruz.
“Güle güle Manhattan, hoş geldin Cidde...”
Kahvelerimizi alıyoruz, devasa GMC’nin güçlü motorları harekete geçiyor.
Tam 1430 yıl sonra Hicret, kim bilir kaçıncı defa başlıyor.
Aynı yollardan geçeceğiz, aynı korkuları, aynı tutkuyu, aynı azmi yaşamaya, hissetmeye çalışacağız.
Yoldaşlığın ne olduğunu öğreneceğiz.
PEYGAMBER’İ KIZLAR KOROSU, BİZİ FERDİ TAYFUR KARŞILADIElimizdeki haritaya göre, Hazreti Muhammed’in Hicret yolu, şimdiki otoyola paralel, ama biraz solundaymış.
Bu yolun, 1430 yıl önce son peygamberi İslam’ın ikinci kalbine götürmesinden başka hiçbir özelliği yok.
Ama sadece bu özellik, o yolu, yol olmaktan çıkarıp bir “Tarik”e çevirmeye yetmez mi?
Fazlasıyla yeter.
Etraf çöl.
Bir de ışıklı benzin istasyonları, küçük alışveriş merkezleri.
O yol boyunca anlıyorsunuz ki, dinler insanları ayırıyor, ama o küresel işaretler istemeseniz de sizi birleştiriyor.
Starbucks, Nokia, Toyota, Coca-Cola ve yüzlercesi...
Her biri Kâbe kadar tanıdığımız semboller.
Medine’ye az kala, Ahmet Hakan, Hazreti Muhammed’i Medine’de karşılayan kızlar korosunun söylediği ilahiyi anlatıyor.
İşte tam o sırada İslam Konferansı Örgütü Medya Danışmanı Fatih Öke, bize bir sürpriz yapıyor.
Bir CD çıkarıp yerleştiriyor ve “Bilin bakalım kim söylüyor” diyor.
Pür dikkat dinliyoruz.
Medine kapılarında Peygamber için söylenen o ilahiyi bir Türk söylüyor.
Olağanüstü etkileyici bir ses ve yorum...
“Aaa, bu Ferdi Tayfur” diyoruz.
Evet o.
Fethullah Gülen’e yakın bir müzik şirketi yayınlamış CD’yi...
Adı “Efendimiz...”
Ferdi Tayfur’un söylediği ilahiyi dinleye dinleye gidiyoruz.
Funda Arar’ı da dinliyoruz.
O mini etekli, omuzları açık şahane kadın da “Efendimiz”e sesleniyor.
Rahatlıyoruz.
“Efendimiz”i sevmek sadece tesettürlü kadının inhisarında değil.
GÖZÜM O GÖRÜNMEZ TÜRK ŞEHİTLERİNDE İlerde Medine’nin ilk ışıkları göründüğünde başta sorduğum sorunun cevabını yine kendim veriyorum.
Hicret, fani bir bedenin bir yerden başka bir yere muhaceretinden ibaret basit bir şey değil.
Asıl, bir ruhun, insanın iç dünyasının bir başka yere göç etmesi hicret...
İslam dini işte böyle bir hayalin hicreti sayesinde İstanbul’a kadar ulaşacaktı.
Üsküdar, Kâbe’yle aynı imtiyazı, “Harem” olma hakkını elde edecekti.
Gece yarısını geçiyorduk.
Hazreti Muhammed’in izinde, biz de Medine’ye giriyorduk.
O, 12 günde gitmişti.
Bizim muhaceretimiz ise sadece 3.5 saat sürmüştü.
Ama önümüzde, bundan 14 yüzyıl önce açılmış bir yol vardı ve bizler bu yolun inanmış veya inanmamış yolcularıydık.
İşte şimdi o şehirdeydik.
İslam’ın ikinci Kâbe’sinde.
Osmanlı’nın uğruna kim bilir kaç şehit bıraktığı o gazi şehirde.
Medine-i Müneverre’de...
PERDELERİ YAVAŞÇA AÇIYORUM KARŞIMDA PEYGAMBER CAMİİBüyük binaların arasından geçerek otelimize geliyoruz.
Otelimizin girişi, dünyanın herhangi bir şehrinde göreceğiniz Intercontinental’lerden biri.
Hızla ve merakla odamıza geçiyoruz.
Mekke’deki gibi yine pencereye koşuyorum.
Mekke’deki şantiye şoku beni iflah etmemiş.
Yine gözlerimi kapatarak perdeleri sonuna kadar açıyorum.
Sonra yavaş yavaş açıyorum.
Karşımda Mescid-i Nebevi.
Peygamber Camii.
Karanlığın ortasında ışıl ışıl parlıyor.
Hayatım boyunca gördüğüm en etkileyici mabet.
Tüylerim ürperiyor.
Dünyanın en büyük ikinci dininin aziz peygamberi, işte tam karşımda, o caminin bir köşesinde yatıyor.
Zaman duruyor, her şey siliniyor ve çocukluğumdan beri ruhuma işlemiş olan inancın kalbi durup dururken atmaya başlıyor.
İzmir’de, çocuk kokan yatağımda her gece okuduğum ve aradan geçen yılların bana tek satırını unutturamadığı o iki duayı okuyorum.
“Üç Kulhuvallahü, bir Elham...”
Her Türkün, “Türküm, doğrum, çalışkanım”dan sonraki en temel “Amentü”sü...
Hazreti Muhammed, Ebubekir ve Ömer...
Hz. Muhammed’in kabri, Peygamber Camii’nin içinde bir odada... Hz. Muhammed’in yanında Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer yatıyor. Üstünde yeşil kubbe bulunan kabir, ziyaretçilerle dolup taşıyor. Ziyaretçilerin kabir önünde uzun süre duraklaması izdihama yol açtığında güvenlik kuvvetleri müdahale ediyor.
Kâbe’de Türkçe dua edilir miİlk yazımın çıktığı gün Ali Şen aradı.
Tavaf sırasında rehberimin bana okuduğu Arapça duaları tekrarladığımı okumuş.
“Sen ne söylediğini anladın mı?” diye sordu.
“Hayır, anlamadım” dedim.
O da Kâbe’ye gitmiş. Rehberi, “Arapça mı okuyayım, yoksa İngilizce mi” diye sormuş.
Ali Şen, “Tabii ki, Arapça” demiş.
Bunun üzerine rehber, “Peki sen Arapça biliyor musun” deyince, Şen “Hayır” demiş.
“O zaman ne dua ettiğini nasıl anlayacaksın” deyip, duaları İngilizce okumaya başlamış.
Ali Şen, “Keşke sen de rehberinden Türkçe dua etmesini isteseydin” diyor.
Ben bu konuda cahilim.
Tartışmayı bilenlere bırakıyorum.
Avluda modern gölgelikler
Burası Medine’deki Peygamber Camii’nin avlusu... Suudi Hükümeti, caminin dış avlusuna şık ve modern çadırlar yaptırmış. Yakında hizmete girecek olan bu çadırlar, elektronik mekanizmayla çalışıyor ve serinletici aparatlara sahip...
YARIN: Medine’de yaptığım son dua neydi?