Hay 20’nci yüzyılın ...

Güncelleme Tarihi:

Hay 20’nci yüzyılın ...
Oluşturulma Tarihi: Aralık 06, 2004 17:42

İngiltere’de 500 sanatçıya ve sanat eleştirmenine sormuşlar, “20’nci yüzyılın en önemli sanat eseri hangisidir?” diye. Picasso’nun “Les Demoiselles d’Avignon” adlı tablosunun ikinci, “Guernica”sının ancak dördüncü olabildiği listede, birinciliği % 67 oyla Marcel Duchamp’ın “Fontaine” yani Çeşme adlı eseri almış.


Çeşme (yanda) aslında bir pisuvar.

İngiliz sanat adamlarının bu tartışmalı kararına ne tepki vermek lazım, bilemedim, siz ne dersiniz:

a. Melih Gökçek haklı, işeyeyim böyle sanat eserine!
J
b. Seçim doğru, 20’inci yüzyıl hakikaten içine edilecek bir asırdı
c. Öyleyse asıl Taksim Umumi Tuvaleti bir mimari şaheser seçilmeli...

Picasso (bugünlerde de kısmetim Picasso’dan açıldı) + pisuvar deyince aklıma geldi - anlattıysam Ayfer affetsin - okuduğum Aix-en-provence kentinde meşhur bir bistro (kafe yani) vardı, adı Aux Deux Garçons (Aux Deux G, denirdi kısaca), o tarihte Alain Delon’a ait olduğu söylenirdi, sanatçıların buluştuğu bir yerdi. Birkaç yıl önce ölen Picasso’nun da sık sık geldiği, dostlarıyla içtiği söylenirdi. 18-19 yaşın verdiği romantizmle, ne zaman tuvalete gitsem, “Ne yani ben şimdi Picasso ile aynı pisuvara mı işiyorum?” diye heyecanlandığımı hatırlarım.

Şaka bir yana, size aşağıda 20’nci yüzyılla ilgili bir yazı okutacağım. İlginizi çekeceğini umarım.

*

20'İNCİ YÜZYIL GEREKSİZ BİR ASIR MIYDI?

Fransız filozof Alain Finkielkraut, Milenyuma birkaç yıl kala, 20’inci yüzyılı felsefi açıdan tekrar düşündüğü, küçük ama çok yoğun bir kitap yayınladı: Kayıp İnsanlık - XX.yüzyıl üzerine bir deneme. (Seuil, 1996)

20’inci yüzyıl artık geride kaldı. 21’inci yüzyıl, tek kutuplu dünyamızda, 20’incisini aratmayacak bir barbarlık ve hukuk tanımazlıkla başladı. Sanırım bugün, ilaç şirketleri patent haklarını savunabilsin diye Afrikalı çocuklar AIDS’ten, batılılar ucuza koşu ayakkabısı alabilsin diye Pakistanlı çocuklar tiner zehirlenmesinden, Bush ailesi petrol hisseleriyle biraz daha zenginleşsin diye Iraklı çocuklar Amerikan bombardımanından ölürken, “Belki de 20’inci yüzyıl gereksiz bir asırdı” diyen Alain Finkielkraut’u bir kere daha dinlemekte yarar var. Belki bu sayede, 21’inci yüzyılı kurtarabiliriz!

Aşağıda, “Kayıp İnsanlık” adlı eserden değil, Finkielkraut’un çeşitli gazete ve dergilere verdiği röportajlardan alıntılar yaptım. Felsefî değil, güncel ve hayatın içinden olsun için...

İnsanlık onarılmaz bir yara aldı

20’inci yüzyıl, Finkielkraut için ne ifade ediyor? En özet ifadesiyle: İnsanlığın aldığı onarılamaz yara. Nazi ölüm kamplarında “insanlık” kavramı da katledildi. İnsanların, her türlü sosyal ve etnik farklılıktan önce, önce “insan” olduklarına olan inanç sarsıldı. Herkesin, kalbininin, beyninin bir köşesinde bu inancı taşıdığı zannedilirdi, değilmiş. Bu inancın artık yerleşmiş olduğu, değişmez olduğu sanılırdı, “en ileri medeniyet” denilen, “en yüksek kültür” denilen coğrafyada yıkıldı bu rüya. Bu yıkılış alelade bir gaddarlığın sonucu değil. Acımasızlık, zülum, her yerde ve her zaman vardı. Diğer insanları köleleştirmek, hükmü altına almak, gerekirse katletmek... İnsanoğlunun barbar olduğu konusunda hemfikiriz. Soru ve sorun başka: Nasıl oluyor da, dünyanın en ileri bölgesi Avrupa’nın göbeğinde, sanatın, ilmin, bilginin en yükseğine, en rafinesine erişmiş Almanya’da, insanlarlar, Yahudi olduğu için, karşılarındakinin “kendileri gibi bir insan” olmadığını kabul edebiliyor?

Yani, soru şu: Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyamızın bir yandan bilimsel, bir yandan barbar oluşunu nasıl anlayacağız? (Roger-Pol Droit, Le Monde des Livres, 27 Eylül 1966)

*

19’uncu yüzyıl “bilim ilerledikçe, barbarlık geriler” diye düşünmüş, hayale kapılmıştı. 20’inci yüzyıl bu inancın ne kadar saf olduğunu gösterdi: Bilginin yükselmesi ve yayılması, vahşetin çoğalmasıyla eşzamanlı olabiliyor, bilimsel bir toplum medeniyete ihanet edebiliyor. (Burada, “sizin adınıza okuduğum” çalışmalardan, yazılardan, kitaplardan alıntı yaparken, bölmemek için mümkün olduğu kadar az ‘saplama’ yapıyorum. Finkielkraut’un analizlerini, bu bölümde Droit’nın yorumlarını, “çağımız medeniyeti ve barbarlığı ile” test etme işini, size bırakıyorum.)

