Güncelleme Tarihi:
Sokak köpekleri, asırlardır huzur içinde yaşadıkları İstanbul’da 1800’lerden itibaren “modernleşme” tartışmalarının ortasında kaldı. Devrin anlı şanlı aydınları bu konuda yazmaya başladı. Devrin en hareketli “medya gündemi” bu konuydu.
- İLK SÜRGÜN 1828: Halbuki Batılı seyyahların da yazdığı gibi sokak köpekleri Osmanlı şehirlerinde gayet huzur içinde yaşıyor, sokak satıcıları bu köpekler için yapılan “Manca” denilen bir tür mamayı sokaklarda dolaşarak hayır işlemek isteyen semt sakinlerine satıyordu. Ancak şartlar artık değişmişti. 1828’de sokak köpekleri için ilk sürgün kararı çıktı. Köpekler teknelere dolduruldu ve Marmara’daki küçük bir adaya sürüldü. Halkın tepkileri sonucu sürgün kısa sürede bitti ve şehre geri getirildiler. İstanbullular hayvanlara reva görülen bu muamelenin yangın, deprem gibi felaketlere yol açacağına inanıyordu.
- İKİNCİ GİRİŞİM 1860’TA: 1860’lardaki benzer bir sürgün girişimi de sonuçsuz kaldı.
- 1910’DA UYGULANDI: Takvimler 1910’u gösterdiğinde iktidarda kudretli İttihat Terakki hükümeti vardı. Sokak köpekleri yine gündemdeydi ve büyük bir sürgün için İstanbul’un “Şehremini” (Belediye Başkanı) Suphi Bey hazırlıklara başlamıştı. İlk plan köpeklerin toplatılarak Topkapı surları önündeki eski siperlerde muhafaza edilmesiydi. Bir süre sonra bundan vazgeçildi ve 29 Mayıs 1910’da alınan kararla sokak köpekleri toplatılarak 3 Haziran’da Hayırsızada’ya (Sivriada) gönderildi. Halkın tepkileri bu kez fayda etmedi.
FACİAYLA ADANIN İSMİ DEĞİŞTİ
Binlerce köpek küçücük bir adaya sıkışıp kalmış ve bir süre sonra açlıktan birbirini yemeye başlamıştı. Acı feryatları, ulumaları İstanbul’a kadar ulaşıyordu. Zamanla köpeklerin sesi duyulmaz oldu. Köpeklerin sayısı azaldıkça, geride bıraktıkları cesetlerinin yığınları da büyüyordu. İstanbullular 1912’deki Balkan savaşları faciasını da o sene İstanbul’u sallayan depremi de bu hayvancıkların ahı olarak gördü. Hatta bazı rivayetlere göre bu uğursuz ve hayırsız olayların kaynağı olduğuna inanıldığı için Sivriada’nın adı bir zaman sonra “Hayırsızada” oldu.
SEYYAH NOTLARI
- Bu felakete yabancı seyyahlar da şahitlik etti. İstanbul âşığı Fransız Pierre Lotti şunları yazdı: “Dört-beş asırlık sadakatten sonra ve kimseyi hiçbir zaman ısırmamış olmalarına rağmen, (köpekler) katliamların en iğrencine mahkûm edildiklerini gördüler. Hiçbir Türk, Hilâl’e uğursuzluk getireceği söylenen bu onur kırıcı görevi üstlenmek istemedi. Bu yüzden serseriler, işsiz güçsüzler ve haydutlar görevlendirildi. Bunlar işlerini demir kıskaçlarla yapıyor, zavallı kurbanlarını boyunlarından, ayaklarından ya da kuyruklarından yakalayor ve onları rasgele, kan-revan içinde Hayırsızada’ya götürecek olan mavnalara atıyorlardı. İçecek bir damla su yoktu, köpekler orada açlıktan ve susuzluktan öldü ve bu arada bilinçlerini yitirdiklerinden birbirlerini yediler. Yürekleri parçalayan iniltileri duyuluyordu.”
GALATA’DA GÖREMEYİNCE ŞAŞIRDIK
Bir başka yabancı yazar da o döneme şahitliğini özetle şöyle anlatıyor: “İstanbul’un, sihirli güzelliğinin bütün ihtişamıyla gözler önüne serildiği bir akşam vakti rıhtıma ayak basarken, Galata’daki köpeklerden hiçbirinin görünmediğini fark ederek şaşırdık. Batı’da yayınlanan gazetelerden, binlerce köpeğin ıssız adalardan birine atıldığını okumuştuk.”