Güncelleme Tarihi:
Prof. Dr. İsmet Sungurbey, Türkiye'nin hayvan haklarıyla ilgili tek hukuk adamı. İstanbul Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Kürsüsü'nden emekli oldu. Bin sayfalık ‘‘Hayvan Hakları- Bir İnsanlık Kitabı’’nın üçüncü baskısına hazırlanıyor. İskenderun'daki köpek katliamından sonra oluşan tepkiler karşısında üç yıldır Meclis gündeminde bekleyen Hayvan Hakları Tasarısı'nın hazırlayıcısı da olan Sungurbey, hergün sabah ve akşam 500 köpek ve kediyi besliyor. Peygamberimizin ‘‘Hayvanlara eziyet edene Allah lanet etsin’’ buyruğunu hatırlatan Sungurbey, ‘‘Hayvan katliamı insanlık suçudur’’ diyor.
Hocam, sizin hayvan sevginizi biliyoruz. Hergün 500'e yakın kedi ve köpeğe bakıyorsunuz, onların ayaklarına gidiyorsunuz.
- Evet, her sabah 05'lerde Surlar'ın dışından yola koyuluyorum. Akşamdan arabamın bagajına balık, ciğer, köpekler için kemik ve yavrular için süt ve taze kaşer peyniri dolduruyorum. Oturduğum Yedikule'den itibaren Aksaray'a kadar, oradan da Süleymaniye'de, üniversite çevresinde yaklaşık 30 yerde 500 kedi ve köpeğe bakıyorum. Sabah postasını bitirdikten sonra akşam postasında beni bekleyenleri yine doyuruyorum. 20 yıldır bu böyle devam eder. Ve bütün gelirimi bunlara harcıyorum.
Zorlu bir şey bu... Nasıl bir keyif alıyorsunuz?
- Benim parolam 'mutlu kılmak, mutlu olmak'tır. Bunların mutlu olduğunu ve açlık işkencesi çekmediklerini görünce büyük bir zevk alıyorum. Onlar da beni tanıyorlar. Ünlü ruhbilimci Freud'un Jo-Fi adlı bir köpeği varmış; 'karşılıksız saf sevgiyi Jofi'de buldum' dermiş.
İskenderun'daki itlaf olayı neden bu kadar tepki uyandırdı.
- Özel TV'ler çoğalınca İhlas muhabirinin çektikleri kamuya maloldu. Yoksa, bu katliam yıllardır maalesef devam ediyor. Ben 1993'de yayınladığım kitabımda bu katliamın fotograflarına da yer verdim. 'İşkence Belediyesi' başlıklı Hürriyet'ten aldığım 13 Şubat 1985 tarihli haberde, İskenderun'daki katliamın aynısı İstanbul ve İzmir'de de yapılmıştı. Bu haberde Bedrettin Dalan, Suadiye'de evinin tam önünde bir hayvanın kıskaçla bağırta bağırta öldürtüldüğü anlatılır. Dalan, Hayvanseverler Derneği Başkanı'nın barınak yapılmasını istemesi karşısında 'Bu katliamla olur, katliam devam edecek' diyor. Burhan Özfatura da şöyle der: 'Şehirde hayvan beslemek ne halt oluyor. Hepsini öldüreceğim...' Nitekim öldürtüyor. İstanbul GOP'da yine Dalan zamanında, ne kadar kedi köpek varsa, hepsi çöp kamyonuna atılıyor, presleniyor, çığlıklar arasında pestilleri çıkartılıyor. İğrenç şeyler bunlar...
Kitap dediniz... Kitabınız Türkiye'de hayvan hakları üzerine yazılmış tek bilimsel kitap değil mi?
- 'Hayvan Hakları, Bir İnsanlık Kitabı' adını taşıyor. Üst başlığı ise 'Öldürttüğümüz Hayvan Dostlarımız Bizi Bağışlayınız'dır. Yaklaşık bin sayfadır ve İ.Ü. Hukuk Fakültesi'nce bastırılmıştır. Kitapta vurguladığım ana tema; 'hayvan katliamı insanlık suçu'dur.
TÜRKİYE BİR CEHENNEM
Batı ülkelerine gelirsek, onlar ne yapmışlar ya da yapıyorlar?
- Onlar 1970'li yıllarında hayvanları koruma yasalarını çıkarttılar. 15 Ekim 1978 tarihinde Paris'te UNSECO merkezinde Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi yayınlandı. Bütün bunların özü, her canlının yaşama hakkına saygıdır... Gerek yasalar gerekse hayvan hakları evrensel bildirgesi şu üç ilkeye yer verilmiştir:
1- Her canlının yaşama hakkı vardır. Ve bu hak yasal güvenceye bağlanmıştır.
