Güncelleme Tarihi:
İmralı'da cam kafesten konuşan zat şehit ailelerinin acısını paylaştığını söyleyip ‘‘Hata ettim, özür dilerim’’ diyor, sonra ‘‘Yaşamam gerekir’’ diye konuşup devlete nasıl bağlı olduğunu söylüyor, derken İngiltere'nin Güneydoğu Anadolu ve Musul üzerinde senelerdir oyunlar tezgáhladığını anlatıyor ve bu sözleri işittikçe ben ‘‘Bu ifadeleri bir yerden hatırlıyorum’’ diye düşünüyorum.
Kenya'dan Türkiye'ye doğru yol alan uçaktaki konuşmalar ve adadaki cam kafesin ardından gelen sözler bize aslında hiç de yabancı değildi. Bazı cümlelerin neredeyse kelime kelime aynısı, bazısının da benzerleri bundan 74 yıl önce de sarfedilmiş, hatta bugün olduğu gibi o zamanın gazetelerinde de mahşetten yer almışlardı.
Türkiye, o günlerde de bir başka dertle uğraşıyordu: ‘‘Şeyh Said ayaklanması’’yla. Genç cumhuriyeti milletlerarası alanda meşrulaştıran Lozan Andlşması imzalanalı daha birkaç ay olmuş ama Musul'la Kerkük'ü kimin alacağına karar verilememiş, meselenin çözümü sonraya bırakılmış ve bütün gözler petrol bölgelerinin geleceğine çevrilmişti. Türkiye'yle o zamanların Musul'unu kontrolü altında tutan İngiltere arasında diplomatik bir mücadele yaşanıyordu ve işte tam o günlerde, 1925 Şubat'ında güneydoğuda bir ayaklanma patlayıverdi... Pululu Nakşibendi şeyhi Şeyh Said şeriat iddiasıyla bayrak açtı, kuvvetleri bir ara Diyarbakır'a girdi ve üç buçuk ay içinde binlerce kişi can verdi. Ayaklanmanın liderleri sonra tek tek yakalanıp İstiklal Mahkemesi'nin karşısına çıkartıldılar.
Şeyh Said 1925'in 26 Mayıs günü verdiği ilk ifadesinde ‘‘...Bu işlerde ne öndeyim, ne de arkadayım. Belki ortada bulunmuştum. Bizzat kumanda etmedim. Harbi ne uzaktan, ne yakından görmedim’’ dedi. Sonra harekete hakim olamadığını iddia etti ve ‘‘Aşiretler kendi akıllarıyla hareket ediyordu, kimse kimsenin sözüyle hareket etmiyordu’’ diye yakındı. Savcı Ahmet Süreyya Bey (Özgeevren) ‘‘Neden isyan ettiniz?’’ diye sorunca, cevabı ‘‘şeriat için’’ oldu. Sonra ‘‘Amacımız din hükümlerinin uygulanmasını rica yoluyla hükümete arzetmekti. Böyle zannediyorduk, inşaallah kabul buyurulur’’ dedi. Dinsizlikle suçlayıp isyan ettiği cumhuriyetin ‘‘Müslüman olduğunu’’ söyleyiverdi: ‘‘Anayasada 'Türkiye Cumhuriyeti'nin dini İslamdır' diye yazılıdır. Din hükümlerinin yerine getirilmesi de yazılıdır. Maksadımız da buydu. Allah'a hamdolsun, Türkiye'nin yöneticileri Müslümandır’’.
Bir ay devam eden mahkeme, 46 kişinin idamına karar verdi. Belgeler ayaklanmanın arkasında İngiltere'nin bulunduğunu, maksadın Türkiye'nin başına böyle bir dert açıp Musul'u oldu-bittiye getirmek olduğunu gösteriyordu. Neticede Musul Türkiye'den koptu, önce İngiliz himayesine girdi, sonra da Irak'a verildi.
İşte 74 sene öncesinden bugünlere uzanan, dinî mi yoksa etnik bir ayaklanma mı olduğu hálá tartışılan ama neticeleri her nedense hiç değişmeyen acı bir hatıralar zincirinin birkaç halkası...
