Güncelleme Tarihi:
Padişahların kadınları, kızları ve anneleri denildiğinde, akla gelen ilk önce harem ve haremin esrarlı görüntüleri gelir. Zamanın güçlü hükümdarının güzel ama isimsiz kadınlarından hoş bir çehre hatırlarız.
Sonra, tarihlere ‘‘tarihi sevdiren adam’’ diye geçen Ahmet Refik'in dilimize yerleştirdiği ‘‘kadınlar saltanatı’’nı hatırlarız. Kösem Sultan'la Turhan Sultan'ın çekişmelerini, Hürrem Sultan'ın Kanuni Süleyman'ı parmağında oynatmasını, Safiye Sultan'ın İngiltere Kraliçesi Elizabeth'e yazdığı mektupları ve bir kadınlar kliğinin zamanla devleti ele geçirmesini...
Ama geçmişin saray kadınları sadece güç kavgasıyla değil, hayırlı işlerle de uğraştılar... Sosyal içerikli faaliyetler yapıp servetlerini vakfa çevirdiler ve asırlardır hâlâ ayakta duran, hemen her alanda faaliyet gösteren vakıflar yarattılar. Faaliyet sahaları İstanbul camilerinin kandilleri için lâzım olan zeytinyağından fakir hastaların tedavisine ve Medine'deki müezzinlerin aylıklarına kadar geniş bir yelpazeye yayılıyordu.
Sultan vakıfları arasında dikkat çekenlerinden biri, Üçüncü Murad'ın 1604'te ölen kızı Ayşe Sultan'a aitti. İstanbul'da 25 oda, bir kahvehane, iki menzil, dört değirmen, Filibe'de 8 bin koyun, Kıbrıs'ta bir çiftlik, Hama'da 60 dükkânla 1200 koyuna sahipti ve bütün bu varlığını kendi adıyla kurduğu vakfa devretti. Rahmetli kocası İbrahim Paşa'nın türbesinde her gün Kur'an okutulmasını, onun yerine kaza namazları kılınmasını ve hacca gidilmesini istiyordu, o kadar. Ayrıca vakıf bünyesinde bir de medrese yaptırılacak, burada okuyacak talebeye giyecek sağlanacak, bir çeşme inşa ettirilecek ve fakirlere aşure dağıtılacaktı.
Sultan, kendi ahret hayatını da unutmamıştı: Ölümünden sonra türbesinde günde iki defa hatim indirilecek, sevabı kendisine ait olacak şekilde kaza namazları kılınacak, yine kendi adına hacca gidilecek ve sık sık mevlit okutturulacaktı...
Osmanlı tarihi boyunca bu şekilde hayır vakıfları kuran çok sayıda sultan vardı ama hayır rekoru İkinci Mahmud'un ikinci kadını Bezmialem Valide Sultan'a aitti. Sultan Abdülmecid'in annesi olan Valide sultan, kurduğu vakıf ve yaptırdığı eserlerle son dönem Osmanlı sosyal hayatına silinmez bir şekilde mührünü basmış ve bunu çok büyük bir serveti vakfederek yapmıştı...
İşte, Bezmialem Valide Sultan'ın bağışladığı mal ve mülkün sadece bir kısmı:
İstanbul'da en büyüğü 85 dönüm olan yedi adet bağ, bir köşk, iki çiftlik, 43 tarla, 42 menzil, 24 dükkân, iki fırın, iki kireç ocağı, Paşaköy'de 996 arşınlık bir yalı arazisi, Göksu'da 150 dönüm çayır, dört değirmen ve beraberinde 17 menzil, Kocaeli'nde tarlalar, Çanakkale'de köy, İstanköy'de liman bahçesi, Varna'da çiftlik, Silistre'de arsa, Selânik'te gümrük arsası, Edremit'te 25 bin zeytin ağacı ve 150 bin kuruş nakit para...
Peki, bütün bu akıl almaz mal varlığıyla Valide Sultan nelerin yapılmasını şart koşmuştu?
Dolmabahçe'deki Valide Sultan Camii'ni inşa ettirmiş, bir çeşmeyle bir okul yaptırtmış, Hazret-i Muhammed'in Medine'deki kabrinin kandilleri için senelerce zeytinyağı göndertmiş, Kâbe müezzinlerinin aylıklarını ödenmiş, İstanbul'daki Merkez Efendi Dergâhı'nda kalan dervişlerin yemeklerini sağlamış ve bütün bunların yanında bir de hastahane yaptırmıştı: İstanbul'un bugün bile en önemli tıp merkezlerinden biri olan Vakıf Gureba Hastahanesi...
Bezmiâlem Valide Sultan'ın geride bıraktığı eserler, hayır işleriyle ilgilenen bugünün zengin hanımlarına ders olacak mahiyettedir.