2- Daha güçlü olan insanlar, daha güçsüz olan hayvanlara bakmakla yükümlüdürler. Görüldüğü gibi bu merhamet, lütuf işi olmaktan çıkarılmış, hukuksal bir yükümlülük olarak konulmuştur.
3- Kesin bir zorunluluk olmadıkça hiçbir hayvan öldürülemez... Örneğin Veteriner raporuyla saptanmadıkça...
Açıkcası bizde aksi oluyor....
- Ülkemiz hayvanlar için özellikle kimsesiz hayvanlar için tam bir cehennemdir. Şöyle ki; belediyelerin dörtte üçü dindar olduğunu iddia eden bir partinin yönetimindedir. Bu katliamlar da hergün yapılmaktadır. Hatta, katliam günleri ilan edilmektedir. Örneğin, Didim ve Datça belediyeleri, 'sahipli köpeklerinizi içeriye alın, bu çarşamba köpek katliam günüdür' diye anons yaptırabilmektedir.
Biz ne yapacağız? Mecliste bir tasarı var, üç yıldan beri çıkarılamıyor.
- Bu katliamları bir gün geçiktirmeden önlemek için Meclis'te bulunan Hayvanları Koruma Tasarısı'nın bir gün gecikmeden yasalaşmasıdır. Bu insanlık suçunu ve utancını bir an önce önlemeliyiz. Hürriyet'in değerli yazarları Ertuğrul Özkök ve Bekir Coşkun'a, Çevre Bakanı İmren Aykut ve TBMM Başkanı Hikmet Çetin'e, hayvanlar ve kendi adıma şükranlarımı sunarım. Özkök'ün 'Fransızların Köpek Bakışı' başlıklı yazısı bir edebiyat şaheseridir. İskenderun'da çöp kamyonuna atılan o köpek nasıl masum ve hüzünlü bakıyordu. İnsanların bu cinayeti nasıl ve neden yaptığını anlayamıyor, bir bebek, çocuk gibi bakıyordu bize... Özkök çok güzel canlandırmış. Dilerim, milletvekilleri bu yasayı geciktirmeden çıkartırlar. Bu insanlık utancından kurtuluruz. Yineliyorum; onlar bizden bir şey istemiyorlar, açlığa da dayanıyorlar, yeter ki canlarını almayalım, işkence yapmayalım...
Bu hayvanlarla ilgili tasarıyı sizin hazırladığınızı biliyoruz.
- Hükümleri ben uydurmadım, uygar Avrupa ülkelerinin yasalarından esinlendim; kendi şartlarımıza uygun hale getirdim.
Yasa çıktığında ne getirecek?
- Bu yasa belediyelere katliam değil, barınaklar kurma, üremelerini önlemek için kısırlaştırma görevi veriyor. Mezbaha ve lokanta artıklarıyla, en önemlisi hayvanseverlerin katkılarıyla bunların doğal ömürlerini tamamlamalarını öngörüyor.
Refahlı, yani Faziletli belediyelerin duyarlı olacağını beklemek zor.
- Onlara sesleniyorum: Müslümanlıkta hayvanlara eziyet etmenin çok büyük günah olduğunu bilmiyorlar mı? Hazreti Peygamber, 'Hayvanlara eziyet edene, Allah lanet etsin' diye buyuruyor. Osmanlı dönemindeki bir fetva kitabında, 'Hayvanlara şefkat, onların sevinci ile sevinmek, üzüntüsüyle üzülmek, Müslümanlığın şartıdır' diyor. Bir hadisi daha hatırlatayım; 'Bütün mahlukat, yani canlılar, Allah'ın iyalidır, yani ev halkındandır. Allah'a en sevgili olan da onlara en çok hizmet edendir.' denir. Bir atasözü vardır: 'Bunları -kedi köpeği- öldüren tüğü kadar cami yapsa, günahı affolmaz.'
Osmanlı'nın hayvan sevgisi
Osmanlı döneminde hayvanlara karşı daha şefkatlı olduğu biliniyor.