Günümüzde, insanlığın tarih boyunca ulaştığı “en yüksek bilgi birikimi” ile insanın tahammül etmek zorunda kaldığı “en derin ızdırap birikimi” yanyana, içiçe yaşayabiliyor. Dünya savaşları, totaliter rejimler, katliamlar, açlık... tıptaki müthiş gelişme, sanayi üretiminde rekor, ulaştırma ve iletişimde patlama ile eşzamanlı. Televizyon uyduları, insanların işkence gördüğü hücrelerin üzerinde uçuyor. Bir taraftan kütüphaneler, müzeler, gökdelenler yükseliyor, öte yandan dikenli teller çekiliyor, toplu mezarlar kazılıyor.

Bu nasıl mümkün olabilir? Akıl ile çılgınlık nasıl birlikte yükselebilir? İşte 20’inci yüzyılın cevap aradığı soru budur. Freud, Arendt ve daha birçokları, Arondo’dan Benjamin’e kadar, bu soruya cevap vermeye çalıştılar. Tek bir tatminkar cevap bulabildik mi peki? Şüpheli... Eski Yunan’ın “tabii” bulduğu bilgi ile bilgelik arasındaki bağ (“sophia” kelimesi iki anlamı birden taşır), bilim ile ahlak arasındaki, akıl yürütmekle hayvanî güdüleri denetlemek arasındaki ilişki, 20’inci yüzyılda onarılamayacak şekilde koptu. Bunu biliyoruz, ama niye? En küçük bir fikrimiz yok. (Roger-Pol Droit, id.)

İlerleme, insanı bir araç olarak görür

Soru : Büyük totaliter rejimlerin, “insanı değiştirme, insanlığı arıtma” misyonuna sahip olduğunu iddia ettiğini söylüyorsunuz. İlerleme fikrinin saptırılması mıdır bu?

Alain Finkielkraut : Evet, bu açıdan bakıldığında, ilerleme fikriyle insanlık onuru fikri arasında bir zıtlık ortaya çıkıyor. İlerleme, insanları - onları aşan - bir hedefe (finalite) doğru yürümenin “aracı” olarak görür. Halbuki insanlık onuru fikri (Kant’ın da gösterdiği gibi) insanların, sadece bir “araç” olarak değil, bir “amaç” olarak da görülmesini gerektirir. Bu zıtlık (19’uncu yüzyılda uykudaydı) Birinci Dünya Savaşı ile patladı ve politikayı vahşileştirdi. Bir de, ilerleme fikri, insanın kendi kaderine bir gün yüzde yüz hâkim olacağı vaadini de içerir. Ama, tarihi yapan insansa, başarısızlıklar, duraklamalar, gerilemeler neden kaynaklanıyor?

Bunların suçunu bir düşmana yıkma eğilimi yaygın. İnsanın vizyonu ne kadar devleşirse, düşman takıntısı da o kadar derinleşiyor. “İnsan herşeye kadirdir” inancının çekirdeğinde, sonluluk gerçeğinin panadoyak ve cani inkârı yatıyor. (Alain Finkielkraut, 2 Ekim 1996 tarihli Le Figaro Litteraire’de, Philippe Cusin’in sorularını cevaplıyor.)

AB : Demokrasi, ulus-sonrasına dayanabilecek mi?

(Avrupa oluşumunu konusunda) Ulus safhası aşıldıktan sonra, acaba, bildiğimiz anlamda demokrasi, var olabilecek mi, AB’nin sorunu budur. Demokrasi, ulusal çerçeve dışında yaşayabilir mi? Avrupa politika konuşmuyor, sadece ekonomi konuşuyor. O zaman şu soruyu sorma hakkımız doğuyor: Avrupa’nın oluşumunun ilerlemesi için, ulusların aşılması, geride kalması gerekiyor, bu politikanın zararına bir gelişme değil midir?

20’inci yüzyılın faciasında “apolitizm” önemli bir rol oynadı. “Almanların Suçu” adlı kitapta Jaspers’in dediği gibi, Alman toplumunun III.Reich altında bu kadar “uysal” olmasının sebebi, kendilerini siyasal gerçeklerin çok yabancısı gibi görmeleridir. Devlet, (Devlet gücü) bireyler tarafından “herkesin işi” olarak algılanmadı. Onun için iş hayatında da, toplumsal hayatta da körü körüne itaat söz konusuydu. Jaspers’in bundan çıkardığı sonuç: Siyasal özgürlük ihtiyacının/fikrinin doğması için, bireyin kendini sonumlu hissetmesi gerekir.

Bugün kimse böylesine uysal değil - apolitizm söz konusu değil - ama kendimizi sorumluluğa ortak hissediyor muyuz? Dar mesleki-sosyal çevrelerde yaşaya yaşaya, dünyanın ağırlığını artık hissetmez olduk, bu sayede de hem sınırlar kaldırılsın, hem de sosyal haklarımız güçlendirilsin diye talep edebiliyoruz... Günümüzde meydana çıkan “sorumsuz vatandaşlık” politikayı turizmin bir yan kolu gibi görüyor ve demokrasiye zarar veriyor. (F.Assouline ve Ph.Petit ile bir söyleşiden, EDJ, 28 Kasım 1996)

Not: Bu derleme, 24 Kasım 2004 tarihli Referans gazetesinde yayınlanmıştır.

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!