İftar Yemekleri
Acem pilâvı
İyi cins kıvırcık eti ufak şekilde doğranıp tencereye atılır. Et yağlı değilse, bir-iki kaşık sade yağ ilâve edilip kavrulur ve etler kevgirle süzülüp alınır. Kalan yağaüç-dört baş soğan doğranır, kavrulur ve üzerine önceden hazırlanmış et yerleştirilir. Etin üzerine bol fıstık, üzüm, tarçın, karanfil ve kakule konur. Önceden yıkanmış bir ölçü Mısır pirinciyle iki ölçü soğuk su ve tuz ilâve edilir. Tencerenin kapağı kapatılır, kor üzerinde yavaş yavaş suyunu çekene kadar pişirilir ve bir kadayıf tepsisine başaşağı edilir (‘‘Melceü't-Tabbâhin’’den).
Reşad Ekrem'in giyim kuşam sözlüğü
Fermene
Çeşitli anlamları vardır. Harçla işlenmiş yuvarlak yanlı yeleğe dendiği gibi, aşağı tabakaya mahsus her çeşit elbiseye de bu isim verilir.fermene kelimesinin aslı, Latince ‘‘paramentum’’dur. Elbisenin önüne dikilen süsler demektir. Fermene, halk ağzında daha ziyade kaytanla işlenerek süslenmiş yeleklere de isim olmuştur. Çuhadan veya abadan kesilir, vücuda sımsıkı yapışır ve önden çapraz kavuşturulur. Bilhassa yangın tulumbacıları, fermeneye aşırı rağbet göstermişlerdir.
Hattın ustaları
Vasfi Efendi
İkinci Mahmud zamanında yaşamış olan Gebecizâde Elhâc Mehmed Vasfi Efendi, devrinin en değerli hattatlarındandı ve sülüs ve nesih yazılarda üstad bilinirdi. 20 Kur'an-ı Kerim, üç adet şifa, 150 adet dalâil ve en'am, 1150 civarında duaname ve hadis yazdı. Çok sayıda hilye, murakka ve hatim cüzü de vermiş olan Vasfi Efendi, İkinci Mahmud'un hat hocalarındandı ve hükümdarın hususi hattalığını yapardı. Üsküdar Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilen hattatın mezar taşı kitabesini Hacı Tahir Efendi yazdı.
Gerçekten de ulu Tanrı demiştir ki: Kim benim bir dostumu incitirse ona karşı savaş açarım ben. Kulum, kendisine farzettiğim şeylerden daha sevgili bir şeyle bana yaklaşamaz. Kulum kendisine farzedilmeyen ibadetlere de devam edip durdukça boyuna bana yakınlaşır durur; bir dereceye dek ki sonucu severim onu, sevdim mi de duyduğu kulak, gördüğü göz, tuttuğu el, yürüdüğü ayak kesilirim; isterse istediğini veririm, sığınırsa sığınağı olur, onu korurum. Hiçbir şeyde inanan ve ölümü istemeyen kulumun canını alırken tereddüd ettiğim kadar tereddüde düşmem; çünki onun istemediği şeyi ben de istemem.
Hazret-i Muhammed
Şath ve Şathiyye
‘‘Şath’’, anlamında benlik ve dâvâ beliren söz demektir. Böyle bir şeye kalkışmak, gerçeklere göre sürçmektir ve suçtur. Şatha ait şiirlere de ‘‘şathiyye’’ denir.
Şathı, iki kısma ayırmak gerekir: Birincisi, söyleyenin dilediği dışında söylediği sözlerdir. Bu çeşit sözler ruhi bir buhran sırasında şuur altındaki duyguları, dilekleri dile getirir. Bunları te'vil pek güçtür. Bu sözleri, söyleyen bile anlayamaz.
İkincisi, sufi şairler tarafından bazı tasavvufi inançlar, şerhe muhtac fakat te'vili mümkün bir tarzda ve bu çeşidi de bulunsun diye şatıh tarzında yazılır. Yunus'a atfedilen meşhur ‘‘Çıktım erik dalına anda yedim üzümü / Bostan ıssı kakıyıp der: Ne yersin kozumu’’ beytiyle başlayan şiirle Yunus'un ‘‘Eğriliğin koyasın doğru yola gelesin / Kibir ü kini çıkargıl erden nasib alasın’’ beytiyle başlayan şiirin 3-5. beyitleri olan ‘‘Gönülde pas oturur anda seni yitürür / İçerü şâh oturur giremezsin göresin / Var kardaşını öldür dahı avratın boşa / Anana kâbin kıydır Hıkk'ı ıyân göresin' beyitleri ve 1615'te vefat eden İdris-i Muhtefi'nin 'İşbu deme erince / Üç kez doğdum âneden / Nice yavru uçurdum / Nice âşiyâneden’’ dörtlüğüyle başlayan şiiri, bu ikinci kısımdandır.
Kürek cezası
Osmanlılar, Venediklilerle İspanyollar gibi gemilerini çektirmek için ‘‘forsa’’ denilen ve gemilere zincirle bağlı esirler kullanırlardı. Bunlar, daha ziyade donanma Karadeniz sahillerini vururken tutulan Dinyeper Kazakları'yla Akdeniz korsanlarıydı. Sonraki devirlerde asırlarca kullanılan ‘‘kürek cezası’’ sözü ve kavramı bu âdetten kalmadır.