Bu, 74 yıl öncesinden bugünlere uzanan, hálá tartışılan ama neticesi hep aynı kalan hazin bir hikáye-dir: Biz, Kenya' dan Türkiye'ye doğru yol alan uçaktaki konuşmaların ve İmralı'daki cam kafesin ardından gelen sözlerin neredeyse aynısını bundan 74 yıl önce de işitmiştik. 1925 isyanının lideri Şeyh Said de ‘Hatalarımız oldu’ demiş, mahkûm olunca ‘‘Hani ya doğruyu söylersem kurtaracaktınız?’’ diye sormuş, son sözü ‘‘Fena yaptık, bundan sonra iyi olur inşaallah’’ olmuştu.
Yakalandıklarındaki konuşmalar bile aynıydı
Kenya'dan Türkiye'ye doğru yol alan uçaktaki ilk konuşmaları şöyle bir hatırlayalım... Yüzü görünmeyen ve ekrandan sadece sesi işitilen bir subay kelepçeli yolcuya ‘‘Memlekete hoşgeldin’’ diyor, sonra ‘‘Sağlık durumun nasıl?’’ diye soruyordu.
Neredeyse kelimesi kelimesine aynı sayılabilecek bir başka konuşma bundan 74 sene önce, 5 Mayıs 1925 gününün öğleden sonrasında Diyarbakır'da, hükümet konağının önünde Kolordu komutanı Mürsel Paşa'yla Şeyh Said arasında geçmişti. İşte, bu konuşmanın bazı cümleleri:
Mürsel Paşa: Hoş geldiniz. Yolda çok rahatsız oldunuz mu? Seyahatiniz nasıl geçti?
Şeyh Said: Sefer zahmettir.
Mürsel Paşa: Hastaydınız, nasıl oldunuz?
Şeyh Said: Şimdi iyiceyim.
Mürsel Paşa: Yemek yemeye başladınız mı?
Şeyh Said: Hayır, daha korkuyorum.
Mürsel Paşa: O halde sizi daha tedavi etsinler. Doktorlar bakıyorlar mı?
Şeyh Said: Allah hepsinden razı olsun.
Şeyh Said ayaklanmasının liderlerinden Şeyh Şemseddin yakalanıp 11 Mayıs'ta Diyarbakır'a getirilecek ve vilayet konağında ‘‘Hamdolsun hükümetimiz sayesinde rahat geldim. Bir eksiğim yoktur. Cenáb-ı hak cumhuriyeti başımızdan eksik etmesin’’ diye dua edecek, mahkemedeki ifadesinde ‘‘Peygamberimiz ölürken cumhuriyeti emretmişlerdir. Bugünkü idare şeklimiz de peygamberin emrine uygundur’’ diyecekti.
SON SÖZÜ: ‘HANİ BERABER KUZU YİYECEKTİK?’
Şeyh Said'in Diyarbakır'da 1925'in 26 Mayıs sabahı bir sinema salonunda başlayan mahkemesi bir ay devam etti ve karar 28 Haziran'da açıklandı. Şeyh Said'le adamlarından 46'sı idama mahkum olmuştu.
Kararlar ertesi gün sabaha karşı infaz edildi. Şeyh Said hücresinden alınıp sehpaya götürüldüğü sırada kendisini mahkum eden hakimlerden Ali Saip Bey'e (Ursavaş) döndü ve ‘‘Saip Bey’’ dedi. ‘‘Hani ya doğruyu söylersem kurtaracaktın?’’
Hakimin cevabı ‘‘Ne yapalım Said Efendi’’ oldu. ‘‘Seninle Hınıs'ta kuzu yiyemedik’’.
Şeyh idama mahkum olmazsa, herkese kuzu ziyafeti vermeyi vaadetmişti.
Bundan sonra, aralarında şöyle bir konuşma geçti:
- Şeyh efendi, bundan daha hafif ceza olur mu?
- Bundan daha ağırını söyle bakalım Saib Bey! Artık kuzu filán kalmadı. Ne olurdu Edirne'de yüz bir sene verseydiniz?
Şeyh Said ‘‘Boynuzsuz keçinin áhını boynuzludan alırlar’’ dedi, sehpaya çıktı ve son sözü ‘‘Fena yaptık, bundan sonra iyi olur inşaallah’’ oldu.
(İttihad ve Terakki'nin liderlerinden Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın küçük oğlu Behçet Cemal'in 1955'te yayınladığı ‘‘Şeyh Said İsyanı’’ isimli kitaptan)