- Çok ilginç vakıflar kurulmuş... Göç sırasında kolu kanadı kırılan leyleklerin bakımı için Manisa'nın Mursallı köyünde bir vakıf vardır. Çocukluğumuzda, sakat kalıp göç edemeyen leyleklere Eyüp Sultan'da bakarlardı. Onlar 'Hacı leylek' diye sevilirdi. İlginç bir şey de, 19. Asırda Almanya'dan ordumuzu eğitmek üzere gelmiş olan Alman Mareşali Moltke'nin anılarında geçer; Üsküdar'da bir 'Kedi Hastanesi'nin kurulduğundan söz edilir. Yedikule'de Hacı Evhaddin Camisi vardır. Bu zat camisini ve tekkesini vakfederken, vakfiyesinde şu şartı koyuyor: 'Benim camimin ve tekkemin bahçesine oradan buradan atılan kediler ve yavruları için her gün 20 takım ciğer dağıtıla...' Hatırlarım, son zamanlara kadar bu şart yerine getiriliyordu. Babası emekli albay olan bir dostumdan dinlemiştim; Osmanlı'da top çeken atlar yaşlanınca kasaplara satılmaz, bakılmak üzere maaşa bağlanırmış... Selahattin Eyyübi gibi büyük bir hükümdarı yetiştiren Nurettin Zengi, Irak'ta yaşlanan hayvanların ömürlerini rahatça sona erdirmeleri için büyük otlakiyeler vakfetmiş... Bunun ne kadar isabetli olduğunu romancı Abbas Sayar'ın 'Yılkı Atı' romanından anlıyoruz. Şimdi ise atlar, hayvanlar yaşlandı mı, kışta kıyamette dağlara bırakılıyor. O hayvanlar neler çekiyor? İşte bunlar düşünülmüş. Bu arada şunu söyleyeyim; rahmetli Atatürk hayvanları çok severdi, öldürtmezdi. O zaman Himaye-i Hayvanat Cemiyeti'ne teslim edilirdi ve orada sahiplendirilirdi.
Bu işe yıllardır öncülük veriyorsunuz, duyarsız kişilere örnek oluyorsunuz. Ne öneriyorsunuz insanlara...
- Hayvan hakları için Avrupa'daki üniversitelerde kürsüler var. Çeşitli disiplinlerden hukukçu, veteriner, ihaliyatçı, eğitimci hocalar katılıyor derslere. Bizde de kurulabilir. Eskiden ' gel pisi, pisi... Gel kuçu kuçu' denirdi. Bu nezaket kalktı şimdi. Köpeklere 'hoşt', kedilere de 'pist hayvan' deniliyor. Tabii hayvanseverler çileden çıkıyorlar. Halbuki onlara hiçbir vermeseniz bile, insan dostudur bunlar, sadece yanınızda oturmaktan mutlu olurlar. Hayvanseverlerin dört beş derneği var. Bizim de kurduğumuz Muhtaç Hayvanları Koruma ve Sevme Vakfı (KORUSEV) adlı bir vakfımız var. Bunlar olumlu hizmet veriyorlar, yine de yetersiz kalıyorlar. Belediyeler hayvanlara saygılı olurlarsa bu vahşet bir ölçüde ortadan kalkabilir.
Nasıl hayvansever oldum
Hocam, sizde hayvan sevgisi nasıl başladı?
- Çocukluğumdan beri hep bunlar ne yer ne içer diye düşünürdüm. En eski bir anım şöyle; 2-3 yaşlarındayken hatırlıyorum, rahmetli büyükbabamla yatardım. Yatarken sorardım, 'büyükbabacığım, sokaktaki kedi ve köpekler ne yer' diye... O da inanarak mı, yoksa beni avutmak için mi bilmiyorum, şöyle derdi: 'Çocuğum tam gece yarısında Allah bir rüzgar estirir, bunların hepsini doyurur'. Sonra annem bana peynir ekmek verirdi, kapının önünde yiyeyim diye. Ben o ekmekleri sokağımızdaki 'Sürmeli' adındaki köpeğe verirdim. Daha sonra bilinçaltında kaldı bu. 20 yıl kadar önce bir gün arkadaşlarla yiyip içip eğlendik, dönüyorduk. Gece yarım sıralarında bir köpek sırt üstü yatmış, 5-6 yavrusunu emziriyordu. Ben yürüdüm devam ettim. Gece uyku tutmadı, bu ne yer ne içer, nasıl memeleri süt yapar, yavrulara nasıl bakar diye... Ondan sonra başladı bende bu sevgi... Geçmişte bilinçaltına itilen o şefkat ve merhamet tutkusu bilinçüstüne çıktı. Ve ondan sonra kendimi onlara adadım, kitabını yazdım.
Mandaya terhis tezkeresi
Reşat Ekrem Koçu'nun ‘‘Osmanlı Tarihinin Panoraması’’ kitabından:
‘‘Osmanlı döneminde tersane havuzlarına gemi alınınca havuzun suyu bostan dolaplarıyla boşaltılır, bunlara da mandalar koşulurdu. Bu iş için tersanede bir 'manda ağası' ve emrinde 'mandacılar' diye bir bölük vardı. Kur'ası tersaneye düşen askerlerden nakdi bedel kabul edilmez, ancak bir manda alınırdı. Bu şekilde askerliklerini dolduran mandalara bir 'terhis tezkeresi' verilir, tören yapılırdı. Törende, bu tezkere boynuzlarının arasına sırmalı bir kordonla takılırdı. Köyüne, kasabasına gönderilen mandalar merasimle karşılanırdı ve işe koşulmazdı.’’